Nehirler üzerindeki cennet sarayları

Safvet Senih

Safvet Senih

19 Eki 2022 09:50
  • Tövbe Suresi’nde bahsedilen Cennet Sarayları ile ilgili olarak buyuruluyor ki: “İslam’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve  Ensar ile onlara güzelce tâbî olanlar yok mu? Allah onlardan râzı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. Onlar, o Cennetlere devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı.” (Tövbe, 9/100)  
    Kur’an-ı Kerim’de hep “min tatiha’l-enhar” (altlarından nehirler akan cennetler)  şeklinde ifadeler geçer sadece bu (9/100)  âyetinde “min” (den) harf-i cerr olmadan “tahteha’l-enhar” (altlarında nehirler akan cennetler) şeklinde geçer. Bu hususta M. Fethullah Gülen Hocaefendi, bu cennet saraylarının akan nehirler üzerinde bulunan bir nevi seyyar en güzel saraylar şeklinde olduğunu söylemişti. “Min tahtiha” şeklinde. 

    Bakara Suresinde geçen âyet-i kerimeyi  Üstad Bediüzzaman Hazretleri  şöyle tefsir etmektedir: “Bahçelerin en güzeli, içinde suyu bulunanlardır. Bunların da en güzeli içlerinden suları akanlardır. Bunların da en iyisi akıntısı, devamlı olanlardır. İşte cereyanın “tecrî” diye muzarî (geniş zaman) sîğası kıyafetinde zikredilmesi, o cereyanları (akışları) tasvir etmekte ve akışların devamlı olduğuna işaret etmektedir. “Min tahtihâ” yeşillik ve nebatat içinde cereyan eden suların en iyisi, kaynama suretiyle bahçenin içinden çıkmakla yüksek köşklerin altından kendine mahsus terennümlerle geçen, ağaçlara ve nebâtâta dağılan sulardır. Min tahtihâ bu kısım sulara işarettir. “El-enhar” (nehirler):  Suların çokluğu, bahçelere daha ziyade fayda, parlaklık ve güzellik verir. Aynı şekilde küçük küçük arklardan toplanan nehirler, daha güzel manzaraları teşkil eder. Bilhassa suları berrak, zülâl, tatlı, soğuk olursa, fevkâlâde bir kıymet bir lezzet veriyor. İşte el-enhâr kelimesi, çoğul şekliyle, belirlilik takısı “el” ile maddesiyle bu çeşit sulara işaret eder.” (İşârâtü’l-İ’caz tefsiri, Bakara Suresi, 25. Âyet) 


    2021 Nisanı Ramazanında mukabeleyi Pensilvanya’da kampta mealli  olarak  takip ediyorduk. Tövbe Suresinin 100. Âyetini okurken Muhammed Bey, bana dedi ki: Bu âyetle ilgili bir rüyam var…  Rüyamda  Hocaefendi’nin yanında sen ve diğer ağabeyler var ve herkes sarıklı. Merhum Abdurrahman Baş da Hocaefendi’ye bu ayetin tefsirini soruyordu. O anda uyandım. Çünkü telefon çalmıştı. Mustafa Ağabey bana Abdurrahman Baş’ın trafik kazasında vefat etmiş olduğunu haber verdi. O günkü Zaman gazetesinde de sen köşende bu âyetin üzerine bir yazı yazmıştın. Yani birkaç tevafuk  bu ayet ile üzerinden meydana gelmişti.


    Merhum Abdurrahman Baş hepimizin sevdiği, pek çok kişi üzerinde hakkı olan değerli bir Hizmet insanı idi. M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de takdir ettiği bir gençti. Babası memleketinden onun  cenazesini götürmeye gelmişti. İstanbul’da namazı kılınırken babası, Hocaefendiye, oğlunun kendisine karşı olan güzel hissiyatına dair sözler söylemişti. Kur’an-ı Kerim’de bu çeşit tevafuklar çoktur.


    Üstad Bediüzzaman Hazretlerini 20 Eylül 1943 pazartesi günü tevkif edilmişti… İnebolu’lu Ziya Dilek diyor ki: “Ilgaz’daki memuriyetime gitmek için otobüse binmiştim. Olukbaşında polis ve jandarma tarafından otobüs durdurularak Bediüzzaman Hazretlerini ikinci koltukta hemen benim yanıma oturttular. Bana ismimi sordu. Sonra ‘Sen bizim Ziya mısın? Kastamonulular namına beni yolcu etmeye mi geldin?’ dedi. Arkasında oturan ve kendisini götüren polise hitaben ‘Safvet!  Evime baskın yaptığınız zaman ben Kur’an-ı Kerim’den nereyi okuyordum?’ dedi ve âyeti gösterdi. Meâli şöyle idi: ‘Sabreyle, başına gelen İlahî kazaya teslim ol. Sen inayet (yardım) gözü altındasın. Merak etme. Geceleri tesbih ve hamdetmeye devam eyle.’ (Tûr  Suresi, 48. Ayet)  Üstad sonra bana hitaben, ‘Ziya, arkadaşlarına müjdeyi ver, merak etmesinler. Mahkûm olmayacağız’ dedi.” Gerçekten Denizli Mahkemesi’nde beraat kararı çıkmıştı.

    19 Eki 2022 09:50
    YAZARIN SON YAZILARI