Tarihin toplumların, bireylerin şekillenmesindeki müthiş etkisini kim ne zaman keşfetti bilmiyorum. Tarih bir topluma “sen busun” der. “Sen busun” diyerek bir toplumu beceriksizliğine inandırmak düşmanlar hesabına gelecek bir asrı garanti altına almak demektir. Armut dibine veya yakınına düşer. Yani aslına yakın bir şey olursun. Katranı kaynatsan olmaz şeker dendiği gibi. Tarih bir toplumun katran asıllı olduğuna inandırmışsa bütün uğraşlar boşunadır. Tarihin sana ecdadının yani dedelerinin başarısız, barbar, geri, medeniyetsiz gibi temaları hafızana yerleştiriyorsa eninde sonunda öyle olursun. Bir atasözümüz böyle değil midir; akıllı bir insan 40 kez deli demekle deli olur, akıllı dersen akıllı olur. Utanç duyulan bir tarihe sahip olmak bir topluma 40 milyon kez delisin delisin demek gibi bir şeydir. Çarpıtılmış tarih bir toplumun beynine musallat olan bir urdur.
Erzurumlu Sümmani’nin:
“Yoksulluk dediğin ömürler söker,
Katranı kaynatsan olur mu şeker,
Cinsi bozuk adam cinsine çeker,
Aslı kara demir mücevher olmaz.”
Cinsinin katran mı yoksa şeker mi olduğunu büyük oranda tarihinden öğrenirsin. Tarihin dönüştürücü gücünü idrak eden diktatörler bu alana anormal ilgi gösterdiler. Bir milletin tarihini karartmak talihini karatmaktır. Ziya Gökalp’in eleştirisine karşılık olarak Yahya Kemal “Ne harâbî ne harâbâtîyim, kökü mâzide olan âtîyim” diyordu. Her atinin kökü mazidedir. Mazi yani tarihle köklerini keserseniz bir milletin atisi yani geleceği kurutmuş olursunuz. Bir milletin tarihini kurtarmak geleceğini kurtarmaktır. Toprağın üzerindekilerin geleceği toprağın altındakilerin geçmişiyle yakından alakalıdır. “Coğrafya kaderdir” demiyorum ama tarih ilminde kaderden önemli bir parça vardır.
Yapılan bir araştırmaya göre kafese bırakılan maymunları test için tepelerine muz bağlarlar. Fakat muzu görüp uzanmak isteyen maymunları döverler. Dayağı yiyen maymunlar muza el uzatmadıkları gibi, muzu almak isteyen başka bir maymun olursa bu defa dayak yiyen maymunlar ona saldırır. Daha sonra kafese dışarıdan bir maymun bırakılır. O maymun da yüksekçe bir yerde asılı bulunan muzu almaya yeltenir ama diğerlerinden dayak yer. Hatta en çok dayağı da daha önce dövülmüş olan maymun atar.
“O muza senin ceddin de uzanamadı, tarihte böyle bir şey olmadı. Hep hırpalandılar. Senin de uzanıp o muzu alman mümkün değil, hırpalanırsın.” şartlanması maymunların şuur altına atılan en büyük dayaktır.
Bu nedenle bir ideali veya hedefi gerçekleştirmek için azim ve kararlılık gösteren bir toplumu yolundan vazgeçirmek için tarihini değiştirmek veya bozmak, o topluma fiziksel eziyet etmekten daha fazla zarar verir. Fakat “tarihte senin ecdadın dahasını başardı, biz de başarabiliriz, mayamızda bu var” demek büyük bir motivasyon kaynağıdır. Aslana kuzu soyundan geldiğine inandırmak onu öldürmekle eşdeğerdir.
Bu da şu demek değildir: ecdadımızın yaptığı hataları gizleyerek almamız gereken derslerden mahrum olalım. Tarih geçmişe bakar ve geçmiş kaderdir. Kader de takdir anlamına gelir, yani değiştirilemez. Takdir bir plan ve düstur çerçevesinde cereyan eder. Tarih kadere ve plana bakması cihetiyle prensipler çıkararak öğrenilebilir ve gelecekteki olaylarda isabetli adımlar atmamız için rehberlik edebilir. Ancak yalan yanlış bellenmiş bir tarihten aynı etkiyi beklemek mümkün değildir. Çünkü yalan yanlış bilgilerle karartılmış bir tarih geleceğimizi de karartır. Bu nedenle iktidar oldukları toplumlara yeni bir yön vermek isteyenler, yeni ama bozuk bir tarih dayatırlar.
Örneğin Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında ve pek çok eski Osmanlı toprağında, Osmanlı resmi tarih kitaplarında kötülendi. George Orwell’in yalnızca Bolşevik ve Komünist idareler için söylediği “tarihi değiştirme taktiği” pek çok Orta Doğu ve Balkan devletinde Osmanlı tarihini karalamak için kullanıldı.
Yine aynı sebepten dolayı Oryantalistler, Osmanlı ve İslam tarihini eğip bükmekle ilgili derin yıllara dayanan çalışmalarla meseleyi temel kaynaklarda çarpıtmanın dik alasını yaptılar. Kur’an’ın Avrupa’daki ilk çevirisini Güney Fransa’da Cluny şehrinin başrahibi Pierre, ikinci haçlı seferlerinden dört yıl önce yaptırıyor. Böyle bir Kur’an tercümesi yaptırdığı için bazı Hristiyanlar tarafından sapkınlıkla suçlanınca, “Biz İslam’ı yaymak için değil, reddiye yapma imkânına kavuşmak için Kur’an’ı çevirtiyoruz” diyor. Yani iyi niyet yok.
Ortadoğu coğrafyası öyle bir hâlde ki, modern tarih adı altında başvurabileceğimiz kaynaklar genelde oryantalistlerin elinde. Çünkü bizden daha sistemli çalıştılar ve bölgeyi işgal ettiklerinde tarihi kaynaklarımızı ele geçirdiler. Bizim tarihçilerimiz bile kendimizi öğrenmek için Batılıların arşivlerine muhtaç kaldılar. Örneğin İslam Tarihi’nin temel kaynaklarına Prof. Fuat Sezgin Almanya’daki enstitülerin imkânlarıyla ulaştı. Onun gayretleriyle Arap-İslam Bilimler Tarihi Araştırmaları Enstitüsü Goethe Üniversitesi’ne bağlı olarak kuruldu. İslami Bilimler Tarihi Enstitüsü’nün İstanbul’da değil de Almanya’da kurulması dikkat çekicidir. Biz yüzeysel bir merak içindeyken onlar bizim mazimizi dev enstitülerle inceliyorlar.
Oryantalistler Doğu dünyasını kaynaklarıyla beraber kavramak ve ele geçirmek için devlet destekli üniversite düzeyinde ciddi bir altyapı kurdular. Cumhuriyetin ilk yıllarında tarihi vesikalar “redd-i miras” anlayışıyla tren vagonlarında yakacak fiyatına Batı’ya satılırken Batılılar bu belgeler üzerinden sistemli bir arşiv kurdular. Bu yüzden bugün her ciddi tarihçi analitik çalışma yapmak için Batı kütüphanelerine gitmek zorundadır.
Örneğin Hammer’in Osmanlı Tarihi. Uzunçarşılı ve Halil İnalcık gibi isimler de Osmanlı tarihini ilmi şekilde yazdılar. Fakat bunlardan çok önce, 1825-1830 yılları arasında Hammer “Osmanlı Tarihi” kitabını yayımladı. Cemil Meriç’e göre kendi döneminde Osmanlı’nın doğuşundan sonuna kadar anlatan ilk eserdir. Cevdet Paşa’nın “Tarih-i Cevdet”i ise sadece 1774-1825 arası dönemi kapsar. Cevdet Paşa bu eseri yazarken Hammer’den etkilenmiştir, çünkü tanışıyorlardı. Bu durum, Osmanlı tarihi alanında çalışacak herkesin bir şekilde Hammer’e dayanmak zorunda kalması anlamına gelir. Hammer’in yanlışları olsa bile, bizi bize tanıtan bir yabancı olması büyük bir risktir.
Halil İnalcık bile tarihçiliğini İngiltere’deki eğitimine borçludur. 1947’de İngiltere’ye gitti, arşivlerde iki yıl çalıştı ve Palvi Tek adlı bir akademisyenden etkilendi. O da Osmanlı tarihiyle ilgileneceklerin Avrupa arşivlerinde çalışmaları gerektiğini söylerdi.
Tabii Batı’ya gidip araştırma yapanların hepsi kötü niyetli değildir. Ancak ciddi araştırma yapmak istiyorsan yolun bir şekilde oryantalist düşünce yapısıyla şekillenmiş akademilere düşer.
Yahudi asıllı Meryem Cemile’nin “Oryantalizm” kitabında yazdığına göre, Batı dünyasında İslam’a karşı yürütülen kültürel savaş devlet destekli şarkiyatçılık merkezleri ve bu merkezlerde yapılan akademik yayınlarla sürdürülmektedir. Batılılar tarafından planlanan İslam ülkelerindeki eğitim sistemleri Batı’nın üstünlüğünü telkin eder. Müslüman kadınlara “özgürlük” adı altında dayatılan yaşam tarzı da aslında Batı kültürünü benimsetmekten ibarettir. Cemile’ye göre oryantalizm, İslam’ın tarafsız incelenmesinden çok, gençlerin kendi dinlerine yabancılaşmasını hedefler.
Bu durumu, Kudüslü Hristiyan bir ailenin evladı olan Edward Said’in tespitleriyle de anlamak gerekir.
Yakın ve uzak tarihimizin şekillenmesinde Oryantalistlerin bir etkisi olma ihtimaline karşı, tarihimizdeki olumsuzluklar hakkında “ya böyle değilse?” sorusunu kendimize sormak zorundayız. Diktatörlük haline gelen güçler veya Batı’ya dayanan yapılar, tarihimizi kendi çıkarlarına göre dizayn ettiler. Bu nedenle önce doğru tarih kaynaklarını belirlemeli, sonra nesillerimizi bu doğru tarih bilinciyle buluşturmalıyız. Son yüzyılda dinimiz ve ahlakımız çerçevesinde yeniden var olma mücadelesi veren ilim, fikir ve aksiyon insanlarının bilgi birikimleri tesadüf değildir.