Şark Meselesi ve Bediüzzaman’ın Reçetesi

Okuma Süresi 9 dkYayınlanma Çarşamba, Aralık 17 2025

 

Uzun bir tarihi arka plana sahip olan ve hâlâ sıcaklığını koruyan “Şark Meselesi”, yalnızca siyasi ya da coğrafi bir çatışmadan ibaret değildir. Aynı zamanda bir medeniyet krizi, kültürel kırılma ve zihinsel ayrışmadır. Bu mesele, özellikle Doğu toplumlarının maruz kaldığı dış müdahaleler kadar, içeriden gelen çözülmelerle de şekillenmiştir.

Bediüzzaman Said Nursî, bu sorunu sadece dönemsel bir politik hadise olarak görmemiş; meseleyi, insan merkezli ve uzun vadeli bir bakışla değerlendirmiştir. Ona göre çözüm; silahlarla, zorla ya da günü kurtaran politikalarla değil; ilim, ahlak ve kardeşlik temelli bir medeniyet inşasıyla mümkündür.

İşte bu anlayışın somutlaşmış hâli olan Medresetüzzehra Projesi, Doğu’nun tam merkezinde Van’da kurulacak ve İslam dünyasının kalbi sayılabilecek bir eğitim merkezini hedefliyordu. Hindistan’dan İran’a ve Kafkaslardan Türkistan’a kadar uzanan coğrafyada bu üniversite; sadece bilgi değil, birlik ve hikmet dağıtacaktı. Medrese ile mektebi, din ile bilimi, iman ile aklı bir araya getirecek bir model öneriyordu.

Said Nursî’nin bu proje üzerinden üç temel hedefi vardı:

1. Menfi milliyetçiliğe karşı İslam kardeşliği: Irk ve kavim temelli ayrışmaların yerine ümmet bilincini inşa etmek.

2. Dinî ve fenni ilimlerin barıştırılması: İslam’ın ilimle çatışmadığını, tam aksine ilmi teşvik ettiğini göstermek.

3. İslam medeniyeti ile Batı medeniyetinin diyaloğu: Körü körüne taklit yerine, hakikat temelli bir müzakere zemini oluşturmak.

4. Amaç, İstanbul’daki “Darülfünun” ile Şark ulemasının birlikteliğini sağlamaktı.

Bugün, bölgesel çatışmaların hâlâ sürdüğü; etnik, mezhebi ve siyasi fay hatlarının her an kırılabildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu yüzden Bediüzzaman’ın çözüm reçetesi, sadece geçmişe dair nostaljik bir proje değil; aynı zamanda geleceğe dair umutlu bir yol haritası olarak karşımızda duruyor.

Toplumsal barış, medeniyet inşası ve kalıcı birlik için; düşünceyi öne çıkaran, eğitimi merkeze alan ve ahlakı temel alan bu yaklaşımın yeniden hatırlanması elzemdir.

Bediüzzaman, bu meseleyi döneminin çok ötesinde bir vizyonla ele aldı. Çözüm olarak yalnızca siyaset ya da güvenlik eksenli yöntemleri değil, ilim, ahlak ve kardeşlik temelli bir yaklaşımı önerdi. Onun Medresetüzzehra projesi, bu anlayışın somutlaşmış haliydi.

Bu proje, İslam dünyasının ortasında, Arap, Türk, Kürt ve Fars halklarını birbirine yaklaştıracak; hem medrese hem mektep hüviyetinde, felsefi ve dinî ilimleri birlikte okutacak bir eğitim merkezi olarak tasarlandı. Eğitim dili için önerdiği formül ise oldukça dikkat çekiciydi: “Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caiz.” Bu yaklaşım, ileride yaşanacak dil ve kimlik çatışmalarının da önünü alabilecek kapsayıcı bir vizyondu.

Ancak bu proje hayata geçirilemedi. Dönemin şartları, siyasi çekişmeler ve derin yapılar bu büyük adımı engelledi. Sonuç olarak bölge, etnik ve dinî kimlikler üzerinden şekillenen kutuplaşmalara, şiddete ve istismara açık hale geldi.

Bediüzzaman’ın modeli bu kısır döngüyü kırmak için bir fırsattı. Ne asimilasyonu savunuyordu ne de ayrışmayı. Onun önerisi, tüm farklılıkların bir arada yaşadığı, ilmin ve adaletin öncelendiği bir toplumsal yapının inşasıydı.

Bugün hâlâ bu vizyona ihtiyaç var. Kimlik siyasetinin derinleştirdiği kutuplaşmalar, eğitimdeki çöküş ve toplumsal adaletsizlikler karşısında, Bediüzzaman’ın fikirleri bize yeni bir yol haritası sunabilir.

Gerçek barış, tankla değil; adaletle, eğitimle, hikmetle ve merhametle kurulur. Ve bunu inşa edecek olanlar; sadece siyasiler değil, düşünen, yazan, konuşan ve hakikati cesurca dile getirenlerdir.


Bu haberler de ilginizi çekebilir