Seni kördüğüm gibi seviyorum

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

14 Şub 2022 12:40
  • Tolstoy, hikâyelerinde şeytan ve meleği temsil eden karakterleri kullanarak insanların huzur içinde yürüyebileceği yolları göstermek ister. Aslında yaratılıştan onların özüne bir iksir konulduğunu ve durum ne olursa olsun ancak onunla yaşayabileceklerini anlatır.

    Bu iksir sevgidir. İnsan sevgiyle yaşar.. Sevgiyle mutlu olur ve sevgiyle çevresini mutlu eder. Allah, insanları birbirine bağlama konusunda sevgiden daha güçlü bir irtibat unsuru, bir iksir, bir zincir yaratmamıştır.

    Her varlık, kainattaki yeri itibarıyla sevginin parlak bir tarafını seslendirmekte, varlığın özündeki derin aşk ve muhabbeti göstermeye çalışmaktadır. 

    Bediüzzaman Hazretleri, bu hakikati, hem keyif hem de ticaret için seyahate çıkan iki adamın şahsında çok güzel ifade eder. Bunlardan birisi kendisini beğenmiş, talihsiz ve etrafına sevgi duymayan bir seyyah… diğeri hakkı, hakikati tanıyan, bahtiyar ve kainata karşı gönlü sevgi ile dolu olan bir yolcu… 

    Kendini beğenmiş adam, sadece kendisini düşünmesinin, her şeyi kötü görmesinin ve nefretinin cezası olarak kendi bakışına göre pek fena bir memlekete düşer. 
    Her yerde aciz biçarelerin, zorba ve dehşetli adamların elinden ve zulmünden feryat ettiğini duyar, hazin, elemli bir hal görür. Bütün memleket, baştan başa bir matem yurduna döndüğünden, o adam şu elemli ve karanlık hali hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü ortalıkta dehşet verici cenazeler ve ümitsizce ağlayan yetimler görür, herkes ona düşman ve yabancı görünür. 
    Ona göre herkes birbirinden nefret etmektedir.  

    Hakkı tanıyan, daima hak düşünen… insanlara ve bütün kainata sevgiyle yaklaşan güzel ahlâklı adam ise nazarında harika bir memlekete düşer. 
    İşte bu sevgi dolu adam, gittiği her yerde büyük bir şenlik, her tarafta bir sevinç, bir eğlence, coşkunluk ve neşe içinde bir hayat görür. Herkes ona dost ve yakın görünür. Bütün memlekette 'yaşasın'lar ve teşekkürlerle dolu bir şenlik vardır. 

    Önceki bahtsız adam hem kendisinin hem de bütün halkın elemiyle acı çekerken şu bahtiyar, hem kendisinin hem de herkesin sevinciyle, sevgisiyle mutlu olur, ferah bulur. O ticaretten güzel bir kazanç elde eder, Allah’a şükreder. 

    Sonra döner, öteki adama rastlar. Onun halini anlayınca şöyle der: 
    “Yahu sen divane olmuşsun! İçindeki çirkinlikler, nefretler dışına aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, yaşamayı soymak ve talan etmek zannetmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle. Ta ki gözünden şu musibetli perde kalksın, hakikati görebilesin. 

    Zira son derece adil, merhametli, idaresi altındakilerin hukukunu gözeten, kudretli, intizamı seven, şefkatli bir Melik’in, göz önünde bu derece terakki ve mükemmellik eserleri gösteren memleketi, senin zannettiğin gibi olamaz.”

    Sonra o sevgi yoksunu adamın aklı başına gelir. Pişman olur ve “Evet, ben sarhoşluktan divane olmuştum. Allah senden razı olsun, beni cehennem gibi bir vaziyetten kurtardın.” der.

    Aslında ikisi de aynı memlekete düşmüşlerdir. Sadece birisi nefretle bakarken etrafına, diğeri sevgi ile yaklaşmıştır her şeye… 

    Sevgi ve şefkatten mahrum bir insanın kalben inşirah bulması, ruhen yükselmesi ve kemale ermesi mümkün değildir. Dünyayı, yuvayı, aileyi… sokağı, mahalleyi… evliliği ve yaşamı taptaze ve canlı kılan sevgidir.

    Bugün, insanların kendi elleriyle cehenneme çevirdiği şu kirlenmiş dünyada her şeyden önce sevgi ve hoşgörüye ihtiyacı var. 

    Sevgililer Günü’nde bir çiçeğe, yüzüğe, kolyeye… veya herhangi bir hediyeye yüklediği anlamı zamanın diğer günlerine de taşımaya ve gerçek manasıyla yaşatmaya çok muhtaç akıl sahipleri… 

    Ama sevme ne kadar önemliyse, sevgide dengeyi koruma da o kadar önemlidir. Bir gönül, Kainatın Sultanı’nı, O’nun esma-i hüsnâsının ifade ettiği bütün manalar çerçevesinde deli gibi sevebilir… sevmelidir. O’nun sevgisiyle cayır cayır yanabilir. Fakat Allah’ın dışındaki varlıkların sevgisinde ölçünün korunması gerekir. Zira peygamberler de dâhil olmak üzere hiçbir varlık Allah gibi sevilmez.

    ‘Her şeyden evvel, her şeyden sonra, her şeyin önünde, her şeyin arkasında mutlak Mahbub, mutlak Maksud, mutlak Mâbud olarak Allah’a dilbeste olur; 

    O’nu diler ve her hâliyle O’nun kulu olduğunu haykırır; sonra da başta İnsanlığın İftihar Tablosu olmak üzere anne-baba, hayat arkadaşı ve evlat gibi insanları sever ki, böylece diğer sevgiler de Allah’a karşı samimî alâka duymanın birer ifadesi olarak değerlendirilebilir ve Allah’tan ötürü bir sevgi sayılabilir. Sevgi meselesinde önemli olan, “mahbub” mevzuunda tercih ve sıralama hatası yapmamaktır.***

    Hazreti Ömer (radıyallahu anh) bir gün, “Yâ Rasûlallah! Seni nefsimden başka her şeyden daha çok seviyorum!..” der. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hazreti Ömer’in elini tutar ve “Beni nefsinden/canından çok sevmedikçe kâmil iman etmiş olamazsın ey Ömer!” buyurur. O da hemen, “Seni canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlallah!” der. Bunun üzerine Sâdık u Masdûk Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Şimdi oldu.” buyurur.

    Sevgi ifadesi dostluk bağlarını güçlendireceği için seven sevdiğini söylemelidir. 

    "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın yanında bir adam duruyordu. Derken oradan birisi geçti. (Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanındaki):

    "Ey Allah'ın Resulü! Ben şu geçeni seviyorum." dedi.

    "Peki kendisine haber verdin mi?" diye sordu Aleyhissalâtu vesselâm.

    Adam:

    "Hayır!" deyince,

    "Ona haber ver!" dedi. Adam kalkıp, gidene yetişti ve:

    "Seni Allah için seviyorum!" dedi. Adam da:

    "Kendisi adına beni sevdiğin Zât da seni sevsin!" diye mukabelede bulundu." (Ebû Dâvud, Edeb 122, (5125)

    14 Şubat Sevgililer Günü… Gerçek sevgiyle birbirilerine bağlı eşler için ‘Sevgi’ sadece yılda bir günle ve yalnızca bu geçici dünya hayatıyla sınırlı değildir…

    Eşler arasındaki köklü ve şiddetli sevgi, sadece dünya hayatındaki ihtiyaçlardan ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocası için sadece dünya hayatında bir eş değil; ebedi âlemde de bir hayat arkadaşıdır.

    Madem ebedi hayatta da kocasına arkadaşlık edecektir; elbette kendi güzelliğine, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasından başkasının nazarını çekmemesi, onu darıltmaması, kıskandırmaması gerekir.

    Madem iman sırrıyla, mümin olan kocasının onunla alâkası, dünya hayatıyla sınırlı ve yalnız cismanî, güzellik çağına mahsus geçici bir sevgi değildir. Ebedî âlemde de hayat arkadaşı olacağı için kocası ona esaslı ve ciddi bir sevgiyle, hürmetle bağlıdır. 

    Hem yalnız gençliğinde ve güzel olduğu zaman değil, belki ihtiyarlığında ve çirkin hale geldiğinde de kocası kendisine o ciddi sevgiyi ve hürmeti besler. Elbette buna karşılık, kadının da güzelliğini ve sevgisini kocasına adaması insanlığının gereğidir. Yoksa pek az şey kazanır, fakat çok şey kaybeder.

    Ne mutlu o kocaya ki, hanımının dindarlığına bakıp onu taklit eder ve ebedî hayatta kaybetmemek için dindar olur.

    Bahtiyardır o kadın ki, kocasının dindarlığına bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim.” diyerek takvaya girer.

    Yazıklar olsun o erkeğe ki, kendisine dindar ve temiz hanımını ebediyen kaybettirecek haram zevklere aldanır. Ne bedbahttır o kadın ki, takva sahibi kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder!

    Binlerce yazıklar olsun o bedbaht karı-kocaya ki, günahlarını ve haram zevklerini taklit eder, birbirlerinin ateşe atılmasına yardımcı olurlar!’ (Lemalar, Bediüzzaman)

    Sevgi ve huzur dolu şu örnek ailenin havasını Rabbim hepimize nasip etsin:

    Hz. Aişe (ra), Peygamber Efendimiz (sav) ile yeni evlenmişti. Eşinin kendisini sevip sevmediğini merak ediyordu. Ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdiğini…
    Bu düşüncesini Efendimiz’le (sav) konuşmadan edemedi: 
    - Ey Allah’ın Resulu! Beni seviyor musun? 
    - Evet, ya Aişe, tabi seviyorum!
    Hz. Aise (ra) dahasını da merak ediyordu. Acaba nasıl seviyordu? 
    Hemen sordu:
    - Beni nasıl seviyorsun?
    Peygamberimiz (sav) sevgi şeklini tanımladı eşine: 
    - Kördüğüm gibi.
    Bu cevap Hz. Aişe’yi çok sevindirdi. Çünkü kördüğüm açılmazdı. Açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi demekti. Alacağı cevap onu çok mutlu ettiği için, Hz Aişe sık sık sorardı: 
    - Ey Allah’ın Resulu, kördüğüm ne alemde? 
    Peygamberimiz (sav), Hz.Aişe’yi memnun eden cevabı verirdi her defasında:
    - İlk günkü gibi. (Ebu Naim el-İsbahani, Hilyetü'l Evliya, II, 44)

    14 Şub 2022 12:40
    YAZARIN SON YAZILARI