İslam'da Peygamberlere Saygı

Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

07 Kas 2020 14:28
  • Allah Teala, insanlar arasından bazı kimseleri, peygamberlik gibi özel ve önemli bir görev için seçmiştir. Bu seçkin kullar, Allah’tan aldıkları ilahi mesajları, eksiksiz, kusursuz ve hiçbir şeyden çekinmeden insanlara ulaştıran peygamberlerdir. 

    İslam inanç esasları bakımından peygamberlerin ayrılmaz ve zaruri kabul edilen beş temel özelliği vardır ve bunlar peygamberler için zaruri sıfatlardır. Sıdk, emanet, tebliğ, fetânet ve ismet. 

    Mü’min, ayrım yapmadan bütün peygamberlere inanır. Bu yaklaşım, imanın temel şartlarındandır. Kur’ân’da peygamberler için kullanılan hitaplar, tasvirler ve nitelemeler oldukça dikkat çekicidir. 

    Kur'ân-ı Kerim, bütün peygamberlerin uyulmak ve örnek alınmak için gönderildiğini belirtir. Onların hayatlarında en küçük bir kayma, inhiraf ve falsonun olmadığını, bu güzîde kulların en şerefli görev olan Allah’ın elçiliğini yaptıklarını hatırlatır. Bununla da onları saygın birer peygamber, dünya-ahiret dengesini kurduran birer rehber ve ilahi sırlara vakıf birer örnek olduklarına dikkatleri çeker.  

    Kur’ân-ı Kerim, her devirde Allah Teâlâ’nın insanlara nebîler ve resûller gönderdiğini ve kanunları, kâideleri, ahlaki prensipleri, dua ve zikirleri ihtiva eden suhuf/sahifeleri ve kütüp/kitapları vahyettiğini sıklıkla hatırlatır. Çok sarih bir şekilde Hz. İbrahim’in Sahîfe’lerinden, Hz. Mûsâ’nın Sahîfe’lerinden (yahut Tevrat’tan), Hz. Dâvûd’a gelen Zebûr’dan ve nihayet Hz.Îsâ'ya gelen İncil’den bahseder. Aynı zamanda Allah Teâla her peygamberden, kendinden sonra gelecek olan peygambere iman için söz aldığını hatırlatır ki, bu da peygamberler arasındaki birbirlerini kabul etmenin ve aynı zamanda birbirlerine olan saygının bir tezahürüdür.
    Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatı dikkatle incelendiğinde, kendisinden önce elçilik yapan peygamberlere karşı ne denli saygılı davrandığını ve onlar hakkında insanların zihinlerinde meydana gelebilecek olumsuzluklara karşı ne denli dikkatli olduğu açıkça görülür. 

    Mesela bir defasında Hz.Yunus (a.s.) için: “Hiçbir kulun veya kimsenin: “Ben, Yunus b. Metta'dan daha hayırlıyım!”demesi uygun olmaz.”(1) buyurmuş, başka bir defasında da: “Her kim: “Ben Yunus b. Meta’dan daha hayırlıyım derse, kesinlikle yalan söylemiştir.” buyurmuştur. 

    Hz.İsa’yı: “Ademoğlundan doğduğu vakit, şeytanın dürtüp de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsa hariçtir”(2) sözüyle, başka bir defasında da: “Ben, dünyada da ahirette de Meryem oğlu İsa’ya insanların en yakınıyım. Benimle onun arasında başka bir peygamber yok. Peygamberler, anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir.”(3) sözüyle yüceltmiştir.  

    Hz.İbrahim’i (a.s.): Kendisine “Ey yaratılmışların en hayırlısı diye hitap edilince: “Bu söylediğin İbrahim aleyhisselam'ın vasfı’dır.”(4) mukabelesinde bulunmuş, başka bir defasında ise insanların en hayırlısının kim olduğu sorulunca da: “Kerim İbn Kerim İbn Kerim İbn Kerim, Yusuf İbn Yakub İbn İshak İbn İbrahim’dir”(5) ifadesiyle adı geçen peygamberlerin değerine dikkat çekmiştir. 

    Hz.Musa’yı (a.s.), bir sahabiyle bir Yahudi arasındaki “Hz. Musa mı üstündü, Efendimiz mi üstün?” münakaşasında, sahabi, Yahudi’ye bir tokat vurmuş, bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), “Beni Musa’ya tercih etmeyin. Haşr u neşir olduğunda onu arşın kaidelerine tutunmuş olarak göreceğim. Bilmiyorum, daha önce yaşadığı (Tur’daki tecellî neticesinde meydana gelen) baygınlıktan dolayı mı yeni bir baygınlık yaşamadı, yoksa önce mi haşroldu?” sözleriyle yüceltmiştir.(6) Yine yaptığı bir taksimattan sonra, bir adamın: “Adaletli bir taksim olmadı!” sözü kendisine ulaştırıldığında, Allah Resûlü’nün (s.a.s.): “Allah Musa’ya merhamet etsin. O, bundan daha fazlasına maruz kaldı da, yine de sabretti”(7) övgü dolu cümlesinde, peygamberlere verdiği değeri görüyoruz. Verilen örnekler de göstermektedir ki Hz.Peygamber (s.a.s), yüce şahsiyetler olan peygamberlere dikkat çeker, onları faziletleriyle yâd eder ve böylece onlara gösterilmesi gereken saygının önemine vurgu yapmış olur.

    Resûlullah (s.a.s.), sıklıkla peygamberleri dile getirir. Onları güzel yönleriyle anardı. Bu, aslında Kur’ân’ın da bir üslubudur. Kur’ân’ın hemen bütün surelerinde peygamberlerin isimlerine açıktan atıfta bulunulur, onların hayatlarından ibretlik sahneler aktarılır. Hatta bazı sûrelerine peygamberlerin isimlerini verir. Mesela pekçok peygamberin bir arada anlatıldığı Sûre’ye “Nebîler Sûresi” anlamında Enbiya Sûresi denilmiştir. Ahlakı Kur’ân olan Resûlullah da (s.a.s.) aynı üslubu hayatında uygular. 

    Kur’ân-ı Kerim, haklarında bilgi verdiği peygamberleri, örnek şahsiyetler, Allah’a kurbiyet kazanmış seçkinler, kullukta zirve zatlar, güzel ahlakın zirvesindeki simalar, hayatlarını tevhid hakikati etrafında örgülemiş kahramanlar ve tertemiz bir hayat yaşamış rehberler olarak tanıtır. Onların hakkında kullandığı tasvirlerde, öyle seçici bir üslup kullanır ki, okuyanlarda onlarla ilgili herhangi bir şüphe uyarmaz. Hatta beşer olmaları gereği işledikleri zellelerinden bile bahsederken, yine onlarla özel konumlarından dolayı insanlar arasındaki farklarına vurgu yapar, bazı zellelerinden dönüşlerindeki iç derinliklerine işaret eder, kalp tasfiye ve tezkiyesindeki derinliklerini nazara verir. Hatta zaman zaman insanların yanlış ya da eksik anlayacakları, anlayıp da haklarında su-i zanna düşecekleri durumlarda, Allah Resûlü (s.a.s.) Kur’ân’ın ilk ve en doğru müfessiri olarak söz konusu duruma müdahale eder ve bu yanlış anlaşılmaları hemen önleyiverir. 

    Hz. Peygamber’in (s.a.s.) adı anıldığında Kur’ân’ın tavsiyesiyle getirmekle mükellef olduğumuz, salat-u selamlar, sadece Hz. Muhammed (s.a.s.) için değil, aynı zamanda diğer peygamberlere de olmalıdır. Nitekim bizim diğer peygamberlere salat ve selamımız, onları hayırla yâd etmemiz anlamına gelir ki, müminleri hele hele de peygamberler gibi yüce şahsiyetleri hayırla yâd etme, aynı zamanda da Kur’ânî bir emirdir. 

    Günümüz dünyasında gerek müslüman olduğu halde kutsal değerlere karşı duyarsız olan, gerekse Müslüman olmayıp hürriyet(!), ifade özgürlüğü(!) gibi argümanların arkasına sığınan bazı kimseler, kutsala karşı kolayca diz uzatabiliyor, her türlü hakareti kendileri için doğal bir hak olarak görebiliyorlar. Ancak davranış ve sözlerini, dinin hassas kriterlerine göre ayarlayan gerçek mü’minlerin, insana ve onun inancına saygının doğal bir hak olduğuna inanan insanların, kutsala dil uzatması, hakaret etmesi, alay etmesi mümkün değildir. Mü’min, böyle bir olumsuzluğu gidermenin ve kötülüğü önlemenin yollarını arar, hikmetli bir üslupla insiyatif alır ve hayır adına önderlik yapar. Zira mü’min, herhangi bir peygambere yapılan en küçük bir hakareti bile, sanki kendisine yapılmış gibi kabul eder ve o doğrultuda hikmetle hareket eder. 

    Mü’minler böyle bir saygısızlık karşısında önemli bir duruş sergilemeli, hatta diğer din mensupları, düşünce kuruluşları, etkili ve yetkili mekanizmalarla buluşmalı ve bu konuda kanun ve hukuk normları çerçevesinde engelleyici yollar bulmalıdırlar. 

    Kutsala saygısızlığın müminlere bakan yönüyle en tehlikeli taraflarından birisi de, bugün dünyanın her tarafında bulunan camilerin, mescidlerin ve müminlerin, büyük bir tehlikeye atılması anlamına gelmesidir. Aksini düşündüğümüzde ise, bir kilisenin, havranın, sinegogun tahrip edilmesi ve diğer dinlere ait kutsallara dil uzatılması karşısında, bizlerin de mukabelede bulunmak suretiyle aynı şeyleri yapması, yine oldukça büyük kavga ve kargaşaların başlamasına sebep olur, fitnelerin kapısını açmış olur.

    Allah, peygamber ve mabedler, mukaddes değerlerdendir. Dini terminolojiyle ifade edecek olursak, şeairdendir. Bunlara karşı, sövme, yerme, hakâret, istihza gibi uygunsuz her türlü söz ve davranış, İslam’ın kabul etmediği bir husustur. Nitekim Yüce Allah: “Allah ve Resulünü çirkin iddia ve davranışlarıyla incitenlere eza edenlere Allah dünyada da, âhirette de lânet etmiş ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.” (Ahzab 33/57) beyanıyla, bu gerçeği bildirmektedir. 

    Ahlaki her türlü değerin bizzat kaynağı olan Yüce Kitabımız Kur’ân ve bu Sonsuz Kaynağın en mükemmel temsilcisi Peygamber Efendimizin yolunda olmakla şeref duyan bizler, yani Ümmet-i Muhammed, peygamberlere karşı edebi, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmemiz gerekir. Aynı zamanda bu saygıyı, genç nesle aktarmanın yollarını aramalı, peygamberlerle ilgili yazılı ve görsel yayınlarda, büyük bir özen göstermeliyiz.

    Konuyla ilgili dünya genelinde değişik din temsilcileriyle toplantılar düzenlenmeli, ortak kararlar alınmalı, peygamberlerin tamamını, sözde özgürlükler şemsiyesi altında tenkid, alay, karikatür ve fıkralarla alay konusu haline getirme ve hakaret etmenin dışında tutmak için bağlayıcı kararlar alınmalı, ilgili ülkelerin hükümet ve devletlerine, bunların en azından dini özgürlükler bağlamında kabul edilerek, bir kanun haline getirilmesi gayreti gösterilmelidir. 

    Bütün bunlar, peygamber ahlakı çerçevelerinde yapılmalı, dinden uzak kimselerin bile bu ahlakta yeri olduğu unutulmamalı ve haklarına tecavüz edilmemelidir. Bu anlamda diğer dinlere ait mabetleri tahrip etme, oraları basma, cadde ve sokaklarda yürüyüşler yapıp ev ve işyerlerini tahrip etme ve insan öldürme şeklindeki gayr-ı İslami taşkınlıklara asla fırsat tanınmamalıdır.

    Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

    1 Buhari, Enbiya 35, Tefsir, Nisa 26, Tefsir, En'am 4; Müslim, Fezail 166.

    2 Buhari, Enbiya 44, Bed’ü’l-Halk 11, Tefsir, Al-i İmran 2; Müslim, Fezail 147.

    3 Buhari, Enbiya 44; Müslim, Fezail 145; Ebu Davud, Sünnet 14.

    4 Müslim, Fedail 150; Ebu Davud, Sünnet 14.

    5 Buhari, Enbiya 19, Tefsir, Yusuf 1.

    6 Buhârî, enbiyâ 31; Müslim, fedâil 159-160.

    7 Buhari, Enbiyâ 28. 

    07 Kas 2020 14:28
    YAZARIN SON YAZILARI