Bugün insan haklarından, adaletten, özgürlükten bahsederken bir gerçeği göz ardı ediyoruz: Bu kavramların samimiyetle savunulabilmesi, önce kendimizle yüzleşmemizi gerektirir.
Çevremizde kaç insan ya da kaç sivil toplum hareketi gerçekten herkes için —evet, herkes için— özgürlük, adalet ve insan haklarını savunuyor?
Mahallecilik yapmadan, taraf tutmadan, çıkar gözetmeden bu değerleri koruyabiliyor muyuz?
Etnik kimliğine, inancına, dünya görüşüne bakmadan her insana aynı hassasiyetle yaklaşabiliyor muyuz?
Dini inancımızı gerçekten dinin özüne göre mi yaşıyoruz, yoksa onu bazı hiziplerin, grupların, ideolojilerin etkisiyle mi şekillendiriyoruz?
Adalet istediğimizde, sadece bize yakın olanların hakkı için mi konuşuyoruz, yoksa kendimizden olmayanlar için de aynı kararlılıkla ses çıkarabiliyor muyuz?
Özgürlükten söz ederken, gerçekten herkesin özgürlüğünü mü savunuyoruz, yoksa yalnızca bizim gibi düşünenlerin mi?
Fikirleri nedeniyle insanları dışlamadan, ötekileştirmeden birlikte yaşamayı başarabiliyor muyuz?
Vicdanımızı ideolojilere teslim etmeden, insan onurunu her şeyin üstünde tutabiliyor muyuz?
Eğer gerçekten adalet istiyorsak, bu sadece bize dokunduğunda mı önem kazanıyor?
Güç elimizdeyken, daha önce eleştirdiğimiz baskı yöntemlerini kendimize meşru görüyor muyuz?
Kendi inancımızı savunurken başkalarının inançlarını küçümseme hakkını nereden alıyoruz?
Samimi olalım: İnsan haklarını gerçekten evrensel bir ilke olarak mı benimsiyoruz, yoksa bu savunmayı bir menfaat süzgecinden mi geçiriyoruz?
Aynı acıyı, başkaları yaşadığında da içtenlikle hissedebiliyor muyuz, yoksa “bizden mi, onlardan mı” diye mi bakıyoruz önce?
Gerçekten ahlaki bir duruş sergileyebiliyor muyuz?
İlkelerimiz, çıkarlarımızla çatıştığında hâlâ o ilkelerde ısrarcı olabiliyor muyuz?
Tüm bu sorular bizi rahatsız edebilir. Ama bu rahatsızlık, belki de samimi bir değişimin başlangıcı olabilir.
Eğer hürriyet, adalet ve insan onuru için samimi bir mücadele vereceksek, önce kendimizle yüzleşmek zorundayız.
Çünkü hakikatin yolu, istifhamlarla başlar.
Ve en zor ama en gerekli yüzleşme, insanın kendisiyle olanıdır.
Sonuç olarak; eğer gerçekten daha adil, daha özgür ve daha onurlu bir toplum istiyorsak, işe kendimizden başlamalıyız. Samimiyetle sormalı, dürüstlükle cevaplamalı, cesaretle yüzleşmeliyiz. Kendi çelişkilerimizi görmeden başkalarını eleştirmek kolaydır; ama asıl erdem, aynayı önce kendimize tutabilmektir.
İster fert ister toplum düzeyinde olsun, yüzleşmek; hataları görmek, düzeltmek ve böylece değişimi sağlamak demektir. Değişim ise ilerlemenin kapısını aralar.
Çünkü hakikatin inşası güçlü bir belagatla değil, tutarlı bir ahlaki duruşla mümkündür. Ve unutmayalım: Hakkı ve adaleti herkes için savunmadıkça, hiçbirimiz gerçekten özgür değiliz.