Demokrasinin ders kitabı tariflerinden biri, iktidarların bir ya da iki dönem sonra değişebilir olmasını demokratik anlayışın önemli egzersizi olarak sayar. Aynen su gibi aktıkça yenilenip, aktörleri değiştikçe dinamizmi artan ve kirlenme riskini tamamıyla ortadan kaldırmasa da en aza indiren bir tecrübeden bahsediyoruz.
“İktidara geldim. Artık seçim ile gitmem!” ısrarları yaşadığımız coğrafyada örnekleri eksik olmayan kötü demokrasi arızalarından. Bu akildanelerin bir başka huyu daha var; ruh ikizi olan liderlerin de iktidarda kalmaları için uğraşmayı kendilerine iş ediniyorlar. Kim onlara dayıbaşılık ya da değnekçilik görevi verdiyse?
Mevcut iktidar ve ortağı özelde komşu ülkeler, genelde de Ortadoğu'daki hükümet değişikliklerini yakından takip ediyor imajı vermeye bayılıyorlar. Akıllarınca devlet-i aliyeden rol çalıp, kendi çaplarında bölgede ABD rolüne soyunuyorlar. Destekledikleri adaylar kazanamayınca mızıkçılık çıkarmakta cabası!
Yakın ilişkide oldukları Irak, Suriye, Libya ve şimdi de Kıbrıs'ta tesirli olduklarını her fırsatta tekrarlıyorlar. Adı geçen ülkelerde vehmedilen itibarın öşürüne ulaşsalar, yeri göğü inletirlerdi ama, heyhât! Türkiye'nin halini görenler “Tilki kendi yuvasına sığmaz bir de kuyruğuna çalı bağlarmış!” benzetmesini boşuna yapmıyorlar. Yabancı siyasi gözlemciler Türkiye'nin bütün iddialarının kağıt üzerinde kaldığında hemfikirler. Her ay yeni bir petrol yatağı ya da doğalgaz rezervi bulduğunu iddia eden iktidar yüzleri bütün inandırıcılıklarını kaybettiler.
Birkaç hafta önceye kadar Kıbrıs'ta seçim olacağı hakkında yakın bir medya takibi yoktu. İktidarın desteklediği adayın kazanacağına dair rehavet, seçimler sonuçlarının açıklanmasından sonra hayal kırıklığına dönüştü. Kıbrıs'ı illegal işlerin dünyaya açık limanı olarak kullanan iktidarın, kısa vadeli çıkarlarının aksama riski yüksek. Akdeniz'de herkesin çat kapı girebildiği küçük ada mevcut hali ile büyük bir geçiş koridoru.
Koltuk değneği ittifak ortağının Kıbrıs merakı, efsane liderleri Türkeş'in doğum yeri olmasından kaynaklanmıyor. Efsane de olsa, parti liderlerinin doğduğu yeri anavatan toprağına katmak ya da ana karanın bir uzantısı saymak duygusal bir saplantı. Durumdan vazife çıkarıp, ülkenin başına yeni sorunlar açmak niye? Duygusal bağlılık ile realitelerin çarpıştığı yerde akli melekeleri korumak yetişkin ve rüşte ermiş siyasilere müyesser. Son üç çeyrek asırdır biz bu bahtiyarlıktan mahrumuz. Milliyetçi-muhafazakar liderin, Kıbrıs'taki son seçim sonuçlarından sonra, adanın bütünüyle Türkiye'ye katılması gerektiğindeki ısrarı akl-ı selim kıtlığının devam ettiğini gösteriyor.
İktidar ve ortağının normal bir zeminde siyaset yapma kabiliyeti neredeyse tükendi. Son iki yıldır İsrail-Filistin krizi ile uğraşarak iç cepheyi bir arada tutmaya çalıştılar. Ortadoğu'daki bitmeyen savaşın parçası olmaya can atıyorlardı ancak, kriz beklediklerinden önce bitiverince, fatih ve fetih heyecanları boğazlarına düğümlendi. Hızını alamayan yavru ittifak ortağının aklına ilk gelen Kıbrıs'ı anavatan topraklarına katma oldu. Bu konuda Saray ile farklı düşünmelerinin tek sebebi sıralama hatası. Sırada Suriye ve Gazze varken yeni cephelerin ne gereği var?
Ekonomi Bakanı, ekonomik krizi bölgedeki gerginlik ile aklileştirmeye çalışıyor. Sınır komşusu bile olmadığımız siyasi gerginlik, Türk Ekonomisi'ni entübe'ye sokuyorsa, o zaman Saray ve ortağını meşgul edecek ve harp-darb şehvetlerini dağıtacak az masraflı eğlenceler bulmak gerekiyor. İşin kötü tarafı bizim devletliler iktidarı bırakma niyetinde olmadıkları için, emeklililerinde ne yapacaklarını bilemiyorlar.
İktidar ve ortağının kurulu sistemi idare etmekten aciz iken hala yeni işgal ve iltihaklardan bahsediyor olmaları akla ziyan saplantıların ötesine asla geçemeyecek. İşin asıl ironi tarafı, Kıbrıs'taki siyasi değişimi içine sindiremeyen iktidar ortağı, geçen yıl başlayan çözüm sürecinin de baş aktörü. Kıbrıs'a bu muameleyi layık gören kudretli siyasiler, aylardır milim kıpırdamayan ve İzmir Marşı'na tempo tutup iki ileri bir geri rutinine gömülen sürece neleri layık görürler bir düşünün!