Bizim dinimizde...

Safvet Senih

Safvet Senih

10 Ara 2025 01:00

  •          Kore savaşında bulunmuş bir gazi askerimiz bir TV  kanalında şunları anlatmıştı: “Çin uçakları, mermileri ve bombaları üzerimize boşaltıyorlardı. Komutanım yaralanmıştı. Ben de yaralıydım. Bir uçak düşürmüştük, içinden bir pilot çıktı. Boğuşmaya başladık. Ben tabancamı ağzına soktum… Tam ateş edecekken ellerini kaldırıp teslim oldu ve af diledi. Ben de vurmaktan vazgeçtim. Meğer pilot kadınmış. Onu alıp esirlerin içine götürdüler. Beni de hastaneye sevk ettiler. Sonra o pilot kadın gelip benimle görüştü. Niçin öldürmediğimi sordu. Ben de; ‘Bizim dinimizde, teslim olup af dileyene artık bir şey yapılmaz.’ dedim. Ben er’dim, o ise yüzbaşıydı. Buna rağmen benimle evlenmek ve Türkiye’ye gelmek istedi,  ama nasip değilmiş, komutanlarımız uygun bulmayınca, evlilik olmadı.”

             “Gücümüz Buna Yetiyor!.”

             Birinci Dünya Savaşında esir olan bir kısım Müslümanları, yüksek duvarlarla çevrili bir kampa koymuşlar… Komutan yukarıdan bakıyormuş. Dikkat etmiş onlar ellerini, yüzlerini, kollarını ve ayaklarını yıkıyorlar, sonra da kapıya kadar gidiyorlar, ellerini kapıya dokunduruyorlar ve geri dönüyorlar. Komutan merak edip “Siz böyle ne yapıyorsunuz?”  diye soruyor. Diyorlar ki: “Bugün Cuma… Namaz kılmak için camiye gitmemiz lâzım. Ama her taraf çevrili, imkânımız yok. Onun için namaz vakti abdestimizi alıp kapıyı çalıyoruz. Sonra da ‘Ya Rabbi, emrin üzere cumaya gitmek istiyoruz ama ancak bu kadarına gücümüz yetiyor. Kapıyı ancak sen açtırabilirsin.” deyip dua ederek dönüyoruz.’ diyorlar.” Düşmanın kamp komutanı insafa gelip, bunların cumaya gitmesine izin veriyor…

             “İş, Sizin İşiniz!..”

             Nuri Bey anlatmıştı: “Sohuma Kolejimizin ziyaretine gitmiştik. Çok güzel bir iklimi var. Bir bahçeye demir kapılardan girdik. Afrika’da olduğu gibi içinde çeşit çeşit kuşlar var… Bahçenin tepesinde bir ŞATO var. Burası Stalin’in kaldığı yazlıkmış. İhtişamından nutkumuz tutuldu. Her duvar ve tavan ayrı türden işlemelere sahip… On odalı toplantı salonları, kulis için yerler var. Üç beş kişinin kaldığı odalar 60-70 metre kare… Odalar kadife örtülü Lambirili… Hele Stalin’in kaldığı oda ise, çok farklı… Bize, “Sizi burada misafir edelim.” dediler. Biz akşam, yatsı namazlarını, ezanları orada okuyup beşer altışar kişi namazlarımızı eda ettik… Ne kadar enteresan değil mi; bir zamanlar Komünizme hizmet eden mekanlarda 50 sene sonra namaz kılıyorduk. Hamit Ağabey bana “Stalin’in odasında sen yat!..” dedi. Önce bir uzandım. Yorgunluktan hemen kendimden geçmişim. Sabah namazı vakti titreyerek uyandım. Kendimi kaybetmişim. Hamit Ağabeye  iki gözüm, iki çeşme gördüklerimi anlatmaya başladım: ‘Rüyamda burada, Kur’an, ekmek çarpsın, neler gördüm neler!..  Burada Rus büyükleri ile Stalin toplantı yapıyormuş. Aralarında bir hayli şeyler konuştular. Ben Stalin’e ‘Sayın Cumhurbaşkanı, biz buraya sizin çocuklarınızı eğitmek üzere Allah Rızası için geldik. Burada başarılı bir kolejimiz var.’ deyince Stalin, ‘Her şeyden haberimiz var. Ama biz ömrümüzü, boşa geçirmişiz. İş, sizin işiniz’ dedi. Yüzüme eğildiğinde nefesini hissettim ve dehşetle uyandım.”  Nuri Beyin bu sözlerini  Hamit Bey de teyit etti.

             Biz  Vazifemizi  Yaptık

             Ali Bey anlattı: “Akif Beyin Mercedes arabasıyla bir hayır kurumuna kurban derisi topluyoruz. Kurbanları kesen kişi belli ki, itibarlı  birisi ama Hizmet’e alerjisi varmış. Bize hakaret etti. Cevap vermedik  ama üzülerek  ayrıldık. Akif Bey bana, “Hiç üzülmeyelim. Biz buraya niçin geldik?  Allah Rızası için değil mi? Sevabımızı alırız. Zaten Kurban Derisi birinci hedefimiz değil.” diye teselli ediyordu. Tam arabaya binecekken arkamızdan kurban sahibi ev hanımı  koşup geldi. ‘Birazdan derileri şu kenara koyacağım, siz alırsınız!’ dedi.”

             Celâleddin  Harzemşah’ın dediği gibi:  “Bizim İşimiz  ZAFER  değil,  Allah’ın emriyle SEFER!..”

             Hem Dünyayı, Hem Âhireti

             Ali Ulvî  Kurucu Ağabeye, son Şeyhülislam Mustafa Sabri,  “Hem dünyayı, hem Âhireti terk edeceksin” diyor. “Bu nasıl olur ki” diye düşünürken ferasetiyle içinden geçenleri hissederek ona “Küçük Ali, sana ters geldi, değil mi? Bunun mânası, sırf Allah rızasını düşüneceksin, demektir.” diyor.  (Bir de Büyük Ali var. Ali Yakup Bey. Ali’leri birbirinden ayırmak için o öyle dermiş.) Ali Ulvî Ağabey diyor ki: “Sonra baktım ki, Üstad Bediüzzaman’ın gösterdiği tek yol da bu idi. Zaten sizler de bu yolda yürüyorsunuz, Üstad’ın talebeleri olarak.” İnşaallah öyle oluruz…

    10 Ara 2025 01:00
    YAZARIN SON YAZILARI