Biat Meşveret ve Demokrasi

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

07 Eki 2025 11:11

  • Birey mi toplumu yoksa toplum mu bireyi etkiler? Bu konunun tam bir tanımının, kesin bir sınırının olduğunu sanmıyorum. Bireyler de toplumu toplum da bireyi etkileyebilir. Zaten etkiler. Bu etkinin tek taraflı olması da mümkün değildir. Elverir ki toplum ve fert arasında birbirini bozucu salih dairenin oluşmasına mâni olucu bir zulüm ortaya çıkmamış olsun. Birey veya toplum etkisinden dolayı zulmün ortaya çıkması ve devamlılık arz etmesi zamanla cemiyetin fakültelerini felce uğratır. İçini boşaltır.  Bir 70 senelik Rusya’da Bolşevik zulmüyle temin ve tesis edilen Sosyalist devlet düzeni bunun en büyük örneklerindendir.  Bu sistemde diktatörlüğün nefes kesen baskıları karşısında insan, toplum ve devlet kurumlarıyla beraber çürüdü, bozuldu ve partallaşmadı mı?

    Evet, Sosyoloji ilminin temel düsturlarını belirleyecek şekildeki Nebevi beyana göre bir toplum nasılsa öyle idare edilir.

    “Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Siz nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar).

    “A’malüküm ummalükum” (amelleriniz yöneticilerinizdir, onlar sizlerin eseridir) (bk. Acluni, I / 146; II / 127) denilmiştir.

     

    Demokrasinin olmadığı, sülalelerin daha çok söz sahibi olduğu krallıkların ve sultanlıkların hüküm sürdüğü Orta Çağ atmosferinde Nebevi tespitin önemi bir kat daha artar. Ancak bir iki asır önce krallıkların devrilip cumhuri idarelerin demokrasi maharetiyle ancak yıkıldıklarını yani dünya topluluklarının gözünün açıldığını düşünürsek ta Peygamberimizin (sav) yaşadığı dönemlere kadar gitsek de halkın idare edenlere etkisinin bu denli olabileceğini tayin ve tespit etmenin sosyolojik bağlamda mümkün olmadığını görürüz. Bu Nebevi tespit ancak ve ancak vahye dayalı asırları aşan bir hakikatin tecellisidir.

     

    Peygamberimiz (sav)’i Allah seçti ve bu Peygamber (sav) Mekke’de olmasa da Medine’de devlet kurdu ve başkanı oldu. Efendimiz’in (sav) idareciliğinde bir seçim veya ona benzer bir uygulamanın olduğunu bilmiyorum. Fakat Efendimiz (sav), “Medine Vesikası” anlaşması çerçevesinde diğer halkların gözünde başkanlığı kabul gördü. Medine sakinlerince Peygamber (sav) olarak görülmese de sahabe açısından mesele hiç de öyle değildi. Çünkü Peygamberimiz (sav) peygamberliğini yani Allah tarafından seçilmişliğini kabullenmek imanî bir şarttı da. Fakat Ona rağmen Peygamberimiz (sav) sahabesinden sık sık biat aldı. Hatta hanım sahabelerin de biatlarını talep etti. Allah’ın mutlak bir seçimle tercih ettiği bir şahsın pek çok kez pek çok meseleden dolayı insanların beyatına müracaat etmesi siyaset ve idarecilik açısından ele alınması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Bu beyatların Efendimiz’in (sav) idare ve siyaset açısından ne anlama geldiğini bugün Müslümanlar olarak da tam kavradığımızı anladığımızı söyleyemeyiz. Söyleyemeyiz çünkü Müslümanların ekserisinin yaşadığı Ortadoğu coğrafyası bugün insanların biatlarına müracaat etme (desteğini alma) ihtiyacı hissetmeyen diktatörler tarafından yönetiliyor.   

     

    Siyer-i Nebi zamanında bilinen iki meşhur biatları vardı. 621 ve 622 tarihlerinde Mekke’ye hacca gelen Medineliler, Peygamberimize gelip hicret ettiği takdirde malını canını koruyup düşmanlarına karşı koruyacaklarına biat ettiler. Bu biata özel manası ile “Akabe Biatları” denir. Bir de Mekkeli müşriklerin taarruz riski karşısında Hudeybiye antlaşması esnasında Sahabe Efendilerimiz “beyat ı rızvan” ağacının altında Efendimize bey’at ettiler. İdari olarak demokratik bir yaklaşımı da ifade eden öyle bir beyatı Kuran övdü ve Rabbimiz destek verdi.

     

    “Rasûlüm! Sana bey‘at edenler, gerçekte Allah’a bey‘at etmektedirler. Allah’ın eli, onların bey‘at için uzanan elleri üzerindedir. Artık kim bey‘atini bozarsa ancak kendi zararına bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği sözde durur, onun gereğini getirirse, hiç şüphesiz Allah ona yakın bir gelecekte büyük bir mükâfat verecektir.”(Fetih, 10)

     

    Fakat bu iki bilinen biatların dışında seçme ve siyasi tercih anlamına gelecek şekilde Efendimiz cemaatinden zaman zaman başka biatlar da aldı. Özellikle bu türden aldığı biatlar Efendimiz’in (sav) siyasi idareciliği açısından güven tazeleme anlamına geliyordu.

     

    Aslında Efendimiz’den (sav) sonra halifelerin biatla seçilmesi veya biat usulüne baş vurmaları yani idari meşrutiyetin biata bina edilmesi ta Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki bu biat uygulamalarına dayandığını söyleyebiliriz.

     

    Şimdi düşünün; dört halife seçilirken veya seçildikten sonra halkın biatına müracaat ettiler. Hz. Ebu Bekir’e ilk biatı Hz. Ömer yaptı. Daha sonra halk geldi tek tek Ebu Bekir’e halifelikle alakalı biatlarını arz ettiler. Ömer’i (r.a) Ebu Bekir kendi yerine teklif etti. Fakat neticede Ömer’e bütün halk biat etti, desteklerini ilan etti. Hz. Osman (r.a) da bir heyet içinden seçildi ancak halk Ona da biat etti. Yani halife olarak tanıdılar. Hz. Ali’ye de halkın ekserisi seni halife olarak tanıyoruz anlamına gelecek şekilde biatlerini arz ettiler. Ya sonra Emevîler iş başına geldi idarecilik babadan oğula geçti. Gerçi ilk babalarının tahtına geçen ilk sultanlar halkın biatlarını alma yoluna gittiler. Fakat artık biat usulü mana ve muhtevasını kaybetti. Çünkü halk biat etmese babasının yerine geçen sultan kendini azil mi edecekti. Hz. Hüseyin Efendimizin katline varan elim hadiselerin yaşanması biat usulünün sultana veya halifeye meşrutiyet sağlama fonksiyonunu kaybettiğini gösterir. Yani Hüseyin Efendimizin Yezid’e biata zorlanması hadiseleri bu noktaya kadar getirdi.  Biatın geçerli ve makbul olması rıza ve hür irade şartına bağlıdır.    

     

    Halifelerden ve İslamiyet'ten önce Mekke site devletinde böyle seçim uygulamasını da içinde barındıran bir biat kültürü var mıydı?  Mekke müşriklerinde Mekke site devletinin idarecisi Ebu Süfyan’ın görevlendirmesi ile alakalı Daru’n Nedve’deki oylama ve seçimden başka halkın iradesini yansıtmaya yarayan biat türünden bir uygulamanın olduğunu sanmıyorum. Düşünün Hz. Ebu Bekir dahil bütün halifeler biatla iş başına geldiler. Veya biat alma ihtiyacı hissettiler. Ve onların yerine gelen Emevilerle iş babadan oğula geçen bir saltanata dönüştü. Demek ki halifeler siyasi hayatlarındaki biat uygulamasını Peygamberimizden (sav) örnek olarak aldılar.

     

    Bugün Müslümanlar direk vahye dayanan işlerle halkın istişaresi ile halledilmesi gereken işleri birbirine karıştırıyorlar. Siyasal İslam da buna beton döktü. Niyet ve maksat olarak vahye dayalı ameller ve işler dinin dışına çıkmaya başladı, tabiatında profan olan dünyevi organizeler de dinin temel umdeleri olarak kabul görmeye başladı.  Bir siyasi parti kazansın diye mücadele ederken dinimizin temel değerleri ne kadar aşınıyorsa o derece ayar bozukluğu oluşuyor demektir.

     

    Evet Sahabe hemen her savaşta Efendimizin (sav) savaş taktiğini sordu. Ya Resulallah bu vahiyle mi size bildirildi yoksa kendi reyinizle mi bu savaş pozisyonunu aldınız? “Benim kendi reyimle bu tabyayı oluşturdum” deyince sahabe Bedir’de, “Ya Resulallah kuyuların başını tutalım.” teklifinde bulundu. Burası uygun değil diyerek Sahabe Efendimiz reyini, fikrini beyan ediyordu.

     

    Şimdi Peygamberimizin (sav) üç yönü olduğunu görüyoruz. Kuran-ı Kerim’i nakletmesi ile Risalet yönü. Bu yönü itiraz edilemez ve sorgulanamaz. Sünneti seniyyeye bakan usve-i hasene olma yönü. Bu yönüne de itiraz olmaz, sorgulama olmaz. Bir de beşeriyetine bakan insani ilişkilerini ayarlaması cihetiyle dünyevi yönü. Ticareti, siyaseti ve dünyevi ihtiyaçlarını karşılaması bu kısma girer. Bu yönünde insanlar söz sahibi olabilir. Efendimiz (sav) bu sahalardaki işlerini insanlarla istişare eder. Sosyal ve devlete bakan işler bu kabildendir. Farz ve haramlardan arta kalan beşeriyet alanının işlerini meşveretle hallederdi. Biz de öyle halletmeliyiz. Yine meşvereti Kuran emrettiğinden bu tür yöntemle halledilen beşeri ve sosyal işlerimiz de neticede rahmani, ilahi bir hüviyete bürünür ve Allah’ın makbulüdür. Çünkü bu tür işler zamana, asra, topluluklara ve kültürlere baktığından bir kanunu bir tek çözüm metodu yoktur.

     

    İşte pek çok idare dahil sosyal konularda insanların biatına müracaat etmek Peygamberimizin (sav) beşeriyetine bakar. Bu tür işleri istişarenin konusundan çıkarıp dinin değişmez meseleleri gibi addetmek TAASSUP sebebidir. Ve bu durum sulh-i umumiye cidden zarar verir. Toplumların kaynaşmasına manidir. Ayrıca sosyal ve idari konuları Peygamberimizin (sav) vahye dayalı kalıbı belli ibadetleri ile karıştırarak tabulaştırmak zulmün en ana kaynağıdır.

     

    Evet; “nasılsanız öyle yönetilirsiniz” sözü hem bir sosyolojik tespit hem de insanların nasıllığının yöneticileri tayin etmesini makul görme hem de toplumsal sulhun garantisidir. Bugün bunun adına demokrasi, halifeler döneminde ise biat alma denirdi.

    07 Eki 2025 11:11
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR