Bizim Hikayemiz!

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

13 Şub 2020 12:25
  • İnsanların canavarlaştığı, birbirini yediği… adaletin ayaklar altında çiğnendiği... insafın, vicdanın, merhametin tamamen kuruduğu… kimsenin, kendi hakkını müdafaa edemediği… karar veren hâkimlerin bile kendilerini zindanda bulduğu… samimi ve masum insanların yok edildiği bir hikaye bu… 

    Hâbiller-Kâbiller… Faustlar-Mefistolar… Hz. Yusuf ve kardeşleri… Firavunlar, Nemrudlar… Ebu Cehiller…Abdullah İbni Selüller… Habib-i Neccarlar, Havariler… Sahabiler… Er oğlu erler… hız kesmeden roller üstlenmişler bu öyküde… 

    İyi ve kötünün hikayesi…
    Sevgi ve düşmanlığın mücadelesi…
    Şeytan ve insanın oyunu…

    Korku, nefret, kin, öfke ve haset yok etmeye çalıyor yine iyiliği, güzelliği…sevgi ve hoşgörüyü. İblis yine bulmuş bu asırda güçlü avenelerini… dilsiz şeytanlarını…vicdansız zalimlerini… Gariplerin kaderi olmuş yine ezilmek, horlanmak…yok edilmek.

    Ashab-ı Kehf yine bozulmuş bir toplum içinde mecburen tercih etmiş gaybubeti… Hazreti Musa’nın Hazreti Hızır’la yolculuğu bütün hikmetleriyle yaşanıyor tekrar… Hazreti Zülkarneyn’in seferleri Meriç’ten, Ege’den geçiyor bu hikayede…  

    Sevda yolunda yürüdükleri için başlarına sağanak sağanak belâ ve musibetler geliyor bu oyunda masum insanların… Şeytanlar, ordularını seferber etmişler: “Ateş!” diyorlar. Şakır şakır mermiler yağıyor üzerlerine... “Terörizm” mermileri... “Asi insan” mermileri... “İtibarsızlaştırma” mermileri…“Yokluğa mahkum etme” mermileri…  “Soykırım” mermileri… yağıyor da yağıyor…  

    Ne mutlu bu öyküde zulme uğrasa da masum kalanlara… Müjdeler olsun insî-cinnî şeytanlara rağmen Mü’mince davrananlara!.. Cenâb-ı Hakk’ın vikayesine, himâyesine sığınan müttakîlere… En acı günlerinde de…en lezzetli ve en tatlı günlerinde de hep O’na sığınmayı birinci vazife bilen kahramanlara ne mutlu!..

    Kardeşler, bacılar, evlatlar, çocuklar, bebekler, gençler, ihtiyarlar… şerden kaçarken deryada boğulanlar… eşkıya tarafından derdest edilip yakalananlar… gurbet diyarlarda onlara samimi kucağını açanlar… o sinesini açanlara misafir olanlar… seferberlik zamanı deyip yola düşenler, kahramanları bu hikayemizin…

    Mağduriyet ve mazlûmiyetler içinde yaşamaya zorlanan masumlar… bulunduğu vazifeden ihraç edilen insanlar… hiçleştirilen... itibarsızlaştırılan yüce kametler… aç-susuz bırakılan gönüller… “Ölsünler!” denilen karasevdalılar… “Gebersinler bizi kabul etmeyenler!” denen sevgi dolu yürekler… tarih sahnesinde en güzel rollerini oynuyorlar.

    Üç-beş kuruşa satılmayan hasbiler olarak bu oyunda yerlerini almışlar. Her şeye rağmen, baş koydukları karakterlerde oynamaya kararlı bulunuyorlar.

    Onlar rollerini ‘Havariler’den, ‘Sahabîler’den…bütün meşakkatlerine rağmen Hakk yolunda yürüyenlerden… geride silinmez izler bırakanlardan… onların izlerini takip eden milyonlardan öğrenmişler.

    Günümüz nesillerine sahabeyi anlatmanın yanında mutlaka onların karşısına sahabe gibi yaşayan insanlar olmaları gerektiğini bu son oyunda daha iyi anlamışlar.

    Kendilerine anlatılanların tarihin bir döneminde kalmayacağını, aynı fedakârlık ve diğergâmlık duygularıyla hizmet etmeleri gerektiğini yakinen idrak etmişler. 

    Zira, yaşatmak için yaşayan fedakâr insanlara ihtiyaç var bu hikayede.... “Yaşatmıyorsam, yaşamamın da bir anlamı kalmamıştır.” diyecek ölçüde kendilerini insanlığa hizmete adamış karakterlere… Başkalarının boy atıp gelişmesi adına su olup onların dibine akmaya, toprak olup onları omuzlarında taşımaya, güneş olup şualarını onların başından aşağı boşaltmaya adanmışlar rol alabilirler ancak bu senaryoda. Samimi olabildiği ölçüde fedakârlık ortaya koyabilen peygamber âşığı, sahabe sevdalısı oyuncular...

    Bu oyunda doğru rol kapmak öyle kolay değil… Şi’b-i Ebî Tâlip’te boykota maruz kalmadan, “Falancalar teröristtirler!” tehdidine, tahkirine, tezyifine muhatap olmadan çok zor bu rolleri almak… Haktan, hakikatten mahrum edilmeden…preslenmeden… yurttan, yuvadan, evlattan, aileden edilmeden mümkün değil… 

    Omuzdakiler sökülecek, göğüstekiler dökülecek… makamlar ellerinden alınacak… alın teriyle kazanılan şeyler gasp edilecek… ve bütün bunlar yapılırken de çok komik iddialarla bahaneler oluşturulacak: “Sen suçsuz olduğunu ispat et!”…  

    Hazreti Mesih’in havarileri çok doğru senaryolar bırakmışlar zulme uğrayan bu masumlara... Yâsîn Sûresi ile anlatılanlar Hazreti İsa’nın (as) elçileri. Antakya’ya gelmişler. Habîb-i Neccâr, onlara ilk inananlardan bir tanesi... 

    Hak ve hukuk noktasında sıkıntı çeken ya da nasıl davranması gerektiğini bilmeyen Müslümanlara bir model sunuyor Habîb-i Neccar…

    "Şu şehir ahalisini onlara örnek ver! Hani oraya (İsa Aleyhisselam’ın yanındaki gönül insanlarından) elçiler gelmişlerdi. Biz o zaman onlara iki elçi göndermiştik de her ikisini de yalanlamışlardı. Biz de bir üçüncü ile onları desteklemiştik ve: ‘Biz size gönderilmiş elçileriz.” demişlerdi. O halk ise: 

    “Siz, bizler gibi insansınız; başka bir şey değilsiniz. Hem Rahman da hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler. Elçiler de (bu söze karşı) şöyle söylediler:
    "Açıkça tebliğden başka bir şeyle yükümlü değiliz biz."
    Ahâli dedi ki: "Uğursuzsunuz siz, şayet vazgeçmezseniz, sizi taşlarız, acı mı acı bir azap size dokundururuz."
    Derken... şehrin öte başından, koşarak bir adam (Habîb-i Neccar) geldi ve onlara dedi ki: 
    "N'olur ey kavmim! Gelin siz bu gönüllü elçilere uyun! Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun! (Bana gelince,) neden beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah’a kulluk etmeyeyim?" (Yasin Suresi, 13-22)

    Habîb-i Neccar  sözlerini bitirince halk üzerine çullanıp onu şehit ettiler. Mübarek naaşı yere serilince Allah tarafından:

    "Ona "Buyur cennete gir!" denildi. O ise halkını hatırlayarak: "Ah halkım bir bilseydi!" dedi. "Ah bir bilseler: Rabbimin beni affettiğini, beni ikramlara gark ettiğini!" (Yasin Suresi, 26-27)

    Ah bir bilselerdi… Bugün dini biliyor gibi görünen insanların yaşanan zulümler karşısında sesini çıkarmamalarından dolayı nasıl kötü bir rol oynadıklarını… Sahnede şeytanın bayrağını dalgalandırdıklarını bir bilselerdi… 

    Onların kötü rolüyle, masumların zindanlara atılıp işkence edildiğini, ailelerin parçalandığını; kadın, kız, çoluk, çocuk, genç-yaşlı denmeden herkesin mağduriyete, mazlumiyete uğratıldığını, sindirilmeye çalışıldığını bir görselerdi… 

    Önceki asırların bütün Mefistoları yine gazaplarıyla, kin ve nefretleriyle, hasetleriyle… sınır tanımayan zulümleriyle bizim hikayemizin kötü karakterleri olmuşlar… “Sen yapıyorsun, ben yapamıyorum; dolayısıyla seni yok etmem lazım benim! Meseleyi kökten kazımayınca rahat edemem; bunlar her zaman başımı ağrıtır! Hatta bunları tanımış, bunları takdir etmiş insanları bile derdest etmeliyim, bütününün kökünü kazımalıyım!” 
    Ellerinde baltalar, balyozlar, külünkler; yapılan güzel şeylerin tepesine indirip kaldırıyorlar, yıkmak için… 

    Cenâb-ı Hak, sabredip mücâhedelerini sonuna kadar götürenler ile yarı yoldan dönenleri ayırt edip yaptıkları amelleri onlara da göstermek için bu imtihan sahnesini açmış… Bizi bu hikayenin içine koymuş… Herkes kendi rolünü oynasın ve karakterinin gereğini ortaya koysun diye…  Kim doğrudur, kim yalancıdır; bunlar, ilm-i İlahî’de sabit. Fakat onların davranışları şart-ı âdî; o şart-ı âdîye bağlı olarak karakterler ortaya çıksın, herkes ne kadar insan imiş görülsün, bilinsin!..

    Bu sahneyi Allah kurmuş ise, o, yıkılmaz ve öyle zalimlerin eliyle de o oyun durdurulamaz. Fakat muvakkaten bir fetret dönemi yaşanabilir her zaman. 

    Yıllardan beri ortaya konan fedakarlık ve gayretlerle yapılan Hizmetlerin tahribe uğraması, yıkılması, mutlaka iyilerin kalbinde bir ukdeye sebebiyet veriyor; tekme yemiş gibi bir sarsılabiliyor...  

    Fakat, hikayemizin günümüzdeki Başkarakteri bize oyundaki duruşumuzu hatırlatıyor:
     
    ‘Mü’min sarsılsa bile asla devrilmez, ilelebet kapaklanmaz; sendeler fakat kalkar doğrulur, yine yolunda yürür, Allah’ın izni ve inayetiyle. Bir mü’min -tek başına bile kalsa- Allah’ın izni ve inayetiyle, hiçbir zaman pes etmez.’

    ‘Hayırlı işlerin muzır mânileri olur. Şeyâtîn-i ins u cin, bu hizmetin hadimleri ile çok uğraşırlar!’ diyor bu hikayenin mukaddimesini yazan Çağın Eşsiz Güzeli… 

    “Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekva etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmanü’r-Rahîm’in rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücud rengi verme. Bu saati düşün, sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman edna bir kuvvetle merkezi harap eder.”

    “Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı harca. Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfât-ı uhreviyeyi ve fâni ve kısa ömrünü uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekvâ yerinde ferahlı bir şükret. Tamamıyla derin ve ferah bir nefes alarak, “Elhamdülillâh!” de… (Lem’alar) diyor. 

    Bu rollerde, aldanan olup da aldatan tarafta olmadığın için şükret! diyor… İyilik yapıp da kötülük yapan tarafta olmadığın için yere koy alnını!.. 

    Doğru yolda, Allah’a doğru yürümek mi…yoksa dünyada birilerine yalakalık yapıp bazı şeyler elde etmek mi?!.. 

    Allah’a hamd ü sena edelim ki, bizi zalimlerle aynı safta eylemedi; kimimize iradi kiminize cebri hicreti lütfetti, kimimize de mahrumiyet ve mağduriyetleri bir arınma ve yükselme vesilesi kıldı.

    Allah’a binlerce hamd ü senâ olsun ki, bilerek dünya hayatını âhiret hayatına tercih etmek suretiyle ebedî bir hayatı kaybetme bahtsızlığına/talihsizliğine Allah maruz bırakmadı. 

    Şeytan ve insan oyunu şu anda da devam ediyor… ve bu manada oyun, kıyamete kadar da sürecek…

    Bizim hikayemizin kahramanları Sahabe-i Kiram efendilerimizle bugün aynı hikayede buluşmuş gibiler… Yaşantılarıyla öyle bir hikaye yazmak istiyorlar ki gelecek nesiller onları hayırla yad etsinler… Üstadın ifadesiyle ‘Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!’ denildiği zaman tükürükleri yüzlerine gelmesin... 

    Daha fırsat varken hangi yolu takip ettiğimize, hangi bayrağı dalgalandırdığımıza iyi bakalım… Duygu ve düşüncelerimizle, hâl ve hareketlerimizle firavunların, zorbaların yolundan mı gittiğimizi yoksa Peygamber yolunu mu izlediğimizi sık sık gözden geçirelim. 



    13 Şub 2020 12:25
    YAZARIN SON YAZILARI