[ Prof. Dr. Osman Şahin ] Kaybederken kazananlar, mağlupken galip gelenler

Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin cuma yazısında ' Kaybederken kazananlar, mağlupken galip gelenler' başlıklı makalesini yayınladı

SHABER3.COM

PROF.DR. OSMAN ŞAHİN - SAMANYOLUHABER.COM 

ALLAH HAKKINDA GÜZEL ZAN 5



Mü’minin başına gelen hadiseleri imani bir bakış açısıyla değerlendirmesi çok önemlidir. Böyle davranılmayıp, olayları sadece dünyaya bakan yönleri ile ele alındığında, imanın insana kazandırdığı nimetlerden mahrum kalınmakta ve yaşadıkları hadiseler onların inançları üzerinde önemli tahribatlar meydana getirmektedirler. Dünyevi bakış açısıyla meseleler ele alındığı zaman, hadiselerin gerçek mahiyetlerini anlamak mümkün olmamaktadır.

Fethullah Gülen Hocaefendi “Tevhid yörüngeli konuşmak” başlıklı Kırık Testi’de bu hususta önemli tespitler yapmaktadırlar: “İlâhî varidattan uzak, dinî temellerden yoksun düşünceler, insanı dünyevîliğe iter. Başına gelen hâdiseleri değerlendirirken, mesela inanç perspektifinden bakmıyor/bakamıyorsa “Şöyle olsaydı, böyle olmalıydı, neden böyle sonuçlandı” der, kendini yer bitirir. Ama Allah’a iman, kadere teslimiyet, takdire inkıyat ile aynı hâdiselere baksa elde edeceği netice farklı olur. Evet, insan gerçek hürriyete kavuşmak istiyorsa Allah’a (celle celâluhû) ve ondan gelen her şeye teslim olmalıdır. Teslimiyetten uzak ruhlar, ölü vücutlar gibidir. Cesetten farkı yoktur onların.”

İslam ve iman hakikatleri ilim ve teoriden ibaret değillerdir. Bunlar yaşanmak ve hayatlara tatbik edilmek için vaz ’edilmişlerdir. Sadece sözde “iman ettik” demek yeterli değildir. 

 Aynı yazıda bu hususa vurgu yapılmaktadır: “Müslümanlık sadece ilim değildir, o hayattır. Yaşana yaşana fertle ve toplumla bütünleşir. Zaten inancını bu ölçüde yaşayarak tabiatlarının derinliği haline getirebilenler bu seviyeye ulaşır, ulûhiyet hakikatine yeni pencerelerle açılma fırsatı bulurlar.

Evet, imanın nazarî buuddan amelî buuda yükseltilmesi hem dünya hem de ukba hayatımız adına çok önemlidir. Bunu başarabildiğimiz takdirde iman bizim hayatımızın her karesine girmiş demektir, eğer ameller yerine getirilirken bu inanç derinliği hissedilmezse hem inanç yönünden hem de amelî yönden nifak başlar ve gün gelir insan -Allah korusun- münafık olur.”

ELİM HADİSELER KARŞISINDA MÜ’MİNCE DURUŞ

Süreçte, çok elim olaylar yaşanmaktadır. Hizmet insanları çok ağır mağduriyetlere maruz kalmaktadırlar. Yapılan bu zulümlerin bütün dünyaya duyurulması hem bu zulümlerin farkına varılması hem de bunların durdurulması adına dünya kamuoyunda vicdanların harekete geçirilmesi adına çok önemli bir husustur. 
Ama bunlar yapılırken, mü’mince duruştan taviz verilmemesi, rahmet-i ilahiyi inkâr veya sorgulamaya girilmemesi, kaderi tenkid ve takdire razı olmama hallerine düşülmemesi, sadece dünyaya bakan maddeci bir bakışla olayların ele alınmaması, hadiselerin perde arkasındaki güzelliklerin ve hikmetlerin görülebilmesi, davranışlarımızın ve sözlerimizin iman hakikatleri ile çelişmemesi ve kuvvey-i maneviyeleri ve ümitleri sarsacak beyan ve ifadelerden kaçınılması çok önemlidir. 

Allah Rasûlü’nün (aleyhissalâtü vesselâm) oğlu İbrahim’in vefatı esnasında buyurdukları “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir; buna rağmen, biz kadere râzıyız ve Rabbimizin hoşnut olacağından başka bir söz söylemeyiz!” beyanlarına uygun olarak hareket edilmelidir.

Üstad Hazretleri 23. Mektup’ta "Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir." (2/153) ayetinin hikmetlerini ele aldığı kısımda, musibetler karşısında mü’minlerin nasıl davranmaları gerektiğini şöyle ifade etmektedirler: “Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir…  Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef’âlini tenkit ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek çıkar.

Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın " ’Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim’ dedi." (12/86) demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah’a şekvâ etmeli; yoksa Allah’ı insanlara şekvâ eder gibi "Eyvah! Of!" deyip "Ben ne ettim ki bu başıma geldi?" diyerek âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır.”

Aynı risalede Hz. Yusuf’un (aleyhi selam) “Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı ve dürüst insanlar arasına dahil eyle!” (12/101) duasında, bir müminin hadiselere bakışının nasıl olması gerektiği ile ilgili harika tespitler yapılmaktadır: 

“Halbuki şu âyet, kıssa-i Yusuf’un en parlak kısmı ki, Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenâb-ı Haktan vefatını istedi ve vefat etti, o saadete mazhar oldu.

Demek, o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikatbîn bir zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.

İşte, Kur’ân-ı Hakîmin şu belâgatine bak ki, kıssa-i Yusuf’un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: ''Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır.”

Günümüzde süreçte şehit olup gidenler, dünyadaki her türlü saadet ve mutluluklardan daha cazip olan güzelliklerle dolu olan bir hayata geçmektedirler ki, Hz. Haram ibn-i Milhan’ın (radıyallahu anh) sırtından girip göğsünden çıkan bir mızrakla şehadet mertebesini ihraz etmesi karşısında “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki, kurtuldum, ben kazandım!” demesinde olduğu gibi, asıl kurtuluşa erenler onlardır. 

ELİM HADİSELERE DAYANABİLMEK NASIL MÜMKÜN OLABİLİR

Üstad Hazretleri, Kastamonu Lahikasında, göz önünde yaşanan, insana ızdırap veren ve tahammülü zor olan hadiselerin zararlarından kurtulmak için, rahmet tecellilerine odaklanmak gerektiğine vurgu yapmaktadırlar: 

“Bir zaman, eski Harb-i Umumî’de, düşmanların ehl-i İslâm’a ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim.

Birden kalbime geldi ki o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir mal ile mübâdele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, âhirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i ilâhiyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, “Yâ Rabbi, şükür elhamdülillâh!” diyeceklerini bildim ve kat’î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.”

Ayrıca Zelzele Risalesi’nde, deprem gibi felaketlerdeki rahmet tecellilerine yer verilmektedir: “O masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi, bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehâdet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azaptan büyük ve dâimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazab içinde bir rahmettir.”

Hak bir mücadelede, doğru bir yoldaki her türlü musibet ve her türlü maddi kayıplar sahipleri hesabına ebedileştirilmektedirler. Asıl endişe edilmesi ve ağlanması gereken dine gelen musibetler ve manevi kayıplardır. Hak yoldan sapmadıktan, Allah yolunda sabit kadem olduktan sonra müminler her halükârda kazanmaktadırlar.
Dolayısıyla, İzzet Molla’nın ifade ettiği “Ben usanmam -gözümün nuru- cefâdan ama / Ne de olmasa cefâdan usanır, candır bu!” hakikati mahfuz, bu süreçte mal, can, ömür, makam ve mansıp gibi kayıpları olanların, “Vâ esefâ, vâ hasretâ! ve ah u vahlar! " ile teselli yerine, tebrik ve takdir edilmeleri ve bu yolda kayıplar yaşayanların ise "Küfür ve dalâletten başka her türlü hal için Allah'a hamd olsun" demeleri gerekmektedir. 

Üstad Hazretleri Emirdağ Lahikası’nda A’li Beyt üzerinden bu hususu nazara vermektedirler: “Ve mazlum Ehl-i Beyt, muvakkat bir azap ve zahmet mukabilinde o derece yüksek bir mükafat görmüşler ki, aklımız ihata etmiyor. Değil şimdi onlara acımak, belki onları o hadsiz rahmete mazhariyetleri noktasında binler tebrik etmek gerektir ki, birkaç sene zahmetle, milyonlar mertebeler ve baki saadetler ahirette kazandıkları gibi, dünyada da kaldıkları zamanda, ehemmiyetsiz, dünyanın fani saltanatı ve muvakkat hakimiyeti ve karışık siyasetine bedel manevi birer sultan ve hakikat aleminde birer şah, birer manevi padişah makamını kazandılar. Valiler yerine, evliyalar, aktablara kumandan oldular. Kazançları bire bin değil, milyonlardır…”
<< Önceki Haber [ Prof. Dr. Osman Şahin ] Kaybederken kazananlar, mağlupken... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER