Farklı görüşler rahmet tecellisidir

Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

17 Haz 2020 14:23
  • Kur’ân ve onun birinci derecede açıklayıcısı olan Sünnet, her dönemdeki Müslümanın ana kaynakları olmuştur. Mü’minler, bu iki temel kaynak ışığında dünya ve âhiret hayatlarını şekillendirmiş ve önlerine çıkan problemleri de yine onların ışığında çözmeye çalışmışlardır. 

    Allah Teâla insanların tek tip ve tek düşüncede olmasını murat buyurmamış, dil, renk ve düşünce bakımından onları farklı yarattığı gibi, gönderdiği kitap ve peygamberler açısından da farklı kılmıştır. 

    İnanç ve ahlak prensipleri değişmemekle beraber, fıkıh ve insan hayatının değişik yönlerine müteveccih konularda, bir peygamberin getirdiği ilkeler diğerinden farklı olmuş, hatta aynı ibadet cinsinde bile, nitelik ve nicelik bakımından birbirinden farklı uygulamalar yaşanmıştır. Mesela namaz ve zekât gibi her peygamber döneminde câri olan ibadetlerde bile, birebir bir benzerlik söz konusu değildir.      

    Yukarıdaki özelliğin farklı bir yansıması, aynı zamanda Kur’ân ve Sünnet’in kendi içinde de mevcuttur. Açık ve belirgin olan muhkem âyetlerin yanında, birden fazla anlama ihtimali olan müteşâbih âyetler de vardır. Yine Hz. Peygamber’den (s.a.s.) bize ulaşan nebevî uygulamalarda, birden fazla rivayetin mevcudiyeti ve bazen bir rivayetin farklı anlamlara gelme ihtimali de, açıkça bilinen gerçeklerdendir.

    Şu gerçek açıkça söylenebilir ki, inanç ve ahlak konularının dışında, özellikle de ibadet ve muamelatla ilgili naslar, her zaman için ahkâm açısından farklılık ve renklilik gösterebilmiştir. Nitekim İslam dünyasındaki ilk dönemden itibaren hem inanç ve hem de muâmelât açısından birbirinden farklı mezheplerin/ekollerin ortaya çıkması da, bunun açık bir göstergesidir.

    Bu açıdan bakıldığında, aynı âyet ya da Sünnet rivayetinden bir âlim bir hüküm çıkarmasına karşın, aynı nastan başka âlimler, daha farklı hükümler çıkarabilmişlerdir. Ve bu gerçek, hiçbir zaman da yadırganmamıştır. Zaten aslında böyle bir durumun yadırganması yadırganmalıdır. Hatta aynı mezhep içerisinde bile birbirinden farklı üç hatta bazen daha fazla görüşün varlığı da, yine inkârı mümkün olmayan gerçeklerdendir.

    Mesela Hanefi mezhebinde aynı konuda bazen İmam A’zam ayrı, İmam Muhammed ayrı, İmam Ebû Yûsuf ayrı ve İmam Züfer de ayrı bir hüküm çıkarmıştır. Bunda yadırganacak bir durum söz konusu değildir, zaten olamaz da.

    Zamanla, yeni yeni ortaya çıkan bir takım konular hakkında da İslam âlimleri, ya yukarıda işaret edilen Kur’ân ve Sünnet’in naslarını kullanmış, şayet bu iki kaynakta nas yoksa, bu defa icma’, kıyas, istihsan gibi yollarla meseleye açıklık getirerek, Müslümanların bu alandaki ihtiyaçlarını gidermişlerdir.

    Müslümanlar da yaşadıkları bölge ve şartlara göre, gerek inanç ve gerekse fıkhî açıdan, farklı olan herhangi bir mezhebi/ekolü seçmiş ve dini hayatını buna göre yaşamaya çalışmışlardır.  

    Buradan güncel bir konunun tartışılmasına gelmek istiyorum. Zaman zaman karşımıza hayatımızda daha önce olmayan konular girebilmektedir. Bu yeni durumların bazen naslarda hükümleri açıkça olmayabilir. Bazen açık gibi görülse de,  bu naslardaki kelimelerin ve cümlelerin anlamları, birden fazla anlama gelerek, farklı hükümleri netice verebilir. Bazılarına göre farz, vacip, müstehap gibi hükümler alabilir. İşin mütehassısı olan bilginler de, işte bu naslardan bunlardan kendi bilgi, beceri ve düşünceleriyle içtihad ederek farklı hükümler çıkarabilirler. Böylesine bir sonuç da gayet normaldir ve asla yadırganmamalıdır. Nitekim benzeri farklılıkları geçmişte inanç bakımından Eş’arilik-Maturidilik, amel bakımından da, meşhur olanları itibariyle Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik ve Mâlikilik olarak bilinmektedir.   

    Burada dikkat edilmesi gereken önemli husus, işaret edilen bu farklılıklar, hiçbir zaman ayrılıklara, kırgınlıklara, darılmalara ve dalgalanmalara sebep olmamalı ve birbirimizi kırıcı üsluplara taşmamalıdır.

    Ne hükmü veren kimse, ne de hükme uyan kimseler, birbirlerine karşı itham edici, ağır sayılabilecek sözleri ve cümleleri sarfetmemelidirler. Netice itibariyle bu hükümler olsa olsa bir içtihad olabilir. İçtihadlar da her zaman birden fazla ve farklı olabilir. Nitekim ne İmam A’zam, talebeleri olduğu halde İmam Muhammed, İmam Ebû Yûsuf ve İmam Züfer’i, bu farklı içtihadlardan dolayı engellemiş ve darılmış, ne de onlar farklı düşündükleri için hocalarına karşı nezâket sınırlarını aşmışlardır. Nitekim biz de günümüzde onların bu şekliye verdikleri farklı fetvaların esnekliğinden, çoğu kez istifade etmiş oluruz.

    Yine bizim temel kaynaklarımızdan olan hadis ve fıkıh eserlerine bakıldığında, birbirine zıt rivayet ve görüşlerin, hiç çekinilmeden aksine bir zenginlik olarak arka arkaya zikredildiği görülür. Benzeri bu güzel örnek, pekala günümüzde de uygulanabilmelidir. Dolayısıyla farklı iki görüş seslendirilebilmeli, herkes rahatlıkla ve çekinmeden ulaştığı neticeyi ortaya koyabilmeli, gerisi de insanlara bırakılmalıdır.  

    Yukarıdaki durum, herhangi bir konuda içtihad edip hüküm ortaya koyanlar açısından geçerli olduğu gibi, onların bu içtihadlarına uyanlar için de söz konusudur. Yani bu kimseler, farklı mezhep ve görüş sahibi oldukları halde, bir arada kardeşçe yaşamış, cehalet ve bağnazlığın yaşandığı istisnai zamanlar dışında, bu farklılıklar hiçbir zaman aralarında bir ayırım ve üstünlük konusu edinilmemiştir.  

    Oldukça sıkıntılı bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde insanlar, NETWORK MARKETİNG diye ifade edilen ve farklı içtihadların olabileceği, olmasının da gâyet normal kabul edilmesi gereken bir konuda, medyada yazılıp kanaat belirtilmesinden dolayı, aslında olmaması gereken bir takım aşırı tepkiler ve itham sayılabilecek sözler ortaya çıkmıştır. Hatta bazen bu tepkiler, değerlerimizi bile yıpratacak doza ulaşabilmiştir. 

    Halbuki yukarıda da temas edildiği üzere, içtihad alanına giren konularda, daha temkinli olunmalı, örneğin yazımızın konusu olan NETWORK MARKETİNG hakkında ne cevaz verenler ile ona göre amel edenler göklere çıkartılmalı, ne de onu caiz görmeyip amel etmeyenler yere batırılmalıdır. 

    Bu türden meseleler karşısında daha dikkatli olmalı, saygı ve sevgi sınırını aşarak birbirimizi asla hırpalamamalıyız. Her iki görüşün de doğru olma ihtimaline karşı, görüş sahipleri birbirini ithamdan kaçınmalı, kim hangi görüşü benimserse benimsesin, neticede bunun içtihadi bir fark olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Ayrıca içtihad ve fetva dinin özü, esası olmadığı gibi mukaddes de değildir. Ruhsat bulunan hususlarda insanın ruhsat veya azîmete göre amel etmesi serbesttir. 

    Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

    17 Haz 2020 14:23
    YAZARIN SON YAZILARI