İnsandaki doyumsuz hisler!

Hüseyin Kara

Hüseyin Kara

19 Şub 2018 14:56
  • İnsanlardaki, pek çok şeye sahip olma arzusunun doğuştan verilmiş fıtrî bir duygu olduğu muhakkaktır. Kur’an bu gerçeği şöyle beyan buyurmaktadır: ‘‘Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır.’’ ( Al-i İmran, 3/14 )

    Mala-mülke sahip olma duygusu, diğer bazı duygular gibi ucu açık ve sınırsız nitelikte insana verilmiştir. Sahip olma duygusu hırstan ve tama’dan beslenirse önü alınmaz bir biçimde insanı şirazeden çıkarıp canavarlaştırabileceği gibi, kanaat ve istiğna duyguları ile ta’dil edilirse insanî çizgide kalınabilir. Ayette: ‘‘Gerçekten insan cimri olarak yaratılmıştır. Başı derde düştü mü sızlanır durur. Ama servet sahibi olunca da cimri kesilir.’’( Me’aric, 70/19, 20, 21) buyrulur. İnsanlar mülkün ve melekûtun asıl sahibinin Allah olduğunu ya mal-mülk elden çıkınca veya ölüm yaklaşınca öğrenir. Bir şey daha öğrenirler ki, sahibi olduklarını zannettikleri her şeyin, aslında emanetçisi olduklarını, o emanetlerin de hayatta oldukları müddetçe sadece intifa haklarının kendilerine ait olduğunu.

    İnsadaki sahip olma hissi, inkârı mümkün olmayan bir duygu olmakla birlikte, şehvet ve gadap gibi, sınırlandırılması da insana bırakılmıştır. İrade sahibi bir varlık olan insanın, dinî terbiyenin yardımı ile bu duygularını tadil etmesi beklenir. Kâmil insanların ortak vasıflarından birisi de mal ve mülk ile aralarına ördükleri sağlam duvarlardır. Herkes bu kemal noktaya ulaşamadığı içindir ki, dünya imtihanının en zor sorularından biri olan mal ve mülk ile ilişkilerde kazananların sayısı sanıldığı kadar çok değildir. Kaderî fakirlik yerine iradî fakirliği hayat tarzı yaparak yaşamak her babayiğidin harcı değildir. Bu hususta, eline dünyalık ciddi hiçbir imkân geçmemiş olan insanların rahat konuşmaları ölçü olarak alınamaz. Varlık içinde olmasına rağmen yoksullar gibi yaşamak peygamberânî bir iştir. Herkesin sabrı ve tahammülü buna yetmeyebilir.

    İnsanların mala, mülke sahip olma hırsı; pek çok kavganın, kırgınlıkların hatta ölümlerin sebebi olmasıyla, üzerinde durulmaya ve çok yönlü olarak incelenmeye değer bir mevzudur. Bir hadis-i şerifte: ‘‘İnsanoğlunun iki vadi dolusu malı-mülkü olsa, o üçüncüsünü ister. İnsanoğlunun karnını ancak toprak doyurur.’’ buyurulur. (Müslim ) İçinde yaşadığımız kapitalist dünyada, maddenin tek ölçü birimi olarak kabul edildiği günümüzde, özellikle bazı müslümanların, esen havaya göre yelken açmaları, mala ve mülke bakışlarında herhangi kapitalist birisinden farksız yaklaşımlarının olması, oldukça üzücü bir vakıadır. İster komünizimde olduğu gibi mülkün sahibi devlet gözüksün, isterse kapitalizimdeki gibi şahıslar mülkün sahibi olsun, maddeye tapmada aralarında pek de bariz bir fark yoktur. Her iki rejimde de mülke sahip olmak için verilen kavgalarda milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet verilmiş olması bu hakikatı isbata kâfidir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında altmış milyon insanın hayatlarını kaybetmiş olması başka nasıl izah edilebilir?

    İslam dini, meşru olarak mala-mülke sahip olup zengin olmayı asla yadırgamaz. Dinimizin karşı çıktığı husus, dünya gibi geçici olan şeylere bâkî süsü verip onlara kalben ilgi ve alaka duymadır. Çünkü, mümin işin gerçek yüzünü bilen insandır. Sahip olduğu her şey ya günün birinde onu terk edip gidecek ya da o, onları terk edip ahirete intikal edecek. Üçüncü hal, muhal. Yani; mümin, sahip olduklarıyla ebediyen yaşayamayacağını bilir. Bu inançla da hırs ve tama’ duygusunu kontrol altında tutmayı başarır. Efendimiz(sav) şöyle buyurmaktadır: ‘‘Üç şey insanı kabir kapısına kadar götürür. Bunlardan ikisi geri döner, sadece birisi onunla kalır. Geri dönenler; yakınları ve servetidir. Kendisi ile kalan ise onun amelidir.’’ (Buhari-Müslim)

    Müminin kalbi, fânî şeyleri asliyet planında sevmekle tatmin olacak bir kalp değildir. Kalbinin hırs ve tama’ ile doldurulmasına mümin asla müsaade edemez. ‘‘ Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.’’ (Ra’d, 13/28) ayetinin ifade ettiği derin mânadan anlaşıldığı gibi; müminin kalbi, Bâkî olan Allah’ı anmak ile dolar ve doyar. Bunun dışındaki fânî şeylere karşı sevgi ve alaka ona zarar verir. Bu konuda Allah dostlarının tavsiyesi ise oldukça manidardır. ‘‘El işte, gönül Yârda’’ Kulun, masivaya karşı sevgisi de Allah adına olması gerekmektedir, sahip olunan şeylerin bizzat sevilen bir varlık olması değil. Dünyanın meşru olan nimetlerinden sadece tatmaya izin var, fakat doymaya izin yoktur.

    Tasavvuf geleneğinde var olan seyr u sülûk-i ruhanîde, önce kalpten kötü duyguların tasfiyesi, ardından da onların yerine güzel duyguların kazandırılma ameliyesi yapılır.(Nefsi tezkiye, kalbi tasfiye) Çünkü, kötü duygularla iyi duygular aynı anda bir kalpte bulunamazlar. Kötüler tasfiye edilecek ki oraya iyiler yerleşebilsin. Müminin kendi iç muhasebesinde beğenmediği bir huyuna rastladığında; yapacağı ilk iş duaya sarılmak olmalıdır. Kötü huylarından Allah’a sığınmak ve iyi huyların sahibi olabilmek için sürekli yalvarmak gerekmektedir.

    Hz.Ali (ra) bir sözünde şöyle diyor: ‘‘Dünya size arkasını dönmüş gidiyor. Ahiret ise yüzünü size çevirmiş geliyor. Bunların her ikisinin de kendilerine ait evlatları yani taraftarları vardır. Sizler ahiretin evlatları olun. Zinhar dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün, dünyada amel var hesap yok, yarın ahirette ise hesap var amel yok. ’’ Dünyaya karşı insanda var olan hırs ve tama’ duygularının kanaat ve istiğna duyguları ile törpülenerek zararsız hale getirilmesinde, Hz.Ali’nin (ra) bu enfes sözlerinin ne kadar isabetli olduğu izahtan varestedir.

    Allah’ın Kur’an’da en çok hatırlattığı konulardan bir tanesi de; mülkün sadece Kendisine ait olduğu hakikatidir.( Maide, 5/120) Bununla Allah, ulûhiyetinde ve mülûkiyetinde şerik kabul etmediğini ferman buyurmaktadır. Firavun’un uluhiyet dava etmesi de Karun’un mülûkiyet dava etmesi de şirktir ve sonları hüsranla neticelenmiştir. İbret-i alem olsunlar diye Firavun’u suya, Karun’u toprağa gömmek suretiyle dünyalık cezalarını vermiş olan Allah, bu hadiseleri isimleriyle Kur’an’da anlatarak kıyamete kadar içlerinde firavunluk ve karunluk duygusu barındıranlara önemli bir ders vermiştir. Sünnetullhah'ta imhal vardır, ihmal asla! 

    Dr. Hüseyin Kara
    19 Şub 2018 14:56
    YAZARIN SON YAZILARI