Abuzer

Ercümend PERVER

Ercümend PERVER

19 Ağu 2017 23:00
  • Dereyi geçmiş, dağın ardını bilen, yol güzergahı hakkında malumat sahibi, ehl-i firâset, meseleleri basiretle değerlendirip eşya ve hadiseleri doğru okuyabilen ve bu zamana kadar yüzlerce kere uyarılarında isabet etmiş bir Mürşid-i Kâmil’in, gelecek tehlikeler hakkında hicret etme tavsiyelerine uymayıp hep ertelediğimiz için, şimdi buna mecbur edilerek hicret etmek zorunda kaldık. Hem de ekonomik durumumuzun müsait olmasına rağmen yanımıza bir kaç iç çamaşırından başka bir şey alamadan apar topar, sevdiklerimizle vedalaşmaya bile fırsat bulamadan.


    Bu gün sizinle hicret etmek zorunda bırakılmış, Adıyamanlı, nüktedan bir kardeşimizden bahsedeceğim. Meseleye girmeden önce size Adıyamanlı hemşehrilerimiz hakkında kısa bir malumat vermek isterim.


    Türkiye’de bazı illerimizde bazı isimlerin diğer isimlere göre fazlalığı, adeta o şehrimizi o isimle temsil edilir hale getirmiştir. Mesela Urfa’da “Halil İbrahim” Antep’de “Mehmet” pardon “Maamed” diyecektik değil mi? Hatta hitap ederken önüne “Yoorum” demeyi de unutmazlar. Maraş’a gelince onları da “Ökkeş” temsil eder. Onlar da Ökkeş'e Hökkeş” derler. Daha bir çok ilimizde böyle isimlerin fazlalığı dikkat çekmektedir.


    Adıyamanlılar; mahalli ağızla “Ebuzer’e Abuzar” derler.


    Bilmem sizin hiç Adıyamanlı tanıdığınız oldu mu? Daha doğrusu şöyle sorayım; tanıdığın ötesinde muhabbet ettiğiniz dostlarınız oldu mu? Benim onun üzerinde Adıyamanlı tanıdığım oldu. Gerek doğallıklarıyla gerek samimiyetleriyle hepsi de hürmete ve saygıya layık insanlardı.


    Hatta güneydoğu denince akla hep terör olayları gelirken Adıyaman’da yıllarca bir-iki küçük hadisenin dışında terör hadisesi yaşanmadı. Ama neylersin ki şer cephesinin projesi olduklarını ancak şimdilerde anlayabildiğimiz, siyasal islamcılara “İslamı yeniden yorumlama karşılığında altın tepside sunulan iktidar olma” ikramının ertesinde, maalesef Adıyaman’ın merkezinde, dünyanın başına bela olan “İŞİD” terör örgütünün ofisleri açıldı. Hem de polis karakoluna 200 metre mesafede.


    Abuzer kardeşimiz Adıyaman’da devlet memuru olarak çalışmakta iken, hırsızların suç üstü yakalanıp, bunun hırçınlığıyla sağa sola çemkirmeye başlamasından sonra onda da huzur bırakmamışlar. Eski AKP’li dostları Abuzer’i kendi saflarına çekmek için bayağı uğraşmışlar. Zîra Abuzer kardeşimiz çevresinde çok sevilen bir insan. Daha doğrusu şöyle diyelim “Hizmet Hareketine mensup olup da çevresinde çok sevilmeyen insan var mı ki”. Eğer Hizmet Hareketine mensup olup da çevresinde sevilmiyorsa, o insanda bir sıkıntı var demektir. Neden? Çünkü Hizmet Hareketine mensup olan insanlar, başlarındaki Mürşid-i Kâmil’den Peygamber ahlakıyla terbiyelenmiş insanlardır.


    Abuzer kardeşimizin sevilen insan olması hasebiyle AKP’li eski dostları onu kaybetmek istemezler. Çünkü Abuzer’i oy deposu olarak görüyorlar. Seçim arefesinde bir AKP’li arkadaşı; “Hadi” der “Seni bizim seçim bürosuna götüreyim” Abuzer:


    - İyi gidek de; yalnız benim eve uğramam lazım

    - Yahu niye ki? Seçim bürosu aha şurada. Senin evin taa nerede. Biraz oturur çıkarız.

    - Yahu iyi söylüyon da, benim cebim de üç beş kuruş param var. Yani gitmeye teklif ettiğin yer neresi biliyon mu sen..?


    Bu iğneleyici sözler artık yavaş yavaş Abuzer kardeşimizin çalıştığı kamu kurumuna kadar ulaşır. Abuzer kardeşimiz o kadar rahattır ki tedbir - medbir uygulamaz. Hizmet Hareketinden arkadaşları kendisini AKP’li eski arkadaşlarıyla konuşurken daha dikkatli davranması için uyarsalar da Abuzer kimseyi dinlemez, “Parmağım gözüne kör kadı” formatında hareket etmeye devam eder.


    Yine bir gün camiden çıkmış evine doğru giderken, AKP’li eski dostlarından biri Abuzer’in koluna girer;


    - Arkadaş bak görüyorsun, yetmiş iki millet bizimle. Bütün cemaatler, tarikatlar, sivil toplum kuruluşları, bütün sağcılar bizimle. Hatta solcusu bile bizimle olmasa da sizin karşınızda. Bir tek doğru siz misiniz?


    - Eveet! Bak kendin söyledin. Yetmiş iki millet bizimle dedin. Ha orada bir düzeltme yapalım yetmiş bir olacaktı.


    • Niye ki

    • Yetmiş ikincisi biziz

    • Nasıl yani

    • Yanisi şu; Peygamber Efendimiz SAV. “Ümmetim yetmiş iki fırkaya bölünecek, içlerinden sadece bir tanesi sırat-ı müstakim üzere olacak” demiyor mu. İşte senin ifadene göre yetmiş bir fırka sizin yanınızda. Bu hadisi-i şerife göre bizim yetmiş ikincisi olduğumuz ve sırat-ı müstakim üzere olduğumuz anlaşılmaz mı..? Ve sana bir şey daha söyleyeyim. Siz çok iyi bilirsiniz de(!) benimkisi sadece hatırlatma. Kur’an’ın çoklukla ilgili ve olumsuz onlarca ifadesi var. “Mesela insanların çoğu inanmaz. İnsanların çoğu gafildir. İnsanların çoğu sapıtmıştır” diye biten. Saymadım ama yüzün üzerinde ayet var. Yani çokluk demek sizin hak üzere olduğunuz manasına gelmez. İnsan sadece peygamberler tarihine baksa, çok olmanın haklılık ölçüsü olmadığını anlar. Allah aşkına Hz. Lut’un kaç tane inananı vardı? Hz. Nuh’un rivayete göre 950 senede bir gemiyi dolduracak kadar iman edeni olmamıştı. Ya Hz. İsa; bu gün milyarlarca insan ona inanırken, o gün yanında sadece 12 havarisi vardı.


    Bu sözler karşısında, koluna girdiği Abuzer’in kolundan elini sert bir şekilde çeker ve hakikate gözü ve gönlünün kapalı olduğunu adeta haykırırcasına somurtup, hiç bir şey söylemeden uzaklaşır.


    Fakat Abuzer'in yavaş yavaş suyu ısınmaktadır. Çalıştığı kuruma sürekli şikayetler gitmekte “Hala bu adamı niye tutuyorsunuz?” deyip Abuzer’i aşından ve ekmeğinden etmek için her türlü çabayı gösteriyorlar. Daha fazla baskılara dayanamayan kurumu, Abuzer’e önce soruşturma açıp açığa alıyor. Açığa aldıktan sonra kurumlarında bir komisyon kurup Abuzer kardeşimizi sorgulamak istiyorlar. Komisyon başkanı aynı zamanda Abuzer kardeşimizin de idari amiridir.


    Başkan Abuzer'e sorar:

    - Söyle bakayım sen bu parelelcilerin sohbetlerine gidiyor muydun?

    - He, vallaha gidiyodum.

    - Bu yapıyla ilk defa ne zaman irtibat kurdun?

    - Çok değil iki üç sene oldu.

    - Seni ilk kim tanıştırdı bu yapıyla?

    - Yanınızda oturan.

    Başkan şaşkın şaşkın yanında oturan yardımcısına döner;

    • Ne diyor bu … bey?

    Yardımcısının cevabı ibretliktir

    - Başkanım, bu arkadaş sizinle birlikte sohbete götürdüklerimizden. :) :) :)


    Bu soruşturmanın ardından bir müddet sonra Abuzer kardeşimizi devlet memurluğundan ihraç ediyorlar.


    Artık Abuzer işsizdir ve etrafında salya atanlar günden güne artmıştır. Hatta en yakınları bile onu çocukluğundan beri tanımalarına rağmen; “Devletin bir bildiği vardır. Demek ki bu Abuzer bir pisliğe bulaşmış” deyip AKP Hükümetinin ve taraftarlarının hain ve terörist söylemlerini Abuzer'in yüzüne karşı dillendirmeye başlarlar.


    Abuzer ihraç edildiği günün akşamı, evinin önünde, samimi olduğu AKP’li bir komşusuyla karşılaşır.


    • Abuzer duydum, çok üzüldüm

    • Sıkıntı yok gardaş, Allah’ın dediği olur

    • Yahu Abuzer sen de dilini tutmadın kardeşim. Sürekli îmalı îmalı hükümeti ve başkanımızı hırsızlıkla itham ettin

    • Be komşum! Ben tüm dünyanın gözü önünde, ayakkabı kutularından çıkan paranın kaynağını ve neden bankada değil de bir banka müdürünün yatak odasında ayakkabı kutularında durduğunu soruyorum. Hele şu sizin hayvanat bahçesi müdürünün, akla ziyan “Hece hece montajlamışlar” lafı ve hisli bakanınızın hisleriyle montaj olduğuna karar verdiği dinleme kayıtları. Sizden başkasının inanmadığı bu hadiseleri bastırmak içinse, şimdi de “Bu bize Allah’ın büyük bir lütfu” dediğiniz darbe girişimi hakkında yüzlerce kafa kurcalayan soruları soranları da doğrudan hain ilan ediyorsunuz. Bu sorulara mantıklı bir cevap vereceğinize, ağzınızı açınca en galiz küfürleri savuruyorsunuz. Etmediğiniz hakaret ve atmadığınız iftira kaldı mı Allah aşkına? Başkanınızın bizim hakkımızda sarf ettiği laflar yenilir yutulur şeyler değil ki.

    • Sen başkanın söylediklerini niye üzerine alınıyorsun ki. Söylenen vasıflar sende yoksa niye güceniyorsun?

    Tam burada sakinliği ve nüktedanlığıyla tanınan Abuzer’in şalterleri atar. Cevap tam muhataba layıktır.

    • Yahu dostum! Sen onu bunu boşver de sana bir şey diyeceğim. Geçen gün çay ocağında bahsediyorlardı, şok oldum. Aslında senin baban Remzi dayı değilmiş…

    Abuzerin arkadaşı beyninden vurulmuşa döner ve her zaman ki yaptıkları yönteme müracat eder. Yani en galiz küfürleri savurmak. Abuzer taşı gediğine koyar.

    • Dostum sen şimdi niye sinirleniyorsun ki. Sen babanın Remzi dayı olduğuna inanıyorsan boş ver kim ne derse desin…


    Bu cevapla pancar gibi kızaran AKP’li komşu öfkeyle orayı terk eder ve bir daha Abuzer’e bu konuları açamaz.


    Bu arada Türkiye’de mitingler devam etmektedir. Devrin zaliminin, İstanbul Kısıklı’daki evinin önüne bir platform konulup; zalimin yalladığı cübbeli ve sarıklı, ahiretlerini üç-beş kuruşluk dünyalığa satan hokkabaz bazı dangalakların, “Bunların malları ganimet, karıları helalinizdir” demeleriyle birlikte maalesef, tüm Türkiye'de, Abuzer gibi binlerce kardeşimizden aldıkları borçlarının üzerine yatarlar. Hatta bazı arkadaşların evleri taşlanır. Mahallelerinde değil tüm Türkiye’de sığınacak yer bulamaz olurlar.


    Mecburiyetten, Abuzer gibi binlerce Hizmet Hareketine mensup insanların; kimisi sınırdan, önce komşu ülkeye geçer ve daha sonra vizesinin olduğu uzak diyarlara hicret ederler. Kimisi de maalesef dağlarda ve bazı şehirlerde aylardır sokağa bile çıkamadan gaybubet hayatı yaşarlar.


    Abuzer'in de bahtına çok uzak diyarlardan bir ülke düşer. Elinde hiç bir maddi imkanı yoktur. Ama Abuzer’in Rezzak-ı Kerim’e öyle itimadı vardır ki bulduğu rızka kanaat eder ve çareler arar. Çareler ararken de bulunduğu mekanda arkadaşlarının neşe kaynağı olur. Abuzer'i görenler “Sanki düğüne gelmiş gibi bir havası” olduğunu söylerler. Onun yanındakiler de bu atmosferden etkilenip stresten azade yaşayıp giderler.


    Gurbette geçirdiği ilk bayram sabahı, herkes bir köşeye çekilmiş efkarın en demli halini yudumlarlarken, Abuzer arkadaşlarına kahvaltı hazırlayıp sofraya buyur eder. Ama kimsede kahvaltı yapacak iştah yoktur. Arkadaşlarını türlü şaklabanlıklarla zorla sofraya oturtur. Sofrada bir iki dilim peynir, biraz da oldukça sert zeytin vardır. Arkadaşın biri, iştahsızlığın da verdiği bir hal ile çatalını zeytine bir türlü batırıp alamaz. Zeytin tabakta dönüp durur. Arkadaş zeytini yemekten tam vaz geçecekken Abuzer espriyi patlatır “Hacım peşini bırakma o birazdan yorulur”. Arkadaşlar bir anda kahkahalara gülmeye başlarlar. “İyi ki varsın Abuzer abim. Sayende bu gün bayram olduğunu anladık” deyip, Abuzer’e teşekkür ederler.


    Abuzer rızkını temin etmek için çareler arar. Aradan aylar geçer, bulunduğu ülkenin dilini de bilmeyince çile katlanır. Ama Abuzer’de hiç bir gedik açamaz. Bu arada bazı arkadaşaların youtube’dan bazı meslekî işler hakkında videolar izleyip o işleri yapmaya çalıştıklarını görür. Abuzer de aynı yöndemi denemek ister ve “Ev nasıl boyanır” yazıp, çeşitli videolar izlemeye başlar. Bir müddet izledikten sonra bu işi, kendisinin de yapabileceğine kanaat getirir ve yine internetten ev boyama işi bulur.


    Malzemelerini alıp boyayacağı eve gider. Evin rengi “Şampanya” dedikleri koyu krem gibi birşeydir. Fakat Abuzer’in aldığı boya oldukça açık bir renktir. Tabîki bu problemin çaresini yine youtube’a sorar. Hemen karşısına bir video çıkar, tarifini seyredip uygulamaya geçer. Fakat bir gariplik vardır. Uygulama aynı ama Abuzer’in boyası biraz koyu gibi durur. “Her halde kuruyunca açar. Yeşil olacak hali yok ya” deyip boyayı duvara çalar.


    Abuzer’in “Yeşil olacak hali yok ya” dediği söz, eşref saatine mi denk gelir ne yapar, duvar fıstık yeşili bir renkle çıkar karşısına. Ev sahibi rengi görünce Abuzer’in bildiği bir kaç kelimeden oluşan bir cümle kurar “Oo may gad”! Abuzer dilini bilmediği ev sahibesi bayana izah edebilecek hali yok ya; kendi dilinde cevap verir. “Yahu bacım ne var yani ha şampanya ha açık yeşil. Hem bak bu mübarek bir renktir haa. Cennetin rengidir” deyip tasını tarağını toplayıp başına daha fazla birşey gelmeden evden uzaklaşır.


    Eve gelir, arkadaşları sora “Bu gün ne kadar kazandın” Abuzer

    - Bu gün öyle bir kazancım oldu ki hiç sormayın

    - Yahu ne kadar ne kadar?

    - Bi ton fırça ve çok büyük tecrübe kazandım deyip olanları neşe içinde anlatıp onları da neşelendirir.


    Ey tarih şimdi bunları kaydet ki yarın Abuzer’ler bu gün dilini dahi bilmediği bu coğrafyalarda söz sahibi olacak. Hem hicret etmenin sevabını alırken hem de dünya namına büyük başarılara imza atacaklardır. Nereden mi biliyorum? Hicret eden sahabiler de bu gün Abuzer’ler gibi sıfırlanıp çıkmışlardı Mekkeden. Ama çok kısa süre sonra Medine’nin pazarını ele geçirip söz sahibi oldular. Tarih tekerrürden ibarettir. Kur’anın ifadesiyle “(Uhud’da) size bir yara dokundu ise, biliyorsunuz, karşınızdaki o düşman topluluğuna da benzer bir yara (Bedir’de) dokunmuştu. Böylesi (tarihî ve önemli) günler ki, Biz onları, Allah gerçekten iman etmiş bulunanları ortaya çıkarsın ve sizden (hakka ve imanın hakikatine) birtakım şahitler edinsin diye insanlar arasında döndürür dururuz. Şurası bir gerçek ki, Allah zalimleri sevmez, (zulmü, yanlış davranışları tasvip etmez, cezalandırır ve neticede hakkı hakim kılar).”Âli İmrân 140, alıntı Ali ÜNAL


    Her şeyden önce davamızın haklılığından zerrece şüphemiz yoktur. Hem ahirete inanıp hem de dünyada zalimlerin bize musallat olmasına niye şaşıralım ki. Evet, bu gün mağlup görünen gariplerin, sırası geldiğinde galibiyetlerinin vuku bulacağından kimsenin şüphesi olmasın.


    Ercümend PERVER

    [email protected]



    19 Ağu 2017 23:00
    YAZARIN SON YAZILARI