Mahzendeki müsteşar

Ercümend PERVER

Ercümend PERVER

30 Nis 2017 17:36
  • Uzun zaman görev yaptığım Anadolu'nun güzel bir şehrine eski dostlara sürpriz yapıp çatkapı ziyaret ettim. Amacım uzun zamandan beri göremediğim, her ne kadar çoğu tutuklanmış ve mallarına el konulmuş olsa da Hizmet Hareketi'ne mensup, hasreti burnumda tüten; hasbi, diğergam, fedakar esnaf abileri tek tek ziyaret edip şu sıkıntılı süreçte hem onların duasını almak hem de dilim döndüğünce moral vermek istedim.


    Şehre girdiğimde gün dönmüş, gölgeler uzamaya başlamış, esnafın tezgahı yavaş yavaş seyrelmiş, alış verişlerini tamamlamış müşteriler birer birer evlerinin yolunu tutmuştu.


    Önce en delikanlı esnaftan başlamak istedim ziyaretlerime. Hizmet Hareketi'ni bilmeyenlere küçük bir bilgilendirme notu düşelim. “Hizmet Hareketinde en delikanlı denince akla; gün görmüş tecrübe sahibi yaşça en büyük olan anlaşılır”


    Arabamı yakın bir otoparka çektikten sonra, adetim olduğu üzere her ziyaret ettiğim dosta, içinde bazen bir tesbih, bazen güzel bir kokudan ibaret küçük hediyelerin olduğu,  yanımdan ayırmadığım çantamı alıp, içerisinde tatlının envai çeşidinin satıldığı esnaf abinin dükkanına yavaşça süzüldüm.


    İçeri girdiğimde benim; şehirdeki bölgenin medar-ı iftiharı olan kolejde görev yaptığım zaman lisede derslerine girdiğim esnaf abinin oğlu Erkam beni görür görmez ilgilendiği müşterisini unutup yanıma koştu. Elimi öpmek için hamle yapsa da fırsat vermedim. Hemen uyardım “Erkam baba! Sen müşterinle ilgilen sonra hasret gideririz. Daha burdayım. Vaktimiz var”


    Bu şehirde görev yaparken bu abimizi her ziyaret ettiğimde adeta kendini ziyarete gelenlere ayrılmış bir masası vardı. Ben de yine aynı masaya geçip oturdum. Erkam da müşterisini gönderdikten sonra gelip yanıma oturdu.


    - Hocam bu ne güzel sürpriz, hoş geldiniz. Hayırdır hangi rüzgar attı sizi taa İstanbul’dan buralara.

    - Hayırdır hayır. Bizim şerle ne işimiz olur Erkam

    - Estağfurullah hocam. Yani sebeb-i ziyaretinizi öğrenmek istedim

    - Sadece ziyaret Erkam. Malum ölümlü dünya. Bir de şu süreçte ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Eski dostları ziyaret edip dualarını alıp helalleşmek istedim.

    - İyi etmişsiniz hocam. Hoş geldiniz sefalar getirdiniz.

    - Hoş bulduk Erkam Baba

    - Haa hocam sormayı unuttum size ne ikram edelim? Eskiden “şobyet” severdiniz.

    - O eskidendi Erkam Baba, eskiden derken şimdi tatlı namına bir şey yiyemiyorum Erkam.

    - Yoksa siz de mi diyabet oldunuz hocam?

    - Maalesef. Siz de mi derken ne demek istedin?

    - Babam da aynı dertten muzdarip hocam.

    - Yaa öyle mi. Sahi baban nerelerde göremedim. Yoksa sen işlerin başına geçince işleri boşladı mı?

    - Yok hocam. Babam eskisinden daha enerjik. Hatta şu süreç başladı başlayalı adeta coştu. Durmak bilmiyor.

    - Ee peki nerelerde şimdi. (Bu arada sesini biraz kısarak)

    - Hocam uzun zamandan beri bir misafiri var da onunla ilgileniyor.

    - Nerede şimdi?

    - Evde hocam

    - Eviniz hala eski yerde mi?

    - Evet hocam

    - O zaman haber verme de ben oraya gidip sürpriz yapayım.

    - Eyvallah hocam

    - Erkam Baba bana müsaade

    - Ama hocam bir şey ikram edemedik.

    - Evde hallederiz babanla. Bana müsaade.


    Erkam’dan müsade alıp içinde esnaf ve öğrencilerimizle zaman zaman gerek kahvaltılarla gerek iftarlar ve farklı zamanlarda yaptığımız programlarla içinde onlarca hatıramızın olduğu, on iki yıl önce şehrin dışı sayılan şimdi ise etrafı yeni sitelerle çevrilmiş bir yerde oldukça büyük olan Sabri abinin evinin yolunu tuttum.


    Oldukça büyük de bir bahçesi olan evin ziline on iki yıl evvelki gibi çok kısa aralıklarla arka arkaya üç defa bastım. Sabri abi teleşla kapıya geldi. “Kim o” diye seslendi içerden. İsmimi söylemeden “Benim abi benim” dedim. Aradan tam on iki yıl geçmesine rağmen hem sesimden hem de zile basma şeklimden tanımıştı. Ama emin olmak istiyordu. Ben de daha fazla telaşlandırmadan ismimi söyledim. Kapıyı heyecanla açıp “Vay canım hocam” deyip boynuma sarıldı. Ama Sabri abi oldukça şaşkındı.


    - Hocam hayırdır sizi hangi rüzgar attı buralara?

    - Sizi ziyarete geldim abi

    - İyi etmişsin de hocam, yine de sadece ziyaret değildir her halde.

    - Yok yok sadece ziyaret. Bunca zaman işlerin yoğunluğundan sizi ihmal ettik. Şimdi her şeyimiz elimizden alınınca bende hem sizin gibi eski dostların duasını almak, dertleşip moral vermek, morallenmek için çıktım yollara.

    - Harikasın hocam iyi etmişsin gel içeri

    - Abi rahatsız etmedim değil mi?

    - İşte şimdi rahatsız oldum. Be mübarek hiç öyle şey olur mu?!

    - Ne bileyim abi misafirin varmış belli mi olur?

    - Misafirim olduğunu nereden öğrendin?

    - Dükkana uğradım, Erkam söyledi

    - Evet hocam misafirim var.

    - Kim abi misafir?

    - O da sizin gibi bir arkadaş.

    - Ben tanıyor muyum?

    - Sanmam ama belli olmaz çağırayım da tanışın.

    - Nerede?

    - Bizim mahzende bir yer ayarladım orada kalıyor

    - Mahzende mi?

    - Hocam öyle gerekiyordu. Normal zamanlarda bizimle beraber de böyle ani zile basmalar olunca mahzene iniyor

    - Anladım.

    Sabri abi beni salona aldıktan sonra gitti mahzendeki misafirini alıp getirdi. Gelen misafiri görünce içim burkuldu. Adam adeta çökmüştü. Sabri abiyi tanımasam veya bir başkası olsa Sabri abiye “Siz bu adama ne yapmışınız “ derdim. 

    Sabri abi;

    - Hocam işte size bahsettiğim misafir bu.

    Tokalaşıp tanıştık. Tanıştıktan sonra şaka yollu Sabri abiye takıldım.

    - Abi sen bu adama hiç yemek vermedin mi? Adam bir deri bir kemik kalmış.

    - Hocam yemeyen adama yemek ne yapsın. Yediği iki lokma bir şey onu da stresle iki dakikada yakıyor.

    (Misafire yönelerek;)

    - Hayırdır hocam, kendinizi helak etmenize sebep olan stres ne ola ki?

    -Sorma hocam hangisini anlatayım ki?

    - Hepsini anlatın hocam, biz dert dinlemeye geldik. Gerçi bu süreçte çare olacak çok fazla bir şeyimiz yok ama siz yine de anlatın. Allah’tan ümit kesilmez her derdin bir çaresi elbette vardır. Arayıp bulacağız.

    - Hocam bizim dertlere derman aramakla bulunacak gibi değil.

    Ama dertlerin anlatılarak ulaşılması gereken bir dertli gönlün ızdırapla size dua etmesi meselesini yabana atmayın abi. Bir bakmışınız size dua eden birinin duası eşref saatine denk gelir kabul olur da her şey bir anda değişebilir.

    Bu arada Sabri abi araya girdi.

    -Bir dakika hocam önce karnınızı doyuralım. Sonra muhabbete devam ederiz.

    -Tamamdır abi sen bir şeyler hazırlarken biz de abimizle dertleşmeye devam edebiliriz.

    - Hocam o zaman bana müsaade ben mutfağa geçiyorum hanıma yardım edeyim ki yemekler tez gele.

    - Eyvallah abim.

    - Evet abi size gelecek olursak

    -Hocam nereden başlayacağımı bilemiyorum.

    - Şöyle yapalım önce siz kendinizi tanıtın. Benim soracağım sorularla muhabbeti şekillendiririz.

    - Hocam ben Ankara’da önemli bir bakanlıkta müsteşardım. On beş temmuz darbe tiyatrosundan sonra açığa alındım. Benimle beraber açığa alınan arkadaşlardan bazıları bir hafta geçmeden gözaltına alındılar. Bir arkadaşın ailesinden öğrendiğimize göre çok ağır işkenceler etmişler. Tutuklandıktan sonraki ilk görüşmede bana haber göndermiş. “İsmail Bey hemen kaçsın” diye. Ben de bunu duyunca yapılacak işkencelere dayanamama ve Allah göstermesin onların istedikleri şekilde ifade verme riskine karşı hemen Ankara’yı terk ettim.

    Ankara’yı terk ettikten sonra değişik yerde saklanmaya çalıştım en sonunda Allah razı olsun Sabri abi bana kapısını açtı. Şimdilik buradayız.

    - Sabri abiyle nereden tanışıyorsunuz?

    - Hocam Sabri abiyi tanımıyordum. Bir arkadaş ayarladı. Sabri abiye durumumu anlatmış “Bir arkadaşım var biraz misafir eder misin” demiş Allah razı olsun o da kabul etmiş.

    Bu arada yemekten önce Sabri abi bize birer orta kahve yapmış getirdi. Hemen sordum Sabri abiye.

    - Peki Sabri abi sen hiç sormadın mı “Kim bu adam kimi misafir edeceğim neyin nesi” diye?

    - Yahu hocam niye sorayım? Bana bu teklifi yapan senin gibi Hizmet Hareketi'ne mensup bir arkadaş. Hem bu süreçte eğer bir adam davasından dolayı saklanmak zorunda bırakılıyorsa o çok sağlam adamdır. Gözü kapalı kabul ederim.

    - Helal sana be abi

    - Estağfurullah

    - Peki İsmail Bey size dönecek olursak.

    - Hocam yaklaşık iki aydır buradayım. Daha ne kadar kalırım bilmiyorum. Ama artık tahammülümü zorluyor bu süreç. Aylardır bir şaki gibi takip ediliyorum. Mahzenlerde vakit geçirmek çok ağrıma gidiyor. Her ne kadar bu süreci ibadet ü taâtle geçirmeye çalışsam da neticede insanız. Bazen çok daralıyorum. Daralmam, benim kaçak olarak yaşamam değil de daha çok ailemin gördüğü muamele beni kahrediyor.

    - Haa İsmail bey aileniz ne durumda?

    - Hocam ailemi hiç sormayın beni perişan eden de zaten aile meselesi. Beni arayıp bulamayınca aileme musallat oldular. Öğretmen olan eşimi saçma sapan bir bahane bulup tutukladılar. Bakıma muhtaç bir yaşındaki kızımla şimdi hapishanedeler. Diğer lise, ortaokul ve ilkokuldaki çocuklarıma da hizmetten arkadaşlarım sahip çıktılar.

    - Eşiniz nerede tutuklu?

    - Hocam, eşim Ankara’da görev yapıyordu. Tutuklamazdan evvel eşimin tayinini Silopi’ye çıkardılar. Kadın haliyle evi yükleyip Silopi’ye taşındı. Ev taşımanın ve yeni bir yere yerleşmenin ne kadar zor olduğunu hepimiz biliriz. Hadi buna katlandık da; bunların yaptığını şeytan gördükçe herhalde ağzı açık kalıyordur şaşkınlıktan “Bu insanoğlu dünyalık makam ve mansıp uğruna benim pabucumu dama attırır” diyordur.

    - Aynen öyle abiciğim.

    - Eşim binbir zahmetle evi yerleştiriyor göreve başladığının ikinci günü okulu polisler basıyor ve eşimi öğrencilerinin gözü önünde arkadan kelepçeleyerek götürüyorlar.

    - Aman Allah’ım!

    - Hocam şaşıracak ne var bunda?

    Bundan beterlerini reva görmediler mi bu Hizmet Hareketine? Benim eşim sağlıklı idi. Başka bayan kardeşlerimize doğum yaptıktan üstelik sezeryanla doğum yaptıktan iki saat sonra ısrarla gözaltına almaya gelen polisleri gördük biz bu ülkede.

    - Haklısınız üstad. Peki çocuklar nerede şimdi?

    - Eşim tutuklanınca, mahkeme bir yaşındaki kızımın annesiyle kalmasına karar vermiş. Diğer çocuklarıma Hizmet Hareketinden arkadaşlar sahip çıktılar.

    - Akrabalarınız yok muydu? Mesela babaanne, anneanneleri. Ne bileyim amca, dayı, hala, teyzeleri filan.

    - Olmaz olur mu hocam? Biz gökten zembille inmedik ya bizim de annemiz, babamız ve akrabalarımız var. Ama bu süreçte akraba mı akrep mi olduklarını görmüş olduk. Mesela size bir örnek vereyim hocam: Ben bakanlıkta iken Anadolu'nun ücra bir köşesinde görev yapan sıradan bir memur kardeşim vardı. Gelip gidip yalvardı “Bakan Bey'e söylesen de benim yerimi değiştirip Ankara’ya şöyle maaşı yüksek bir kuruma atasa “ diye. İlk zamanlar layık olmadığı için bu isteğini hep bir bahaneyle savdım başımdan. Ama bu ısrarını öyle ileri götürdü ki annemi ve akrabaları bana karşı kışkırttı. Birgün dayanamadım söyledim bakan Bey'e. Sağolsun o da beni kırmadı bir sözle bu yüzsüz kardeşimin atamasını onayladı.


    Sonra Ankara’ya gelince “Ne de olsa gardaş” dedik, bizim evin yakınından bir ev kiraladık. Sonra yengemiz ve çocukların hatrına, bunlara bir ev alalım dedik. Gittik benim adıma Bank Asya’dan ev kredisi çektik. O da bana peyderpey ödeyecekti. Süreç başlayınca beni tanımaz olmakla kalmadı, iktidara beni gammazladı karaktersiz. Ve bankaya olan borç da üstüme kaldı. Meğer parti müftüsünden fetva almış “Bizim mallarımız onlara ganimet sayılıyormuş” Senin anlayacağın düşmanı uzakta aramaya gerek yokmuş, düşmanı anam doğurmuş.


    - Hocam bu nasıl bir fitne ki bu süreç başlamadan evvel hizmet hareketine mensup gençlere kızlarını verme yarışına girenler, bırak başlarındaki fitnenin beyni olan talihsizin “Haşhaşi” yaftasınını hak etmelerini; yurtlarında kalan öğrencilerin sigara içmeleri yurttan atılma sebebi sayılan, bundan dolayı da diğer gruplar tarafından çokça eleştirilen bu arkadaşlar, kaldırımda yürürken onca kalabalığın içinden bir delikanlı şakirdin dikkatini bir sebebten dolayı kaldırımda uçmaya çalışan bir “Kızılarısının” çırpındığını gördüğünde, ezilmesin diye onu alıp yol kenarındaki yeşil alana bırakmak isterken arı tarafından sokulup eli balon gibi şişen arkadaşlara terörist yaftası yapıştırıldı.


    Bizler ki hayatı göz önünde olan, toplumun her ferdi tarafından dikkatle gözlenen insanlardık. İnsan tanımadıklarına belki zanla bakabilir ama çocukluğundan beri tanıyan insanların atılan iftiralara inanması beni kahrediyor hocam.


    İsmail bey, gerek Kur’an’da geçen Peygamberlerin hayatlarının anlatıldığı ayetlerden gerekse Peygamber Efendimiz SAV’in hadis-i Şeriflerinden çıkardığımız manaya göre bizden evvelkilerinin yaşadıklarını yaşamadan bizim de cennete ehil, Cemalullahı görmeye layık hale gelmemiz mümkün değildir. Şu bir gerçek ki biz bu süreçte onlarca yıllık kazanca denk gelecek sevaplara nail oluyoruz.


    Bizler şimdi iktidarın yanında olabilir bir elimiz yağda bir elimiz balda geçinip gidebilirdik. Ama biz cüz'i irademizle burayı tercih ettik Allah da lutfetti. O’na zerratımız adedince şükürler olsun ki şimdi buradayız. Cennet ucuz, cehennem de lüzumsuz değil…


    Ercüment PERVER

    [email protected]

    *Türkiye'de yaşanmış gerçek hikayenin anlatıldığı yukarıdaki yazıda ilgili diyaloglar hayali olarak canlandırılmıştır

    30 Nis 2017 17:36
    YAZARIN SON YAZILARI