Yusuf Bilge Tunç'un ablası Şefika Nur Kurt: ‘AİHM bizi yarı yolda bıraktı’

3 yıl önce Türkiye'de kaybolan Yusuf Bilge Tunç'un ablası Şefika Nur Kurt hukuk mücadelelerini anlattı

SHABER3.COM

KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılmasının üzerinden neredeyse 3 yıl oldu  6 Ağustos 2019’da  Ankara GİMAT 'te Siyah Transporter ile kaçırılan Tunç’un ailesi mücadelesini sürdürüyor. Tunç'un kardeşi Şefika Nur Kurt politurco.com'dan Engin Yiğit 'e yaşadıklarını anlattı. 

İngilizce yayınlanan röportajın Türkçesini sizlerle paylaşıyoruz 

Kâbus gibi geçen son yıllar, alt üst olmuş hayatlar, suçsuz yere hapiste yatan masumlar, zorla kaçırılmalar, işkenceler, hak ihlalleri ve neticesinde kaybolan nesiller, hayata küstürülmüş geniş insan kitleleri, özgürlük yolunda ölenler ve şimdi de dayanamadıklarını haykırarak sürekli artan intihar vakaları. ‘Sahi ne olmuştu?’ demek istiyor insan. Ama neye merhem olabilir ki bu soru veya cevabı? Kimileri yine de bu sorulara kendince cevap verebilirken, kimilerinin de mağduriyetler ve kaçırılan yakınlarını aramaktan bu tür soruları düşünebilecek vakitleri bile olamayabiliyor. 

İşte Şefika Nur Kurt bunlardan sadece birisi.  Kendisi ihraç edilmiş bir tıp doktoru olmasına rağmen bizler onu sosyal medyadan son zamanlarda abisi Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılması sonrası özellikle abisini bulabilme adına yaptığı kampanyalar ve aktivitelerle tanıdık, ama kendisi aynı zamanda son yıllarda Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerinden dolayı işinden KHK ile atılmış, sonrasında ülkesini terk edip, başka bir güvenli ülkeye geçmek zorunda kalmış birisi. Ama Şefika Hanım’a, gördüğüm kadarıyla, abisinin başına gelenler kendi yaşadıklarını çoktan unutturmuş ve tamamen abisinin bulunması ve ortaya çıkarılması gibi kendisinin çok daha önemli gördüğü bu işe kendisini adamış.  

Yaşananlar, hukuksuzluklar, ihmaller, umursamamazlıklar ve toplumun bu konuya bigâne kalması gibi durumlar her ne kadar kendisini ve ailesini çok üzse de az da olsa hep ümitliler, hep gözleri yolda ‘ya Yusuf Bilge gelirse ya ortaya çıkarsa’ diye. Yusuf Bilge sevilen bir kardeş, eş ve baba olarak Şefika Nur Hanım tarafından anlatılıyor. Başka bir yerde bir konuşmasında ‘ona bu kötülüğü yapanlar onu tanısaydı, ne kadar naif ve güzel bir insan olduğunu bir bilselerdi, ona bu kötülüğü yapmazlardı’ demişti. Zaten Başarısız ve kanlı darbe girişimi sonrası soruşturma geçiren, tutuklanan, mahkûm edilen yüz binlerce insan da öyle değil miydi? 

Yusuf Bilge Tunç üç yıldır kayıp. Kendisinden hiçbir haber yok. Ailesi perişan, çocukları derbeder. Emekli öğretmen olan babası kapı kapı devlet kurumlarını gezip, ‘ne olur bende memurdum, beni yalvartmayın, oğlumu lütfen bulun’ dediğini, ama bir şey yapmadıklarını acıyla ve üzüntüyle söylüyor bir programda. 

İşte Şefika hanımla yaptığımız bu söyleşide bir üst düzey devlet memurunun kaçırılmasını ve sonrasında yaşanılan olayları ve onların detaylarını okuyacağınız bu röportajda, Türkiye’de son zamanlarda yaşanılan kaçırılma, işkence, insan hakları ve hukuk ihlalleri gibi birçok konuya mercek tutabilecek ve anlamınıza yardımcı olabilecek Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılma hikayesi ve detaylarıyla sizleri baş başa bırakıyorum.

Şefika Nur Kurt Hanım Politurco haber sitesine röportaj vermeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Kardeşiniz Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılması Türkiye’de en çok konuşulan mağduriyetlerden bir tanesi ve abiniz Yusuf Bilge 950 gündür kayıp yaklaşık 2 yıl 7 ay.  

Bu konuya geçmeyen önce bize kendinizden kısaca bahseder misiniz? 
Öğretmen anne babanın üç çocuğundan ikincisiyim. Türkiye’de tıp doktoru ve akademisyen olarak beş-altı yıl kadar çalıştım. Bilimsel araştırmalar yürüttüğüm Hacettepe Üniversitesinden vali yardımcısı olan kayınpederimin ‘terör örgütü ile ilişkili olabilme’ ihtimali gibi komik bir nedenle kayınpederimin işinden uzaklaştırılması sonrası bende sorasında onun gelini olduğum gerekçesiyle görevden uzaklaştırıldım. Bu çok komik ve temelsiz olan nedenden dolayı hiçbir açıklama ve gerekçe gösterilmeksizin bir KHK ile işime son verildi. Türkiye’de iş bulma ve hayatımızı sürdürme çabalarımız devam etti bir süreliğine ama baskılar artınca Almanya’ya tehlikeli yollar ile de olsa risk alarak ailemle birlikte gelmek durumunda kaldım. Abimin başına gelenlerden sonra çok sarsılmış olmakla birlikte burada yeniden bir hayat kurmaya çalışıyorum.

Abiniz Yusuf Bilge nasıl, ne zaman ve nerede kaçırıldı? 

Abim Yusuf Bilge 6 Ağustos 2019 günü evinden her zamanki gibi eşiyle vedalaşıp işine gitmiş. Eşine önce Keçiören de bir arkadaşına uğrayacağını ardından Gimat’tan malzeme aldığı yere gideceğini ve akşam eve döneceğini söylemiş. Fakat Akşam olduğunda gelmemişti. Ailesi ilk kez böyle bir durumla karşılaşmıştı. Normalde ani bir iş çıkarsa veya gecikirse eşini bilgilendirirdi. Kendisine ulaşılamaması bizde onun kaçırılmış olma ihtimali üzerinde durmamıza neden oldu. Çünkü 2019 yılı ve öncesinde birçok kişinin kaçırılma hadiselerini duymuştuk ve onun hakkında da üzerine açılan temelsiz dosyalar ve ağır suçlamalar nedeniyle bizde de aynı endişe ve tedirginlik oluştu ve kaçırıldığını düşünmeye başladık.  

Sonrasında polise gittik, kendi imkanlarımızla Yusuf Bilge’yi aramaya başladık. Devamında ısrarla bulunması için gereken işlemlerin yapılmaması abimin kaçırıldığını ve yerinin kaybedildiğini doğruladı. Abim Türkiye’nin başkenti Ankara’nın merkezinden GİMAT semtinde gün ışığında kaçırılmıştı.  

Yusuf Bilge’nin neden kaçırıldığını düşünüyorsunuz? Bizlere biraz onun hayatından da bahsedebilir misiniz? 

Yusuf Bilge üniversitede kamu yönetimi okudu. Mezun olduktan sonra Savunma Sanayii müsteşarlığında mali hizmetler uzmanı olarak çalışmaya başladı. Evli ve üç çocuk babası. Nisan 2017’de KHK ile ihraç edildi. KHK ile ihraç olduktan sonra toptancılardan kâğıt bardak ve tabak alıp bunları dükkanlara dağıtarak ailesinin geçimini sağlıyordu. 2017 yılında terörle ilişkili olma şüphesiyle hakkında soruşturma başlatıldı. 2017 yılı OHAL uygulamaları, mahkemelerin tarafsız olamaması ve göz altında işkence haberleri duyduğumuz için böyle bir dönemde teslim olmak yerine ikametini değiştirmeyi tercih etmişti. Tam bu sırada üçüncü çocuğu da olmuş ve karakola gidip insanların kendilerini savunamadığı ve hemen tutuklandığı bir zamanda ailesini yalnız bırakmak istemedi ve teslim olmamayı tercih etti. Farklı bir ikamette oturmaya başladı.

Bu dönem kendisi ve ailesi adına ne kadar zor da olsa, ailesini hiç yalnız bırakmadı ve bizler de sıklıkla kendisi ile görüşüyorduk. Hatta kendisine yurt dışına gelmesi için de davet ettiysek de ailesini yeni doğan çocuğuyla yalnız bırakmak istemedi. 
Sorunun ilk kısmına da şunu diyebilirim, abim muhtemelen bir başkasının sorgulamada veya mahkemede isminin verilmesi veya Gülen Cemaati ile farklı konum veya seviyede irtibatlandırılması gibi bir nedenle kaçırıldığını düşünüyorum ama yukarıda da bahsettiğim gibi kendisi hayatı ve yaşantısı ile hep örnek bir kişilikti ve aile babası olan birisiydi. Her ne sebeple olursa olsun bir insanın gün ışığında sözde bir hukuk devletinde kaçırılması da asla kabul edilebilecek bir şey değil. Yani böyle bir şeyi mantığım almıyor, zihnimde bunu bir yere oturtamıyorum. 

Kaçırıldıktan sonra ne oldu? Polis ve diğer birimler bu konuda ne yaptılar? 
Eşi abim evine gelmeyince Keçiören semtinde görüşeceğim dediği arkadaşını aradı ve onun nerede olduğunu sordu. Arkadaşı kendisi ile öğle saatlerinde 12:20 gibi görüştüklerini ve sonrasında ayrıldığını söylüyor. Daha sonra biz başta olmak üzere tüm tanıdıkları arayıp eşine yani abime ulaşamadığını söylüyor. Hiçbir yerden haber alamıyor. Böyle olunca abimin eşi hemen ertesi günü avukatımızla birlikte kayıp ihbarında bulunmak istiyor. 24 saat dolmadan yapamayacaklarını söylüyorlar ve bunun için bir gün kaybediliyor. Kaçırıldıktan iki gün sonra 8 Ağustos’ta ilk polis kayıp ihbar işlemi yapmış olduk. Tabi bu arada ilginç bir şekilde polis hiçbir şey yapmadı. 
10 Ağustos’ta kardeşim kendi imkanları ile Yusuf Bilge’nin yol kenarına bırakılmış arabasını buldu.  Bunun üzerine emniyete haber verilerek, olay yeri inceleme yapılması talep edildi. Bu talep üzerine emniyetten yetkili Yusuf Bilge adına herhangi bir kayıt bulunmuyor diyerek bu talebi yerine getiremeyeceklerini söyledi. Tabi bizler şok olduk. İki gün önce normalde avukat ile başvuruyu yapmıştık. Avukatımız ya başvurunun bilerek silindiğini veya alınır gibi yapılıp hiç alınmamış olabileceğini söyledi. Ve biz tekrar onun kayıp ihbar işlemi yapılması adına polis karakoluna gittik ve aynı işlemi ikinci defa yaptırdık. Sonradan devletin AİHM’e verdiği cevaptan öğrendik ki savcılık kayıp işlemi için tam 11 gün sonra durum savcılık tarafından Kayıp Şahıslar Büro Amirliğine bildirilmiş. Burada polisin ve savcılığının olayı önemsememesi ve karartmaya çalışmasından başka, CİMER’e yaptığımız başvuru da ilgili birime haftalar sonra iletildi, yine telefon kayıtlarının alınması için BTK’ya savcılık üç ay sonra talep yazısında bulunmuş. Bunları daha sonra dosya elimize geçince öğreniyoruz. Bir ay sonra dosyaya gizlilik kararı geldi. Kaçırılan bir insanın dosyasına bu karar geldi ve bu tam 10 ay sürdü. Bu nedenle abimin nerede bulunduğu ve bu konuda ne yapıldığı ile ilgili bu dönemde hiçbir bilgi alamadık. Elimiz kolumuz bağlı bir şekilde oturduk. 
Mesela savcılık BTK ya yazdığında abimin telefonun son sinyal verdiği yer veya güzergâh bilgisi sorulmamış. Sadece bu numara kim adına kayıtlı gibi aslında hiçbir şeye yararı olmayacak sorular sorulmuş. Tüm bu aşamalarda devletin ilgili kurum ve birimleri sanki bir şey yapılıyormuş gibi gösteriyorlar ama hiçbiri aslında olayı çözmek için değil, durumu idare etmek adına yapılan yüzeysel denilebilecek işlemler. 

Özellikle arabanın bulunduğu yerde olay yeri inceleme yapmalarını istememiz ve sonrasında gelişen olaylar çok ilginç. Arabayı bulduktan sonra gelen polisler sadece tutanak tutup olay yerinden hiçbir inceleme yapmadan ayrıldılar. İlk seferinde kayıt yok diyerek reddetmişlerdi. Biz de durmadık ve 3 kez daha dilekçe ile olay yeri inceleme yapılması için savcılığa başvuru yaptık. Fakat Savcılık araçta olay yeri incelemesi yapılmasını uygun görmedi. Nedense olaydan yaklaşık 6 ay sonra arabanın satmak üzere yıkatılmasından bir gün sonra arabada inceleme yapılmasına karar verildi. Tabi ki hiçbir delile ulaşılamadı. Bu da bizim bunca yaşanan olaya daha fazla kuşkulu bakmamıza ve abimin başına gelebilecek şeyler adına daha da endişelenmemize sebep oldu. Çünkü devlet sistemli ve planlı bir şekilde olayın üzerini örtmeye ve karartmaya çalıştı. 

Yani polis hem olayı hem delilleri kararttığını ve bunu bilinçli yaptıklarını söylüyorsunuz? 

Kesinlikle öyle. Bunun bir açıklaması yok. Altı ay bir olay yeri incelemesi için neden beklenir ki tüm dilekçeci başvurularımıza rağmen. Neden önce değil de altı ay sonra? Biz bu arada AİHM’e başvurmuştuk. Sonradan fark ettik ki, AİHM savcılığın bu kararı almasından hemen önce devlete Yusuf Bilge’yi sormuş ve hemen bu inceleme kararını çıkarmışlar. AİHM devlete bu kişi hakkında bir araştırma yaptınız mı diye sormuş ve bu sorunun sorulduğu tarihle araba yeri inceleme yapalım dedikleri tarihler birbirlerine çok yakın. Bir şeyler yapmış olalım diyebilmek için bu kararın alınmış olduğunu düşünüyorum. Başka bir açıklaması yok. 

Hukuki manada girişimlerininiz oldu mu? Olduysa neler oldu paylaşabilir misiniz? 

Aile olarak soruşturma makamlarının delilleri incelemesi için ilk günden itibaren gerekli detaylı müracaatları ve bunların takibini yaptık, etkin soruşturma yürütülmediğini düşündüğümüz için bir üst mahkeme olan Anayasa Mahkemesi ve HSYK ya şikâyette bulunduk. Fakat başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunmadığı ve devletin yükümlülükleri kapsamında bir ihlalin olmadığı gerekçesi ile bu başvurularımıza da ret cevabı verildi. 

Savcılığın ve polisin bu isteksizliği ve olayı karartma girişimleri mi bunda etkili oldu? 

Evet kesinlikle. Savcılık tam üç ay sonra polisten gerekli incelemeleri yapmasını istiyor. Bunlar kamera kayıtlarına bakılması ve telefon sinyallerine bakılmasının incelemesini şeklinde. Poliste savcılığın bu yazısına altı ay sonra cevap yazarak bu konuya kendi birimlerinin değil başka birimin baktığı cevabını yazıyor. Böyle hayati ve önemli bir konuda cevap yazmaları beş altı ayı buluyor.  Ve bu arada hiçbir inceleme yapılmıyor. Savcıda polisin dediği birime üç ay sonra gerekli talebi yazıyor.  
Burada bir insan hayatından söz ediyoruz, hatta kaçırılmamış olduğunu ve işkence altında olmadığını düşünsek bile, savcılık ve polis teşkilatı kesinlikle bu manada hiçbir titizlik göstermedi. Etkin bir araştırma yapılmadı ve kasten abimin dosyası ihmal edildi. Bilerek suistimalkâr davranıldığını düşünüyorum. İstenilse hızlıca araştırma yapılabilir ve abim bulunabilirdi.  

Uluslararası mahkeme ve organlara başvurdunuz mu? 

AİHM ve Birleşmiş Milletlere başvurduk. Birleşmiş Milletlere İnsan Hakları Dermeği (İHD) üzerinden başvurduk. Aynı zamanda İHD de Türkiye’ye abim hakkında soru sordu. Tabi bu uluslararası yargı mercilerinin ve diğer organların Türkiye soru sormaları Türkiye üzerinde bir baskı bile oluşturmuyor. Yani sorular soruluyor ama Türkiye tarafı olayın tamamen farklı bir boyutunda ve bu sorulara geçiştirerek cevaplar veriyorlar. Bu girişimlerimiz Avrupa Birliği'nin Türkiye ile ilgili hazırladığı raporda işe yarayabilir ve belki de bu noktada biraz Türkiye’ye baskı olabilir.  

Türkiye’nin bu kurumlara verdiği cevaplar yine çok yüzeysel cevaplar. Mesela kamera kayıtları incelenmiştir deniyor ama güzergahtaki 24 kameradan sadece bir kamera kaydına bakılmış. Yine AİHM’e verilen cevaplarda daha çok abimle ilgili olan soruşturmalar anlatılıyor, bu çok ilginç ve bu durumun konuyla ilgisi yok. Çünkü her iki soruşturma dosyasının konusu, kapsamı, amacı, tamamen birbirinden farklıdır. Birinde temelsiz isnat ve ifadelerle şüpheli durumunda diğerinde ise mağdur. Ve iç hukuk yollarının tüketilmediğini söylüyorlar. Türk devleti bunu savunuyor. Fakat yürütülen bir soruşturma olamamakla beraber atılmak istenen her adıma engel oluşturan da devletin kendisi. Avrupa Komisyonunun yıllık raporunda da ‘Türkiye’de artık iç hukuk yolu olmadığı’ belirtilmişti. 

Abimin kaçırıldığı ay içerisinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’de başvurumuzu yapmıştık ve onlarda birkaç gün önce 17 Mart’ta kararlarını açıkladılar ve herkeste şaşkınlığa sebebiyet olacak şekilde başvurumuzu reddettiler. Devletin abim Yusuf Bilge’nin bulunması adına yapılması gereken her adımı attığını ve sözde soruşturmaların gerektiği gibi yürütüldüğü gerekçesi ile AİHM dosyayı reddetti. Bu karar hem bizler hem de diğer kaçırılanlar adına büyük hayal kırıklığı oldu. 

AİHM’in bu kararıyla Yusuf Bilge’nin dosyasının seyrinin nasıl devam edeceğini düşünüyorsunuz?

Açıkçası AİHM’den ümitliydim ve itibarı olan bir mahkeme ve Türkiye üzerinde yaptırımı var, bu nedenle vereceği kararın abimin kaderi ile ilgili çok ciddi etkisi olacağını düşünüyordum. Ve AİHM’in bu kararıyla hukuki olarak yapılabilecek çok bir şeyde kalmadı maalesef.

Sizce AİHM’in bu kararı alması ve bu sürece gelişte nasıl bir süreç okumanız var? Tam olarak ne oldu sizce?
İddialı bir yorum yapabilecek durumda değilim ama şurası çok açık; yetkililer bilerek tüm delillerin kararmasını bekledi ve sonradan göstermelik araştırmalar yaptılar. AİHM içinde bu yeterli oldu! Burada AİHM’in bariz bir şekilde manipülasyona açık olduğu ve karar mekanizmalarında bu durumun etkili olabileceğini gördük. Bu çok üzücü bir durum. Abim ortada yok, başına ne geldiğini bilemiyoruz ve yargıda AİHM’in bu kararıyla bizi yarı yolda bıraktı.

AİHM’in verdiği bu karara bir tepki düşünüyor muşunuz?
Öncelikle hukuksuzlukları her yerde anlatmaya ve her fırsatta ifade etmeye gayret edeceğiz. AİHM’in bu kararında açıkladığı ve bizim elimizde olan bilgi ve belgelerle nasıl dosyayı tam değerlendiremediğini ve hatalı karar aldığını da açıklayacağız. Siyasi kararların zamanla değişeceği muhakkak, ülkemiz de de sıkça gördüğümüz bir durum. Bu noktada bu olayın takipçisi olacağız ve belki vakit alacak ama daha detaylı ve kapsamlı bir hukuki dosya ile AİHM’e bu dosyanın tekrar gelebilmesi adına atılması gereken tüm adımları tekrar gözden geçirerek gerekenleri yapmaya çalışacağız.
Başka Türkiye’yi bağlayan uluslararası bir merci yok mu bu konuyu takip edebileceğiniz? 

Hukuki olarak ne ifade eder bilmiyorum ama yine Türkiye üzerinde etkisi olan Avrupa Parlamentosu’na da bu konuyu taşımayı ve girişimlerde bulunmayı düşünüyorum. Almanya’da bu noktada konuyu gündeme taşımayabilmek adına girişimlerim oldu. Avrupa Parlamentosu adına Türkiye raporu yazan bir heyet var ve her bir üyeye ayrı olacak şekilde abim Yusuf Bilge’nin başına gelenleri anlattığım bir e-posta gönderdim. Bir kısmından olumlu dönüşler aldım ve konuyu not aldıklarını ve araştıracaklarını ve konuyla ilgili detaylı bilgi edinmeye çalışacaklarını söylediler. Bu zorla kaçırılma ve işkencelerin bu rapora girmesinin mağdurlar adına önemli olacağını düşünüyorum.  

AİHM’e verilen cevapta Türk devleti bu dosya ile ilgili iç hukuk yollarının tükenmediği gerekçesi ile bu konunun hala Türkiye hukuk sisteminin konusu olduğunu belirttiğini söylediniz. Burada kastedilen nedir ve Türk devletine göre dosyanın durumu nedir? 

Şunu söyleyebilirim devlete göre dosya hala inceleme aşamasında, ki abimin kaçırılışından 31 ay geçmiş ve hiçbir ciddi yargı süreci işletilmemiş. Bu nasıl bir araştırma ki 31 aydır bitmedi ve devlet bir MOBESE kamera kayıtlarına ve telefon hattı üzerinden nerede olabileceğine bunca zamandır bakamadı. Tabi bu arada polis yol hattındaki kamera numaraları ve onların tespiti adına da hiçbir şey yapmadı ve bu kamera bilgilerini yine biz inisiyatif alarak yollarda gezinerek numaralarını tespit ettik ve polise alın biz size veriyoruz bari şimdi bakın dediysek de o kameralara yine bakmadılar. Sadece birine bakıldı. 

Bu arada bizlerde az önce bahsettiğim üzere olayı hızlandırmak için hukuk yoluna başvurduk. Normal mahkemelerle başladık, Yargıtay ve devamında Anayasa Mahkemesine başvurduk. Onlarda incelemenin devam ettiği gerekçesi ile başvuruları reddettiler. 
Burada şunu belirtmek isterim, bu nasıl bir incelemedir. 31 aydır bitmedi ve bu Türk hukuk sistemi ile AİHM tarafından bile dikkate değer olarak görülmedi. Hala ihmal olmadığı ve beklememiz gerektiği söyleniyor. Yani insan neyi bekliyoruz hala sorusunun cevabını almak istiyor.

Yusuf Bilge’nin bulunması adına yürüttüğünüz kampanyalarda ‘Kaçırılan Hukuk-Gelmeyen Adalet’, ‘2019 kaçırılmalar yılı’, ‘Neden Herkes Susuyor’ ve ‘Sesimize Ses Olun’ gibi söylemler kullandınız. Bu kampanyaları anlatır mısınız ve Neden herkes susuyor çağrınıza genel olumlu bir yanıt alabildiniz mi? 

Birçok kampanya yapıldı tabi. AİHM önünde Yusuf Bilge nerede diye barışçıl gösteri bile yapıldı. Ona bende katıldım. Yine mesela Koşulsuz Adalet Hareketinin yaptığı pedal çevirme eylemine katıldım aynı düşünceyle. Sesimi duyurabileceğim eylemlere katılarak, hani mağduriyetimizi dile getirmeye çalıştım. Ve bunu sadece abim için değil, abim gibi kaçırılmaların hepsine ses olmak destek olmak için bu eylemlere katıldım. 

Ama maalesef Türkiye’de bunları soruşturabilecek, abimi bulmamıza yardımcı olabilecek etkin bir hukuk sistemi yok. Sosyal Medya’da da bir sürü insan Twitter’da on binlerce kişi soruda bahsettiğiniz söylemleri kullanarak twit atmasına ve bu olayı duyurmasına rağmen bir şey olmadı.  
Sorunuzun devamında sorduğunuz insanlar yapılan bu çağrılara nasıl cevap verdi kısmına şunu söyleyebilirim, bu olayı birçok insan bilmesine ve sosyal medya kampanyaları sonrası duymasına, birçoklarında hani mevcut hükümetin baskıcı uygulamaları yüzünden belki de bir korku bir baskı belki de tedirginlik olduğu için bu konuyu dile bile getirmenin risk olduğu düşüncesi ile geri planda kalmanın daha güvenli olacağını düşündüler. Toplumun farklı kesimleri ise bu konuyu dillendirmiyor bile. Herkes kendine yakın olan kişilerin ve onların hakkını savunuyor. Maalesef bu çok kötü bir durum ülkemiz adına. Her kesimden insanlar kaçırılıyor. 2016’dan sonra 32 kişi kaçırıldı ve bunların çoğu Gülen Hareketi ile ilişkilendirilen insanlar. Bunların dışında muhalif olan diğer kesimlerden de kaçırılan insanlar oldu. Fakat herkes kendi kesiminin insanına yardımcı olmak şeklinde hareket ediyor. İnsanlığı ilgilendiren bu kadar büyük bir suç ortadayken, maalesef kaçırılan insanların hangi tarafta olduklarına bakılarak muamele ediliyor. Ve bu çok üzücü bir durum ve bunun farkında olan devlette zulümlerine rahatça devam edebiliyor. Eğer her kesim birlik olabilse ve ortak ses çıkarabilseler bu kaçırılmaların önüne geçilebilir diye düşünüyorum. 

Tabi sosyal medya da abime destek veren çok insan oldu. Ama bu yeterli sayıya ulaşmıyor. Çünkü belli bir kesim sesini çıkarmış oluyor. Toplumun büyük kısmı belki de haberdar değil ve hatta bazı kesimlerden iyi olmuş! oh olmuş! gibi şeyler diyebilen insanları bile maalesef görüyorum. 

2019 yılında abiniz dahil yedi kişi kaçırıldı ve altısı ortaya çıktı bunlardan sadece biri Gökhan Türkmen konuşmaya cesaret edebildi ve kendisine ağır işkenceler yapıldığını anlattı.  Sizler hem diğer insanları susturan hem Türkmen’in anlattıkları sonrası aynı şeylerin abinizin başına da gelmiş olabileceğinizi düşünüyor musunuz? 

Gökhan Türkmen’in gerçekten çok önemli bir yeri var. O dönem Gökhan Türkmen kaçırıldığından 9 ay sonra Terörle Mücadele (TEM)’de ortaya çıkarıldı. Yani abimi araması istenen bir polis birimlerinden biri burası. Her ne kadar polisin böyle kaçırma olayları ile yan yana gelmesi üzücü olsa da Türkmen’in ortaya çıkarılması bizim için büyük bir teselliydi. Çünkü onun ortaya çıkarılmış olması abimin de bir gün ortaya çıkarılması adına bizlere ümit vermişti. Hem de 9 ay gibi uzun bir zaman olsa da. Şunu düşündürüyor insana, demek ki bırakıyorlar. Kaçırsalar da demek ki bir şekilde geriye geliyor. Tabi o dönem biraz ümitlenmiştik, abimde belki de gelecek diye ama olmadı. Uzun bir zaman geçti. Ama abim adına bu hala gerçekleşmedi. 

Tabi Gökhan Türkmen’in konuşması çok önemli bir şey. Çok büyük risk alarak bildiklerini anlattı.  Çünkü bildiğim kadarıyla kaçırılmış ve sonra bırakılmış olan insanlar cezaevlerinde de tek kişilik hücrelerde tutuluyorlar, aynı zamanda kendi avukatlarına sahip olamıyorlar, kendilerini hiçbir şekilde savunabilecek durumda değiller ve onlara yapılan tehditler orada da devam ediyor. Bütün bunları göze alarak Türkmen’in mahkemede olan biten her şeyi anlatmış olması büyük bir olay.  Büyük bir cesaret işi. Bende kendisine bunu yaptığı için minnettarım. 

Türkmen’in konuşması sonrası eşi hedef haline geldi. Hakkında yanılmıyorsam soruşturmalar açılmıştı, Twitter’da hesabı hacklenmişti. Daha birçok şey yapıldı onu susturmak için. Bunları bildiği halde yine de susmaması ve konuşması diğer kaçırılma olayları için çok büyük bir delil oluşturdu.  Tabi bu olurken, devlet Türkmen’in anlattıkları sonrası diğer kaçırılanları aramadı. Anlattıkları üzerine bir araştırma yapılmadı ve üzerine gidilmedi. Yine devletin en iyi bildiği şey olan her şeyin üzerini kapatma yöntemini burada da gördük. Bu çok acı bir durum. Bir kişi çıkıyor ve korkunç şeyler anlatıyor. Ağır işkenceler gördüğünden bahsediyor. Ama devlet hiçbir şey yapmıyor. O dönem abimin olayından dolayı bizim de psikolojimiz bozulmuştu. Bizler için Türkmen’in anlattıklarını okumak bile çok zor oldu.  Aynı şeylerin abimin de başına gelmiş olması çok yüksek ihtimal ve bunu düşünmek bile bizlere çok zor anlar yaşattı. Bu okuduğumuz kaçırılma haberleri, abimden haber alınamaması ile birlikte işkence, kötü muamele falan haberleriyle, ben iki yıl kendime gelemedim. İki yılın sonrasında hayatım normalleşti diyebilirim. Bu iki yılım hani tamamen boşlukta geçti gibi. Ne yapıyor acaba, nerede şimdi, her zaman hep bunları düşünmekle geçti diyebilirim. Yani çok zor bir şey, insanlar çıkıyor yaşadıklarını anlatıyor ve bu konuda devlet en ufak bir araştırma bile yapmıyor. Bu da devletin bu kaçırılma olaylarının arkasında olduğunu gösteren en büyük delil bence. Yani bu sadece tek örnekte değil. Başka örneklerde var. Kaçırılanlardan birisi olan ve hala kayıp olan Sunay Elmas’ın kaçırılma görüntüleri ve delilleri de elde edilmesine rağmen yetkililer bu görüntüleri incelememiş bile yani hiçbir şekilde bunlar araştırılmak istenmiyor. Görüntüler çok net ve kaçıran kişilerin yüzleri dahi görülmesine rağmen bunların üzerine bilinçli şekilde gidilmiyor. 
Bu kaçırılmayla ilgili aynı şekilde MİT’te çalışan insanların da verdiği ifadeler var. Bunlar da görmezden geliniyor. MİT’te önemli bir mevkide olan birisi adam kaçırıyoruz ve işkence de yapıyoruz diye sanki çok normalmiş gibi açıklamalar yaptı. Hani bu bilinen bir gerçek ama üzerine gidilmeyen bir gerçek maalesef. 

Devlet erkanından ulaşıp yardım isteyebildiğiniz parti başkanı, milletvekili gibi insanlar oldu mu? Olduysa onlar bu konuda ne yaptılar ve ne düşünüyorlar? 

Ömer Faruk Gergerlioğlu’na ilk günden ulaşıp başvurmuştuk. Sağ olsun ilk günden beri ara ara bugüne kadar hep bu konuyu gündeme getirerek sahip çıktı ve peşini bırakmadı. Hatta Meclis’te soru önergesi bile verdi. Maalesef bunlar cevaplanmadı. 

Son dönemde ben Mustafa Yeneroğlu ile da görüştüm. Kendisi ve partisi İçişleri Bakanlığına ve Meclise soru önergesi verdi. Mustafa Yeneroğlu’nun önceki kaçırılan altı kişinin bulunmasında ciddi katkısı olduğunu duymuştum. Bu kaçırmaların devlet eliyle yapıldığını, bunu yapanlar kimler olduğunu bildiğini, gereken yapılmazsa olaya müdahale edeceğine dair çok açık bir şekilde bunları söylediği bir videosu sosyal medya hesabında var. Yeneroğlu’nun bu açıklaması bu altı kişinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuş olabilir. Ama kendisinin abim hakkında verdiği soru önergeleri de cevapsız bırakıldı ve bir şey olmadı. 
Sezgin Tanrıkulu da bu konuyu ara ara gündeme getiriyor. Bu şekilde üç milletvekili var abimin dosyasını aktif şekilde takip eden ve soran. Babam özellikle parti başkanları ve diğer yetkililere ulaşmaya çalıştı ama çok cevap alamadı. 

Türkiye’de bu kaçırılmalar ve işkencelerle alakalı güçlü deliler ve kaçırılanların beyanatları olmasına rağmen, devlet bunları yalanlıyor ve görmezden geliyor. Tarihte yaşanan devlet eliyle kaçırılma olaylarına ve onların delillerine rağmen mesela Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay abinizle alakalı sorulan bir soruya ‘Türk devleti hiçbir zaman insan kaçırmamıştır’ diyerek kendince cevap verdi. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?  

Yani yaşayanlar var, yaşadıklarını anlatanlar var, bunlar mahkemelerde dile getirildi ve kayıt altına alındı. Son zamanlarda Ayten Öztürk ve Mustafa özden vardı. Yaşadıklarını mahkemede anlattılar. Birçok insan yaşadıkları işkenceleri, kaçırıldıklarını anlattılar. Hatta kamera görüntüleri var, buna rağmen Türkiye’de kaçırılma yok demek çok komik bir ifade. Geçiştirilmek için söylenmiş bir şey. Yani Cumartesi Annelerini biliyoruz, hani göz altında kaybolan evlatlarını arayan anneler, bunlar bir kişi değil, beş kişi değil onlarca yüzlerce kişi maalesef bu konular hiçbir şekilde dikkate alınmıyor. Normalde devletin bu şekildeki taleplere ve sorulara bu konuya bir bakalım, araştırma yapalım diye cevap vermesi beklenir ama bunu bile yapmıyorlar. Bu çok gayri ciddi bir şey. Hani sadece bunu yapsa veya söylese ben çok mutlu olurdum. Yani şunu dese ‘dosyayı inceledik, Yusuf Bilge’nin kaçırıldığı yol güzergahında 24 kameraya baktık, belgeleri de burada, hiçbir şekilde kaçırıldığına dair bir görüntü yok,’ ben de bundan dolayı çok rahatlardım. Gerçekten bu şekilde bir şey olsaydı keşke. İstediğimiz şey sadece şeffaf bir şekilde bu inceleme yapılsın. Bunların sonuçları açık olsun, paylaşılsın. Bunların hiçbiri yapılmadan yoktur böyle bir şey demek hiçbir şekilde bir devlet görevlisine yakışan bir şey değil. Bunu herkes söyler.  Bizim beklediğimiz ciddi bir araştırma yapılması ve soruşturulması. Devletin elinde birçok imkân var biz bunlara sahip değiliz. Yani görevini yerine getirmesini beklerdik ve bunları yapmadan, yoktur demek olayın üzerini kapatmak oluyor ve devletin polisi de tepesindeki yöneticisi de sanki anlaşmışlar gibi aynı şekilde davranması ve konuşması da kuşkuları artırıyor. Normalde Fuat Oktay’ın açıklamasının başka bir şekilde izahı olamaz. 

Şu anda tüm bilinmezliklere ve devletin bu konuda sessiz kalması ve AİHM’in son kararıyla, abiniz Yusuf Bilge’nin şu an ki duru
<< Önceki Haber Yusuf Bilge Tunç'un ablası Şefika Nur Kurt: ‘AİHM... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER