Birleşmesi gerekenler - 1 (Din-Dünya)

Hüseyin Kara

Hüseyin Kara

03 Tem 2017 16:03
  • Hak dinlerin gönderiliş sebebi, insanların dünyada insana yakışır bir seviyede yaşamaları ve bu fânî dünyanın aldatmalarından en az zararla kurtulup, ebedî mutluluğa ulaşmalarını temin etmektir. Kaliteli ve pek üstün özelliklere sahip olan insan oğlunun bu yönlerini kıskanıp onu haset eden bunca düşmanları varken, ilâhî mesajlar eğer onun imdadına yetişmese onun dünyada da ukbada da huzura ermesi imkânsızdır. Mevcut âlemin hali buna en büyük şahittir. Eğer insan kendi mahiyetine yerleştirilmiş olan cihazatın farkına varır ve kendini dünyada konuşlandıracağı yeri doğru kodlarla tesbit edebilirse; yani dünyasını ukba endeksli yaşamaya bağlayabilmişse onun hayatının merkezinde İslam dininin prensipleri hakim olması gerekir. Çünkü dünyanın da ukbanın da huzuru bu beş harfli kelimenin esrarında gizlidir. O da İSLÂM'dır.

    İnsanı yaratan ALLAH , onun ruh ve bedeninin ihtiyaçlarını da şüphesiz en iyi bilen ve gönderdiği dinler vasıtası ile de insana bildiren yine O’dur. İnsan için yarattığı yiyecekler insan vücudunun ihtiyaçlarını karşılamada ne kadar isabetli ise, ruhunun ihtiyacı olan iman ve amelin de insan için o kadar isabetli bir ihtiyacıdır. Dahası insanın dünyadan sonraki yolculuğunu da en doğru bir biçimde insana haber veren yine O’dur. Yoksa yaşadığımız dünyanın bütün sırlarını anlamakta zorlanırken kabir hayatını, mahşeri, cennet-cehennemi hiç anlama şansımız olmayacaktı. Eğer O bildirmeseydi. Hasılı dinin olmadığı bir dünya hayatı çok eksik bir hayat olmaktan öteye geçemeyecektir. Bütün bu gerçekler ortada iken insan Hak dinden hiç yararlanmadan dünya hayatını kendi aklı ile dizayn etmeye kalkıştığı andan itibaren art arda yapacağı yanlışlar sarmalının altında ezilmeye mahkumdur. Evet, akıl Allah’ın insana verdiği en önemli bir cihaz olmakla birlikte insanlığın bütün geçmişi şahittir ki Hak dinden bağımsız ve kendi başına yaptığı bütün düzenlemeler başarısızlıkla sonuçlanmış ve adeta insanın aklı başına bela olmuştur. Halbuki dünya Allah’ın mahluku, insan da O’nun,  İki mahlukun uyumlu bir hayat yaşamasının şartlarını Allah’ın gönderdiği bir din ile bildirmesinden daha tabii ne olabilir? Akıl nakil (din) ile uyumlu çalışırsa maksad-ı ilâhî daha kolay anlaşılır. Yok eğer akıl dini ıskalarsa o zaman karanlıktan hiç kurtulamaz. Ve nitekim kurtulamadı da. Mevlâna Celaleddin-i Rumî Hazretleri bunun için ‘’Aklını şeriatın önünde kurban et’’ diyor. 
    Çünkü akıl nakilin aydınlığından yararlanmazsa kendi ürettiği karanlıklarda boğulur. Burada sofestaiyye gibi kendini de aklını da inkâr edip ifrata da gerek yok, mutezile gibi aklı naklin önüne geçirip tefrite de gerek yok. İslam itikadına göre aklın da naklin de sahibi Allah’tır. Fakat bir süreliğine insana emanet edilmişlerdir. İnsan bu emanetleri kullanırken her ikisini de yerli yerinde kullanmakla yükümlüdür. Akıl çok önemlidir zira ‘’aklı olmayanın dini de yoktur’’ prensibi geçerlidir. Din çok önemlidir. Zira ’’dini olmayanın da aklı yoktur.’’ Gerçeği nümayandır. Bunların her ikisinin uyumlu birliktelikleri ise orta yoldur. Müslüman bu orta yolun yolcusudur. Hem akıl ve hem de din gerçek safiyetlerini koruyorlarsa asla birbirlerine zıt olamazlar. Bunun için Hak dinler aklı muhatap alırlar. Akılları da ancak Hak dinlerin getirdiği değerler tatmin edebilirler.

    İslam dininin anlayışı bu iken, ortaçağda batı dünyasında gelişen talihsiz olaylar dinin dünya hayatından çıkartılmasına sebep olmuştur. Burada kilise mi haksız, yoksa Hristiyanlığı kiliseye hapsedenler mi haksız? Bunu tartışmak bugün için faydasızdır. Fakat bu hükmün sonuçlarının günümüzde bile varlığını sürdürmesi  ve hele bu düşüncenin hiçbir zaman tarafı olmayan Müslümanları etkilemesi ise asıl konumuzu burası teşkil ediyor. Hak dinlerin ortak özellikleri iman esasları olduğu gibi (Tevhid, nübüvvet,haşir) dünyaya bakan pek çok prensibin de ortak olduğunu görmekteyiz. Bütün Hak dinlerde doğruluk, adalet, iffet ve yardımlaşma gibi dünya işlerinin mevcut ve ortak olduğunu, bunların zıtları olan; yalan, zulüm, fuhşiyat ve bencilliğin kötü olarak bildirilmesi ortaktır. Aslında akıl da bunların böyle olması gerektiğini kabul eder. Kabulünde zorluk yaşanan gerçek ise ‘’Bu konular dinin değil dünyanın konularıdır, dolayısıyla bunlara insanlar kendi akılları ile çözüm üretsin ve din bu konulara ilişmesin’’ hezeyanıdır. Dünya hayatına dinin müdahalesini istemeyen ve her konuyu kendi aklımızla çözüme kavuştururuz küstahlığında bulunanlar,  bunların hiç birisinin yerine aklın üretimi olan daha iyisini getirememiştir. İnsaflı zümre ise bir türlü çözüm getiremedikleri dünyevi işlerinde dinden yardım almayı düşünmüştür. Halbuki Hak dinler bir stepne değildir. Hele İslam hiç değildir. Şurada yedek olarak dursun hin-i hacette bakarız anlayışı ile dinden istifade edilemez. Üstelik Hak din bir bütündür. Parçası bir işe yaramaz. Dinin bir tarafını alıp diğer tarafını bırakmak dindarlık sayılmadığı gibi, böyle bir davranış kimseye de bir fayda sağlamaz.
           
    Hak dinin beyanlarına kulak tıkayan insanların acınası durumlarına bakıldığında, görünen o ki; bunlar en büyük zararı kendilerinin ürettikleri yanlış işlerden ve tutarsız söylemlerinden görmektedirler. Dünya-ahiret, her iki tarafta da abâd olmanın (saadet-i dareyn) yolunu gösteren Yüce Rabbi'miz din ile dünyanın birleşmesi yani dünya hayatının kurallarını kutsal bir kitabı seçtiği elçisi aracılığı ile insanlara gönderiyor ve böylece din ile dünyayı bütünleştiriyor.  Buna karşılık bir kısım ahmak kullar da buna itiraz edip ‘’din işleri ayrı, dünya işleri ayrı olmalı’’ demeye getiriyor. İşte tam burada Allah ile kullar arasında cidal başlıyor. Aslında Allah’a gereği gibi inanıp O’na bağlananların böyle bir problemi hiç olmadı. Olmaz da. Zira Allah’a kul olmayı başkalarına kul olmaktan kurtulmak olarak gören talihli müslümanlar her zaman hepsini yapamasa da, eğer bir konuyu Allah emretmiş ise (hikmetini henüz anlamasa da) onun doğruluğuna inanmıştır ve gereğini yapmaya da çalışmıştır.

    Allah’ın koyduğu ilâhî kurallara uyarak dünyalarını bir nevi cennetlere çeviren kullarına ahirette gerçek cenneti vereceğini peygamberler aracılığı ile söylüyor, kutsal kitaplar da bunu tasdik ediyor. Buna rağmen bugünün dünyasında yaşayan insanların pek çoğu hatta Müslüman geçinenlerin bir kısmı da bu gerçeklere lisan-ı halleriyle şöyle bir karşılık vermek istiyorlar.’’ Ey Rabbimiz Sen bize ebedî saadet yurdu olan cennetleri vereceksen yine ver. Fakat dünya işlerini bize bırak. Biz keyfimize göre bir hayat yaşayalım, gönderdiğin dinlerin kuralları dünyada bizleri çok bağlamasın. Biraz bizden öncekilerden gördüklerimizden, biraz da aklımızın bizi yönlendirdiği kadar kendi dünyamızı biz kendi kendimize inşa edelim’’ diyorlar. Bu zavallılar bilmiyorlar ki Allah çok Gayûr’dur. Kulları için koyduğu kuralların üstüne başkalarının kural uydurmasına müsamaha nazarı ile bakmaz. 

    Batı dünyasında orta çağda dinin hayattan uzaklaştırılması olayı asırlar sonra laiklik prensibi ile devletlerin anayasalarında kanun olarak da yerini aldı. İncil’in tahrife maruz kalması sonrasında yaşananlar, neticenin buralara kadar geleceği az veya çok tahmin edilir bir durumdu. Asıl konu İslam dini ve Müslümanlar için hiç de hak etmedikleri bir tarzda Batıda dikilen bu laiklik gömleğinin müslümana giydirilmek istenmesi olayıdır. Hıristiyanlık ile Müslümanlığın aynı terazinin kefelerinde tartılmak istenmesidir. Bu ise dün de yanlıştı, bugün de yanlıştır. Zira mevcut Hıristiyanlık öğretileri dünyayı ıskalıyor. Zaten baştan itibaren Yahudiliğin dünyayı öncelemesini tadil etmek üzere gelen bir din olması da buna sebep olmuş olabilir. Fakat bütün bunlar doğru olsa da asla İslam dininin de bunlar gibi hayattan elini eteğini çeken bir din konumunda olması manasına gelmez. Tam aksine İslam dini ile dünya hayatı bir birlerinden ayrılamazlar. Zira bir din düşünün ki; mensuplarının tuvalete giriş-çıkışlarına prensipler getirmekten tutun da devlet başkanının seçilme şartlarına kadar her türlü dünyevî konuları prensiplere bağlamış, sosyal hayatı da ahlakî prensiplere bağlamış, koyduğu her türlü ibadetin dünya yansımaları  olsun  ve bu din dünya ile entegre olmasın . Hiç mümkün değil. Onun için İslam dini bir hayat dinidir. Dolayısıyla kulların Allah ile olması gereken ilişkilerini bildirdiği gibi kulların diğer kullarla ve dünya ile olan ilişkilerini de aynı gerçeklikle bildirir.  Zira dine inananların ahiret saadeti bu dünyadan geçmektedir. Dünyası düzgün olmayanın ahireti düzgün olmaz. Bu düzgünlüğü de ancak din sağlar. Helal rızk temin etmek için meşru bir işte çalışmayı ibadet seviyesinde makbul gören, Çoluk-çocuğun rızkını kazanmak için gurbette çalışırken ölen ile savaşta ölene büyük mükâfat vaad eden bir din nasıl dünyadan ayrılabilir?.  Savaş hukuku olan tek bir din vardır o da İslam dinidir. Savaşa bile prensipler koyan bir din barış prensipleri koymaz mı? Halbuki savaş dünya hayatında geçicidir, istisnadır, barış ise asıldır ve  kalıcıdır.

    İslam dini gibi bir Hak dinin dünya hayatının sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi hayatın bütün üniteleri ile alakalı hükümleri vardır.  Hatta ferdî, ailevi hukukun yanı sıra devlet hukuku ve devletler arası hukuka varıncaya kadar insanın dünyadaki akla gelebilecek bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek hukukî düzenlemeler İslam dininde mevcuttur. Bu hükümlerin değişmez olanları Kitap ve Sünnetin bildirdikleridir. Zamana göre değişebilenleri de icma ve kıyasın konusunu teşkil etmektedir. Bu hükümleri ihlal edenlere de müeyyideleri vardır. Bu açıdan bakıldığında vicdanlara ve mabetlere hapsedilen dinlerin hiç birisi Hak dinin yerini tutamaz. Gerçek din, dünya hayatı ile kaim olan ve  dünyada iken dinin kurallarına göre yaşayan insanların ahiretlerini cennetlere çeviren dindir. O da İSLAM dininin tâ kendisidir. Vesselam.

    Dr. HÜSEYİN KARA
    03 Tem 2017 16:03
    YAZARIN SON YAZILARI