[Safvet Senih yazdı] Subûti sıfatlar

Cenab-ı Hakkın subûti sıfatları sekiz tanedir. Hayat (diri olmak), İlim (Bilmek), Semi (İşitmek), Basar (Görmek), İrade (Dilemek), Kudret (Gücü yetmek), Kelâm (Söylemek), Tekvin (Yaratmak).

SHABER3.COM

Subûti sıfatlar
SAFVET SENİH | Samanyoluhaber 

Cenab-ı Hakkın subûti sıfatları sekiz tanedir. Hayat (diri olmak), İlim (Bilmek), Semi (İşitmek), Basar (Görmek), İrade (Dilemek), Kudret (Gücü yetmek), Kelâm (Söylemek), Tekvin (Yaratmak).

1) Hayat, diri olmak demektir. Allah hayy’ dır, hayat sahibidir. Hem de muhyidir yani hayat verir, canlı varlıklar yaratır.
Hayy sıfatının ve Muhyi isminin en büyük tecellilerinden olan hayat hakikatının, ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü biraz araştıracak olursak: Hayat; şu kainatın en ehemmiyetli gayesidir. Çünkü, en âdi maddelerden, en bulanık kokuşmuş, kirli ve yoğun unsurlardan durmadan canlılar var ediyor, adeta büyük bir gayretle kesif maddeler hayat vasıtası ile lâtif ve güzel maddelere çevriliyor ve hayat nuru herşeye serpilmeye çalışılıyor. Yani, basit maddeleri hummalı bir faaliyetle hayatlı hale getirmek için dehşetli bir faaliyet var. Demek ki, cansız ve kıymetsiz şeylerin hayatla derecelerini yükseltip değerlerini arttırmak şu kainatta en mühim bir gaye olarak müşahade edilmektedir.
 
Hem hayat kâinatın en büyük neticesi, en parlak nuru, en lâtif mayası, gayet süzülmüş bir hûlasası, en yüksek meyvesi, en yüksek kemali, en güzel cemali, en güzel ziynetidir.

Hem hayat kâinatın birlik sırrı ve birleştiren bir bağıdır. Çünkü bütün âlem, canlılar için çalışmaktadır. Dünyadaki mevsimler, güneş olmasa canlıların yaşaması imkansız hale gelebilir. Sanki, canlıların hayatı ve varlıklarının devamı için bütün kainat ve içindekiler birbiriyle başbaşa, boyun boyuna, bel bele verip çalışmakta, müthiş bir birlik kurmaktadırlar. Ayrıca her canlının, eğer incelenecek olsa trilyonlarca parçadan meydana geldiği görülecektir. Mesela bir insanda ortalama 100 trilyon hücre, her hücrede bir milyona yakın protein, her proteinde sekiz bin aminoasit, her aminoasitte de beş element bulunmaktadır. Demek ki, bir insanın vücudunda katrilyonları aşkın element parçası vardır. Bu vücuttan hayat çıkıp ölüm geldiği zaman bakarsınız ki, biraz zaman geçince kendi haline bırakıldığında canlı iken güzel olan o vücud hemen paramparça ve perişan, çirkin hatta iğrenilecek bir hale gelmektedir. Yani bir bütün olan vücud, hayat bağı kesilince paramparça katrilyonlarca kısma ayrılır.
Hem hayat, sanat ve mahiyet yönünden en harika bir ruhlu varlığı ve en küçük bir mahluku, bir kainat hükmüne getiren mucizeli bir hakikattır. Küçük bir canlı bile hayat vasıtasıyla “Dünya hanemdir, bütün eşya malımdır, kainat Allah tarafından verilmiş bir mülkümdür.” diyebilir. Hayatsız bir cisim, dağ kadar da büyük olsa, garip, yetimdir, yalnızdır. Münasebeti, sadece oturduğu mekan ile ve ona karışan şeylerle vardır. Başka şeyler, ona nisbeten sanki yok gibidir. Ama mesela, küçücük bir balarısına bakacak olursak, onu bütün kainatla bilhassa çiçeklerle alış-veriş halinde görürüz, “Şu dünya benim bahçemdir, ticaret yerimdir.” diyebilir.
Hayat ile bir insan, küçük bir kainat gibi olur. “Ne var ise, âlemde; Âdem’dedir, Âdem’de...” Mesela, Arş-ı Azamın insanda numûnesi kalptir. Levh-i Mahfuz’ un hafızadır. Misal ve mana âleminin numûnesi, hayal duygusudur. Kainattaki ruhani varlıkların delili insandaki lâtifeler, ince duygulardır. Cennetin varlığına delil, insanın yaptığı bir iyilikten sonra onun zevkini içinde duyması; Cehennemin işareti de yaptığı kötülüklerden vicdan azabı ve pişmanlık duymasıdır.

2) İlim bilmektir. Allah sonsuz ilmiyle, olmuş, olacak her şeyi bilir. Allah’ın ilminden hiçbir şey gizlenemez. Allah’ ın yarattığı şu güneş, şu röntgen ışını gibi şeyler bile karşısında bulunan her şeye nüfuz ediyorlar. Elbette Allah’ın ezeli ilminin nurundan hiçbir şey gizlenemez, hariçte kalamaz. Bütün mevcudatta görünen hikmetler, Allah’ ın ilmine işaret eder. Çünkü hikmetle iş görmek ilim ile olur. Bütün organlar pek çok vazifeleri görebiliyorlar. Mesela karaciğer 450’ den fazla iş yapıyor. O et parçasına o kadar işleri yaptıran hikmet elbette sonsuz ilmiyle her şeyi bilmektedir.
3-Sem’i işitmektir. Cenab-ı Hak, bütün sesleri işitmekte, bütün dua ve isteklere hiçbirini diğerine karıştırmadan cevap vermektedir. Dağda, bayırda, deniz diplerinde yaşayan bütün canlıların her birine layık bir tarzda, münasip vakitte, ummadıkları yerden rızıklarının verilmesi onların sesli veya lisan-ı hâl ile isteklerinin işitilip karşılık verilmesinin bir alâmetidir. Çünkü rızkı gönderenin, rızka muhtaç olanın ihtiyacını bilmesi, istek ve arzusunu işitmesi, yerini ve vaktini tespit edip ona göre imdadına yetişmesi gerekmektedir. Hava zerreleri radyo ve televizyon sayesinde bütün ses ve görüntüleri alabilmektedir. Allah’ın yarattığı havadaki bu durum bize bir fikir verebilir. Geniş bilgi Hüve Nüktesinde vardır.

4) Basar görmektir. Cenab-ı Hak her şeyi görür. Kırık bir tahta parçasında, deryaların ortasında kalbi kırık, muhtaç bir masumun  duası  hürmetine, denizin fırtınası, hiddeti şiddeti inmeye başlıyor. Demek ki, onu görüyor, nidasını işitiyor ve yardımını gönderiyor. Yunus aleyhisselamın, balığın karnındaki vaziyetini görüyor. Onun yalvarışlarına şahit oluyor, birden balığın karnını denizaltı hükmüne, dalgalı denizi bir sahra şekline getiriyor. Gökyüzünü de bulutlardan süpürüp mehtaplı bir güzelliğe çeviriyor. Böylece Hz. Yunus’ u selamet sahiline çıkarıp, lütûflarına mahzar ediyor.

5) İrade dilemektir. Allah ilahi iradesiyle yapacağı şeyleri diler ve yapar. Onun iradesini geri çevirecek bir güç yoktur. “Onun işi, bir şeyin olmasını irade edip diledi mi, ona sadece “Ol!” demektir, hemen oluverir.” (Yasin, 36/82) Bu kainattaki bütün varlıklar bilhassa nebati ve hayvani canlılar, üzerlerinde görünen, nizam, intizam âhenk, güzellik ve hikmetlerle Cenab-ı Hakkın sonsuz ilmine işaret ve delalet ettikleri gibi O zâtın külli iradesine de şahitlik ederler. Çünkü o canlılara, pek çok karışık ihtimaller içinde, muayyen bir ihtimal ile pek çok neticesiz yollar içinde, neticeli bir yolla ve pek çok imkanlar içinde tereddütlerle adeta bocalarken gayet muntazam bir şekil ve vaziyet verilmesi, o mükemmel biçimi tercih eden külli bir iradeyi gösterir. Hiçbir canlı öbür canlıya benzemediği gibi, aynı canlının fertleri bile bir başkasının aynısı değildir. Bütün bunlar ancak sonsuz bir irade ile ayrı ayrı seçilip, farklı farklı tercihlerin yapılması ile olabilecek icraatlardandır.

6) Kudret gücü yetmektir. Allahû Tealanın ezeli ve zati olan kudreti her şeye yeter. O, her şeye kâdirdir. Büyük-küçük, az-çok fark etmez. Biz bunu şu hikmet dünyasında bile görüyoruz. Evet, âhiret dâr’ul-Kudrettir. Orada Allah’ ın kudreti apaçık görünecektir. Çünkü orası imtihan yeri olmadığı için İlahi kudreti perdelemek için sebeplere gerek kalmayacaktır. 

Cennette meyveler koparılınca, hiç beklemeden yerine yeni meyve yaratılacaktır. Ama burası imtihan dünyası olduğu için kudretin icraatı için zaman, zemin ve gerekli şartlar hazırlanacaktır. Onun için icraat yavaş yavaş olmaktadır. Buna rağmen ilahi kudret kendisini her zaman göstermektedir. Mesela hayvanat ve nebatatın yaratılmasında hadsiz cömertlik ve bolluk içinde, süratli bir yaratılış, hadsiz bir muhkemlik, mükemmellik ve sanat güzelliği görüyoruz. Hadsiz çokluk ve karışıklık içinde hadsiz bir imtiyaz ve kıymetlilik müşahade ediyoruz. Aslında bunlar birbirini engelleyici şeylerdir. Diyelim ki, bir terzi bir takım son model güzel ve sağlam bir elbiseyi bir günde dikebilsin. Biz eğer ondan günde yüz kat elbise istemeğe kalkarsak adam ancak çuval veya kefen gibi bir şeyler kesip biçip önümüze koyabilir. Halbuki biz yeryüzünde bilhassa yaz mevsiminde görüyoruz ki, sanatsızlığı basitliği gerektiren eşyanın yaratılmasında, son derece sanat, meharet, ihtimam var. İşte yeryüzündeki ağaçların, bitkilerin sandukçaları, programları ve tarihçe-i hayatlarının kutucuklar hükmünde olan bütün tohumlara, çekirdeklere dikkat edecek olursak bu gerçeği görürüz.

Hem mizansızlığı kabalığı gerektiren süratlilik içindeki, mevzun, ölçülü, intizamlı ve ahenkli vaziyete bak. İşte zemin yüzünü süslendiren bütün meyvelere bak. Hem ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği gerektiren çokluk, fazlalık dahi tam bir sanat güzelliği içinde görünüyor. İşte yeryüzünü yaldızlayan ve mücevherler gibi parlayan bütün çiçeklere bak...

7) Kelam söylemektir. Cenab-ı Hak, vahiy ve ilhamlarla mukaddes maksadlarını insanlara bildirir. Kendisi, kendine lâyık ezeli bir kelam ile konuşur. Heryerde  ilim ve kudretiyle hazır ve nazır olan Cenab-ı Hakkın, sonsuz bir kelam-ı ezelisi vardır: “De ki: “Rabbimin kelimelerini, sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri sözleri tükenmeden önce deniz tükenir. Yardım için bir o kadarını getirsek, yine yetmez.” (Kehf, 18/109) “Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, deniz de (mürekkep olup) arkasından yedi deniz (daha gelip mürekkep olsa) ona yardım etse de (Allah’ın kelimeleri yazılsa), yine (bunlar tükenir), Allah’ ın kelimeleri tükenmez.” (Lokman, 31/27) 124 peygambere vahiy geldiği gibi, 124 milyon evliyaya da ilham gelmiştir. 

100 suhuf ve 4 büyük kitap (Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an) vahyin netice ve meyveleridir. Cenab-ı Hak böylece, insanların seviyesine göre tenezzûlat-ı ilahiyesiyle konuşmuştur. Kendisini yarattığı sanat harikaları ile tanıttığı gibi kelamı ile de tanıttırmıştır. Mevcudatın en seçkini ve en muhtacı, en nâzenini ve en iştiyaklısı olan hakiki insanların yalvarış, yakarış ve şükürlerine Cenab-ı Hak fiilen mukabele ettiği gibi, kelamı ile de mukabele etmiştir.

Cenab-ı Hak bilhassa ağır belalara, şiddetli hallere düşen kullarının feryat ve niyazlarına fiilen imdat gönderdiği gibi bir nevi konuşması olan ilhamlarla da imdada yetişmiştir. Ayrıca çok âciz, çok zayıf, çok muhtaç, kendi sahip ve malikini bulmaya, bir hâmiye sığınmaya çok ihtiyaçlı ve arzulu olan kullarına fiilen huzur ve himayesini hissettirdiği gibi, bir kısım sâdık ilhamlar perdesinde, onların kabiliyetlerine göre, özel kalp telefonları ile de merhametini tezahür ettirmiştir.

8) Tekvin yaratmaktır. Cenab-ı Haki tekvin sıfatı ile dilediği herhangi bir şeyi yoktan var eder veya var iken yok eder. “Allah, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona “Ol!” der, o da hemen oluverir.” (Yasin, 36/82)

<< Önceki Haber [Safvet Senih yazdı] Subûti sıfatlar Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER