[Z. Hicran Yıldırım yazdı] “Rabbimiz bağışla bizi!”

Eğitimci-yazar Z. Hicran Yıldırım'ın kaleme aldığı 'Rehberlik Köşesinde' her yaştan insanımız için önemli bilgiler yar alıyor. Yazı dizisinin dokuzuncu bölümünde de Yıldırım , Hz. İbrahim (as) kıssasını anlatmaya devam etti .

SHABER3.COM

Rabbimiz bağışla bizi!”


"Halîlullah" "Allah'ın dostu Hz. İbrahim (as) – 2

Hazreti İbrahim (as) ve onunla beraber olanlar, ihlâs, samimiyet ve kararlı duruşlarından dolayı inanmayanlar ve fasık olanlar tarafından zulüm ve işkencelere maruz kalmış, yurtlarından yuvalarından sürülmüş, ateşlere atılma gibi ağır tazyiklere uğramışlardı. Bütün bunlar karşısında Hazreti İbrahim, rehberliğinin bir gereği olarak ellerini açmış ve yanındaki mü’minlerle beraber:

“Rabbimiz, bizi inkâr edenlerin elinde bir imtihan unsuru yapma (bizi onların elinde ateşe sokulan, dövülen, ardından örsler üzerine konulan ve sonra da üzerinde çekiçlerin inip kalktığı baskı ve işkence altına düşürme), bizi bağışla. Rabbimiz, yegâne galip ve hikmet sahibi ancak Sensin, Sen!” (Mümtehine sûresi, 60/5) diyerek Cenâb-ı Hak’tan zalimlerin zulmünden selâmet ve kurtuluş talebinde bulunmuştu. 

İmtihan çok zordur. İnsan, örs üzerinde durmaya, çekiçler altında ezilmeye ve ateşin içinde kalmaya dayanamayabilir. Bu açıdan Hazreti İbrahim (as) yüksek firasetiyle böyle bir belâ ve musibetten Allah’a sığınmıştı. 

Hazreti İbrahim (aleyhisselâm) fitneden kurtuluş ve selâmet talebinin hemen akabinde: “Rabbimiz bağışla bizi!” diyerek mağfiret talebinde bulunmuştu.

‘Zira mü’min, sırf hak yolunda bulunuyor olduğundan dolayı hedef hâline gelse, belâ ve fitnelere maruz kalsa da o, her türlü belâ ve musibet karşısında bunun kendi hata ve günahlarından kaynaklanma ihtimalini düşünür, bundan dolayı da Allah’tan (celle celâluhu) af ve mağfiret talebinde bulunur.’ ***

Tarafını belli etme

Rivayetlere göre Hz. İbrahim (as) mancınıkla ateşe atıldığı sırada ateşe doğru bir karıncanın ağzıyla su; bir kuşun ise çöp parçası taşıdığı görülür. Karıncaya ‘bu suyun ateşi söndürmeyeceği; kuşa da bu çöpün ateşin hararetini artırmayacağı söylendiğinde alınan cevap bulundukları konumu gösterme bakımından çok manidardı: ‘Olsun, tarafımız belli olsun!’ 

Bugün dört bir tarafta İbrahimleri yakan ateşler yine hazırlanmış. Karınca gibi bu fitne ateşini söndürmemiz mümkün değil belki. Ama imtihan karşısındaki duruşumuza, durduğumuz yere bakıyor Yüce Mevla… Zira, bütün ateşlere "Yâ nâru künî berden ve selâmen…!" "Ey ateş soğuk ve selametli ol!" diyecek olan O’dur (cc). 


Kuşların Canlanması

Hazreti İbrahim (aleyhisselâm) Yüce Allah’a iltica ederek: 
“Yâ Rabbî, ölüleri diriltmekteki kudret tecellîni dünyâ gözü ile görmeyi arzu ediyorum!” demişti. 

Bu hâdise, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
“Bir vakit de İbrâhim: "Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?" demişti. Allah: "Ne o, yoksa buna inanmadın mı?" dedi. İbrâhim şöyle cevap verdi: "Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim." Allah ona: "Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” (Bakara, 260)

Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu şekliyle İbrahim (aleyhisselâm), birer adet tavus, karga, güvercin ve horoz aldı. Onları kendine alıştırdı. Sonra dördünü de kesip parçaladı. Hepsini birbirine karıştırdı. Dört parça hâlinde dört tepeye koydu. Sonra hepsini çağırdı. Onlar da hemen uçarak kendisine geldiler.

Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) zamanında da diriltmeyi inkâr eden Ubey bin Halef çürümüş bir kemik alıp elinde ufaladıktan sonra Efendimiz’e (sav) dönerek:
“Allâh’ın, bu çürümüş kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun?” demişti.

Allâh Rasûlü (sallâllâhu aleyhi ve sellem) de:

“Evet, Allâh seni tekrar diriltecek ve cehenneme koyacak!” buyurdular. (Kurtubî, el-Câmî, 15, 58)

Ardından şu âyet-i kerîmeler nâzil olmuştu:

“İnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi: Biz kendisini bir nutfeden yaratmışken, yaman bir hasım kesildi Bize.
Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misâl fırlattı Bize: "O çürümüş kemikleri kim diriltecek!" diye.
De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü bilir."
O'dur ki sizin için yeşil ağaçtan bir ateş yaratır, siz de onu tutuşturup durursunuz.
Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya olmaz mı kadir! Elbette kadir! Hallâk O'dur, alîm O'dur! (Her şeyi yaratan, her şeyi bilen O'dur).
Bir şeyi dilediğinde O'nun buyruğu, sadece "Ol!" demektir, hemen oluverir...
Sübhandır, münezzehdir o Zât ki, her şey üzerinde hâkimiyet elindedir. Ve... hepinizin de dönüşü, O'na olacaktır.” (Yâsîn, 77-83)

Meleklerin Tesbihi

Hazreti İbrahim, kendi döneminin en zenginlerinden sayılacak kadar servet sahibiydi. Fakat, dünyanın ömrünün kısa olduğunu ve sür’atle zevale gittiğini, dünya lezzetlerinin zehirli bala benzediğini, burada güzel addedilen dünyevi zinetlerin kabirde çirkin sayıldığını, oraya götürülemeyeceğini ve şu imtihan yurdunda bir saatlik lezzeti terk etmeye bedel ahirette senelerce dostlarla beraber olunacağını yakin derecesinde bilen Halilürrahman, dünyayı kesben olmasa da kalben terketmişti. Onun çalışıp kazanması, dünyayı imar etmek ve din-i mübînin yeryüzünün dörtbir yanında şehbal açmasını sağlamak içindi.

Bir gün, bazı melekler, Cenâb-ı Hakk’a, hullet ve dostluk kahramanı olarak tanıdıkları Hazreti İbrahim’in mal-mülk sahibi olması hakkında istifsarda bulunur; peygamberlik mesleğiyle onca servetin nasıl telif edilebileceğini sorarlar. Onların maksadı –hâşâ– itiraz değildir, o zenginliğin hikmetinin açıklanmasını istemektir.

Melekler, Allah’ın izniyle, Hazreti İbrahim’i ziyaret ederler; uzun bir yoldan gelmiş, saçı-sakalı dağınık, üstü-başı perişan birer misafir edasıyla İbrahim Nebi’nin yanına varırlar ve onun duyacağı şekilde: 

“Sübbûhun Kuddûsün Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh” derler. 

Kalbi ötelerden gelen esintilere açık olan İbrahim Aleyhisselam, Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh u takdîs etmek için çok iyi seçilmiş bu kelimeleri ve onların seslendirilişindeki lâhûtîliği duyunca pek sevinir; “Aman Allahım, bu ne güzel bir söz!” diyerek hayranlığını ifade eder ve “Servetimin üçte biri sizin olsun, yeter ki o tesbîhi bir kere daha söyleyin!” der. 
Melekler, kendilerine has bir ses ve eda ile o tesbîhi tekrar edince, Allah’la alakası açısından tesbîh u tazime ve vahye aşina olan Halilürrahman, o sözdeki derinliğin kendi ruhunda hasıl ettiği tesir neticesinde, bir kere daha aynı tesbîhi duymak için malının tamamını vermeye de razı olur. 
Nihayet, “Değil mi ki bana bu tesbîhi dinletip öğrettiniz, ben de size köle oldum!” diyerek meleklere mukabelede bulunur. Bu davranışıyla da sahip olduğu her şeyi, hatta canını bile Cânan yolunda feda edebileceğini gösterir.

Müslim, Ebû Davud ve Nesâi gibi muteber hadis kitaplarında, Peygamber Efendimizin rükû ve secdede “Sübbûhun Kuddûsün Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh- Ey bütün eksik ve kusurlardan münezzeh bulunan Sübbûh ve bütün üstün vasıfları, kemâl, fazilet ve güzellik sıfatlarını Zâtında cem eden Kuddûs; ey meleklerin ve Ruhun Rabbi! Seni tesbîh u takdîs ederim.” dediği rivayet edilmektedir. Dolayısıyla, bu tesbîh, rükû ve secdede tekrarlanabilecek güzel bir zikirdir.


Hz. Hacer

Peygamber Efendimiz (sav) Hz. İbrahim (as) ile ilgili şöyle buyurmuştur:

"İbrahim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı." (Buhârî, Enbiya, 8).

Ebu Hureyre (ra), Peygamber Efendimiz (sav)'den bu hadisenin devamını şu şekilde rivayet etmektedir. 

‘İbrahim (as) hanımı Sare ile birlikte (Mısır tarafına seyahat ederken Erdün adında) bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zalim bir idareci vardı. Bu zalime:

‘İbrahim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi.’ diye haber gönderdiler. 
Kral:
‘Ey İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?’ diye sordurdu. İbrahim (as):
‘Kardeşimdir.’ dedi. Sonra Sare'ye gelip:
‘Sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir, dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur.’ buyurdu. Sare kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sare kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti:

‘Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme.’ 

Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sare:
‘Allah'ım şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir.’ diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı. Bu hadise üç defa tekrarlandı. Bunun üzerine melik etrafındakilere:

‘Siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrahim'e gönderiniz. Hacer'i de Sare'ye veriniz.’ dedi. Bunun üzerine Sare Hz. İbrahim (as)'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve:
‘Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi.’ dedi. (Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36).

İbrahim (as), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrahim (as)'e inanların oluşturduğu kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.

Kur’an-ı Kerim’de, Hz. İbrahim’in tek başına bir ümmet olduğu ifade edilir. ‘Gerçekten İbrâhim, hak dine yönelen, Allah'a itaat üzere bulunan tek başına bir ümmet, bütün hayırlı halleri kendinde toplayan bir önder idi.’ (Nahl Suresi, 120)

Onun himmeti herkesi kucaklamaya yetecek kadar âli idi. Hz. İbrahim, bir insan olsa bile o, bütün insanlığı kucaklama azmi, cehdi ve gayreti içindeydi. Onun öyle engin bir sinesi vardı ki, oraya giren hiç kimse ayakta kalma endişesine kapılmazdı.

Hz. Bedizüzzaman “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir.” sözüyle bu hakikate işaret eder. Zira himmeti milleti olan bir insan, kendi için yaşamıyor demektir. O, dünyevî her türlü zevk u sefayı ayaklarının altına almıştır. 

Hz. İbrahim, halkının zulmü karşısında âh u vâh ediyordu. Onun inlemesi, maruz kaldığı dünyevî sıkıntılar, belâ ve musibetler yüzünden değildi. Bilâkis o, Allah haşyetinden inliyor, mağdur ve mazlumların, muhtaç ve düşkünlerin, küfür ve dalâlet gayyalarına yuvarlanan kimselerin bu durumları karşısında âh u vâh ediyordu. Âh u vâh edip onları içinde bulundukları sıkıntılardan kurtarmaya ve onlara Cennet’e giden yolu göstermeye çalışıyordu.

Hz. İbrahim (as), kavminin dalâlet ve küfrünü gördüğü zaman çok üzülüyordu. Nitekim yanına gelen melekler, Hz. Lût kavmini helâk etmekle görevlendirildiklerini söylediğinde, âdeta yanıp tutuşmuştu. 

"Vaktaki İbrâhim'in kalbinden korku geçip gitti ve ona müjde (Hz. İshak'ın, onun peşinden de Hz. Yâkub'un doğumu) geldi, hemen tuttu Lût'un halkı hakkında bizimle mücadeleye başladı. Çünkü İbrâhim çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve kendisini Allah'a teslim eden bir kuldu.
"İbrâhim! Vazgeç sen bu işten. İşte Rabbinin helâk emri gelip çattı ve hiç şüphe yok ki onlara, geri çeviremeyecekleri bir azap geliyor."
O elçilerimiz Lût'a gelince o fena halde sıkıldı, onlar yüzünden göğsü daraldı ve: "Gerçekten bu gün pek çetin bir gün!" dedi." (Hûd sûresi, 11/74) 

Kur’ân, meleklerle onun arasında geçen konuşma hakkında bilgi vermez. O, cezanın kaldırılması, ertelenmesi veya hafifletilmesi yönünde isteklerini arz etmişti. Çünkü helâk edilecek kavmin gazab-ı ilâhîye istihkak kesp ettiklerini ve tepetaklak Cehenneme yuvarlanacaklarını biliyor ve gittikleri yanlış yoldan dönmeleri adına muhtemelen onlara bir fırsat daha verilmesini arzu ediyordu. ***

İbrahim (as)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (as), İsmail (as) ve İshak (as) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allah u Teâlâ şöyle buyurur:

"Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi." (Enbiyâ, 21/73).


Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (as)

Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın ilk eşi Sare’den çocuğu olmuyordu. Bu duruma çok üzülen Hz. Sare, Hz. İbrahim’e kendilerine hizmetçi olarak verilen Hacer ile evlenmesini teklif etti. Böylelikle bir çocuk sahibi olacağı umudunu taşıdığını ifade etti. Hz. Sare’nin bu anlayışlı teklifi vahiyle de teyid edilince bu evlilik gerçekleşti. 

Hz. Hacer aslen bir melik eşiydi ve asil bir kadındı. Firavun tarafından esir edilmiş ve köle olarak Hz. Sare’ye hediye edilmişti. 

Bu evlilikten sonra, Hz. İbrahim’in alnındaki nur, Hz. Hacer’e geçti. Nihayet Hz. İbrahim Aleyhisselam bir çocuk sahibi olacaktı. Bu sevinci yaşadığı anlarda kendisine şu müjde veriliyordu: 

“Şüphesiz ki Hacer, erkek bir çocuk (Hz. İsmail) dünyaya getirecek ve onun doğurduğu evladın neslinden gelecek birisinin (Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in sav) eli, bütün insanlığın üzerinde hâkim olacak. Ve herkesin eli de huşû ve itaatle O’na açılacak.” (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/153)

Hz. İbrahim için, bundan daha büyük bir saadet olamazdı. Torunları arasından çıkacak Son Nebi’nin zuhuru ve insanlığın da O’nun (sav) etrafında kenetlenmesi en büyük mükafattı.

Hz. İsmail Aleyhisselam’ın dünyaya gelmesiyle Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in nuru ona geçti. Hz. İsmail’in soyundan da tek peygamber olarak Hatemü’l Enbiya Muhammed Mustafa (sav) gelecekti.

Hz. Sare, bu evliliğe vesile olmasına rağmen Hz. İsmail’in dünyaya gelmesiyle huzursuz olmaya başladı. Kadınlık fıtratı onu iyice kıskançlığa sevk etti. Bu hal tamamen geçimsizliğe ve kavgaya dönüşünce Hz. Hacer`i istemediğini söyledi. 

Aslında bunda İlâhî bir hikmet vardı. Hz. Sare’nin bu çekememezliği büyük hayırlara vesile olacaktı. Hz. İsmail yeryüzünün göbeği Kâbe`de kendi neslinden gelecek olan Âlemlere Rahmet Vesilesi O büyük Nebi`ye (sav) zemin hazırlayacaktı. O`nun beldesinin temellerini atacaktı. Sevk-i İlâhî olarak Mekke`ye gitmesi gerekiyordu. 

Hz. İbrahim Aleyhisselam, bu sıralarda Filistin-Şam bölgesinde yaşıyordu. Vahyin yönlendirmesiyle henüz sütten kesilmemiş oğlu İsmail ve eşi Hacer`i Kâbe`nin temellerinin bulunduğu ıssız ve susuz Mekke vadisine götürüp bıraktı.

Kâbe`nin temellerinin toprak altında kaldığı bu vadi yerleşim yeri değildi. Ortalıkta hayat adına bir şey yoktu. 

Devam edecek…  
<< Önceki Haber [Z. Hicran Yıldırım yazdı] “Rabbimiz bağışla bizi!” Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER