Bu yıl Nobel Ödülleri sahiplerinin açıklandığı günde ilginç bir haber vardı. Kazanmalarına kesin gözüyle bakılıp, nal toplayanları kasdetmiyoruz; aman heyecanlanmayın. Sonuçların açıklanmasından sonra hayal kırıklığına uğrayanlar “Nobel ödülü artık değerini kaybetti!” diyerek teselli buldular. Yerel seçimlerde olduğu gibi, onlar kazanana kadar Nobel de meşruiyet(!) krizini aşamayacak.
Ödül heyeti, tıp dalında ödüle layık görülen Amerikan bilim adamı Fred Ramsdell'e ulaşılamadığını duyurunca, herkes biraz endişelendi. İnsanlara ulaşma hızının on saniyenin altına düştüğü iletişim çağında, birine ulaşamamak ne demek? Böyle bir haber okuyunca, insanın aklına iyi ihtimaller gelmiyor. Neyse Ramsdell o gün, günlük rutinlerinden olan dağ gezintisine çıkmamış mı? İçimiz rahatladı. Hem başına bir şey gelmemesine hem de insani reflekslerin nadir elemenlerinden olan onurlu duruşun bir örneğine daha şahit olduğumuz için çifte sevinç yaşadık.
Aday gösterildiğinden ve ödülün ilan tarihini takviminde işaretlemiş olma ihtimali ile sözkonusu ilim adamının o günü iple çekiyor olması gerekmez miydi? Bu ilim adamının ödülü alması kadar bu eyvallahsızlık ve mesleki onuru konusundaki nezaketi dikkatimi çekti. Böylesi yüksek kaliteli üretimlere eskisi gibi fazla rastlanmıyor. Bir şekilde ödüllendirilmekten memnun olmak ayrı ama, sevindirik olmak ayrı şeyler.
Nobel gibi prestijli bir ödülü hafife almak, görmezden gelmek ya da ara sıra yanlış siyasi tercihlerinden dolayı yok saymak gibi bir eğilimimiz hiç olmadı. Ancak şimdiye kadar bütün tercihlerinde isabet ettiği söylenemez. Özellikle barış ve demokrasiyi esas alarak yapılan tercihler hemen her yıl tartışmalara sebeb oluyor
Nobel'in bilim ve edebiyat kategorisi çoğunlukla tartışma konusu olmuyor. Yazar ve bilim adamlarının katkıları gözle görünür elle tutulur şeyler. Ama iş, dünya barışına katkı ödüllerine gelindiğinde, çoğunlukla diktatör ve baskıcı idarelere karşı toplumsal vicdani destekleyenler öne çıkıyor. Ödül sahiplerinin daha sonraki tavır ve tercihlerindeki değişiklikleri almış oldukları Nobel Ödülü meşrulaştırma gibi bir ayrıcalık oluşturmuyor. Nitekim Myanmarlı siyasi aktivist, Aung San Suu Kyi 1991'de ülkesindeki despot askeri idareye muhalefetinden dolayı ödüle layık görülmüş. Neden sonra 2019'da Rohingalı müslümanlara yapılan haksız baskıları meşru gördüğü için ödül komitesi tarafından ödülün geri alınması teklif edilmiş. Nobel Komitesi'nin ödülü geri alma gibi bir uygulaması yok ancak, Suu Kyi'nin tavır değişikliği uluslararası şöhretini zedeledi. Köprüyü geçene kadar demokrat, karşı kıyıya geçince despotperest oluvermek pek şık durmuyor.
Bu yıl barış ve demokrasi ödülü Venezuela'nın Saraylısı Madura'ya muhalif Maria Corino Machado'a verilince başta yarı final adayları -bu kategoride ABD Başkanı Trump-, daha sonra da adaylarının kaybetmesinden derin üzüntü duyanlar. Onlara ne oluyorsa? Acaba Türkiye'de olduğu gibi “Bu sene Trump'a, seneye de bizim Saray'a neden olmasın?” diye mi düşünüyorlar dersiniz? Başlarındaki liderlere ölümüne tutkun meczup taraftarlar “Bizim gül gibi liderimizin neyi eksik? Boy desen boy. Karizma desen, âlâsı. Yürüyüş desen, yeri görü inletiyor!” alınganlıklarını dillendirmekten çok cömertler. İyi ama bu özellikler barışa katkı için değil daha çok Oscar ödülleri için sözkonusu . Elma ile armudu birbirine karıştırmak böyle bir şey olsa gerek.
ABD Başkanı Trump, birkaç yıldır Nobel Ödülü için sıra bekliyordu. Bu yıl da, İsrail-Filistin meselesine katkısından dolayı kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Komitenin aday kabulleri tarihine yetişmediği için bir yıl daha sabredecek. Şimdiye kadar İsrail-Filistin krizine az da olsa katkıda bulunanlara Nobel Ödülü verilmiş. 1978'de yapılan Camp David anlaşmasının iki tarafı, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menachem Begin ödüle layık görülmüşler. 1992'deki ilk Oslo görüşmesi Arafat'a Nobel ödülü getirmiş. Görülen o ki, bu yıl olmadı ama gelecek yıl, büyük ihtimalle Trump televizyon başında ödülün kendisine verildiğini duyacak!
Nobel Ödülü'nü reddeden insan sayısı bir elin parmakları kadar. Bunlardan en meşhuru 1964'de edebiyat dalında ödüle layık görülen Fransız Düşünür Jean-Paul Sartre. Ünlü yazar sadece Nobel değil, yazı ve düşüncelerinin herhangi bir kurum ya da kuruluş tarafından ödüllendirilmesini, okuyucularının hür iradelerini baskı altına alacağı düşüncesi ile reddetmiş. Sartre, ödülü kabul etmenin kendi düşünce hürriyetini gölgeleyeceği kanaatinde çok ısrarlı.
Uluslararası ödüllerin ilginç bir karakter testi olduğu nedense gözümüzden kaçmış. Ne pahasına olursa olsun almak için yırtınanların yanında, ayağına yuvarlanan ödülü elinin tersiyle iten ve mesleki onuru ile yaşamayı tercih edenler eksik olmuyor. Sosyal medya takipçi sayısını artırmak için her türlü akrobasiyi deneyen karakter özürlü tipleri görünce, ödül günü dağ yürüyüşünü ihmal etmeyen bilim adamı ile üç çeyrek asır existential felsefenin önemli isimleri arasında haklı yerini koruyan Sartre'ı bir kez daha takdir ettik.