Batı Batırabilir

"Ortadoğu sadece fakir değildir bugün. Ayrıca bu sefer yerli zalim tiranların başlattığı ve arkası bir türlü gelmek bilmeyen savaşların beslediği karmaşa ve felaketten yakayı kurtarmak isteyen Müslümanlar çareyi, felaketlerinden iyi bir ders almış olan Batı medeniyetinin bağrına kendilerini atmakta buldular. Yani ne acı ki, iltica ve göç tek çare haline geldi."

SHABER3.COM

Hüseyin Odabaşı | samanyoluhaber.com
Batı batırabilir

Alçak basınçla yüksek basınç arasındaki farktan rüzgarlar oluşur. Bu kanun sosyal yapılar için de geçerlidir. Varlık ve darlık arasında da bir sinerji ve çekim vardır çünkü. İkisinin arasındaki farka göre göçün şiddeti artar, rüzgâr fırtınaya dönüşür.   

Burada merkez çekim kuvvetini sadece maddi imkân ve para olarak anlamamak gerekir. Çekim gücünü oluşturan daha çok güvenliğin mütemmimi olan adalettir. Avrupa ülkelerinin bazıları kadar zengin Arap ülkeleri de vardır. Fakat, oradaki sermaye oligarşik bir azınlığın ceplerine çelik halatlarla bağlıdır. Bir mültecinin göç ederek o sermayeden emek veya maharet etkenini kullanarak pay alması mümkün olmaz. Sermaye biriktirse de kullanma iradesine sahip olmayana köle derler. Bu yüzden yerin altı yerin üstünden daha zengin petrol memleketlerine göç edenler kölelik kefenini yırtamazlar. Dolaysıyla kimse boynuna ip geçirmek için yollara düşüp de kendini bir kere daha perişan etmek istemez.

Elmanın şekeriyle alakası gibi adaletin de sermaye ile, varlık ile, yaşam ile alakası vardır. Tatsız şekersiz elmayı kim ne eylesin!

Alçak basınç ve yüksek basınç arasında olan itme ve çekme, sosyal hayatta beşerî münasebetler için de geçerlidir, demiştik.  Rüzgar da rahmet de bu basınç farklarından doğar. Fakat basınç farkı haddinden fazla olursa bora olur, tipi olur, sel olur. Dünyada farklı coğrafyalarda yaşayan halkların arasında yaşanan boranın tipinin sebebi Doğu ile Batı arasındaki medeniyetlerin yüksek farkından kaynaklanır. 

Fakat ‘etme bulma dünyasında’ yaşıyoruz. Ne ekersen onu biçersin. Rüzgâr eken fırtına biçer. Şu an göç veren memleketlerin bir zaman Avrupalıların sömürdüğü ülkeler olması bir tesadüf değildir. Doğu ve Batı arasında her zaman zaten kendi aralarında dönüp duran bir refah ve medeniyet farkı olmuştur. Fakat iki yüz sene önce yapılan sömürü, bugün mezkûr farkın yaşattığı gerilimi felaket boyutuna çıkarmıştır. 

Çünkü, son üç asırdan beri sömürü ile gelecek nesillerin rızkı, imkânları ve servetleri Avrupa'ya transfer edildi, ediliyor.  Göç ederek de mağdur Doğunun talihsiz milletleri kendilerinden önce transfer edilen rızklarının yeri olan Avrupa coğrafyasına koşuyor ve adeta akın ediyorlar. Bu düşüncem ibahiyecilik de değildir. Olayları hikmet ve mantık zemininde okumaya çalışmaktır. İltica olaylarının birkaç yüz senelik fotoğrafını çekmeye çalışmaktır. Mevlâna ‘Fihi Mafihin’de rızıkla insan arasında aşıklık olduğunu; yani yüksek bir sevgi ve çekme olduğunu söyler. Mevlâna Hazretleri’nin söylemine göre; Avrupa coğrafyasında bulunan Doğu'nun mahrum ve mağdur milletlerine ait olan rızk, onları Batı tarafına doğru çekiyor ve cezbediyor, diyebiliriz.   

Avrupa mahkemelerinde, Afrika coğrafyasını sömürmenin yolunu açmak için öncelikle buraların sahipsiz topraklar olduğuyla alakalı kanunlar çıkartıldı. Daha sonra topraklarımıza sahip çıkalım duygusu ve çabası Avrupa’da sömürüyü körükledi. Afrika'nın yerlileri ise topraklarımızda yaşayan kölelerden ibaretti inancı ile hareket edildi. Bundan dolayı Batı’nın vahşetine maruz kalan zavallı milletler Avrupa'ya Amerika'ya zincirlere bağlanarak getirildi. Bu sebeple Batı sanayisinin temelinde ve inşasında Doğu dünyasından getirilen kölelerin gözyaşı vardır, akan kanları vardır.  

Geldiğimiz nokta itibariyle Batı nispeten sömürü ve zulümlerden vazgeçti. Sömürge kaynaklarıyla şişen ve büyüyen Batı, kendi aralarındaki Birinci ve İkinci dünya savaşlarıyla büyük bir bedel ödedi. Yüz milyona yakın insan telef oldu. Sömürü sermayesine dayanarak bu denli büyümüş ve gelişmiş bir teknolojisi olmasaydı bu sayıda bir telef yaşanmazdı elbet. Birinci ve İkinci dünya savaşlarına kader-i ilahi noktasından sömürgenin bedeli diyebiliriz. 

Bu savaşlardan ve ağır sonuçlarından ders alan Batı, daha bir demokratlaşarak ve insan hak, hukukuna saygılı olmasının neticesinde müreffeh bir medeniyetler topluluğu haline geldi. Böylece mahrumiyetlerinin sebebi daha çok Batı’dan kaynaklanan Ortadoğu'nun mağdur Müslümanları için Avrupa bir cazibe merkezi şekline dönüştü. Bu sefer Bâtının ayağına zorla değil kendi istekleriyle gitmeye başladılar. Köleliğe değil kölelikten kaçıyorlardı. 

Çünkü Ortadoğu sadece fakir değildir bugün. Ayrıca bu sefer yerli zalim tiranların başlattığı ve arkası bir türlü gelmek bilmeyen savaşların beslediği karmaşa ve felaketten yakayı kurtarmak isteyen Müslümanlar çareyi, felaketlerinden iyi bir ders almış olan Batı medeniyetinin bağrına kendilerini atmakta buldular. Yani ne acı ki, iltica ve göç tek çare haline geldi.  

Şimdi bu akın haline gelmiş olan iltica ve göç dalgasına karşı Batı, ne yapıyor, ne çözüm üretiyor? Yolunu bulup kapağı Avrupa'ya atarsanız size sahip çıkıyor. Yeme, içme, barınma ve iş imkânı sağlıyor. Hayatınızı bir anlamda garanti ediyor. Ve oralarda kaldığınız müddetçe adilane bir idareye maruz kalır ,haksızlığa uğramazsınız. Sanki Asr-ı Saadet devrinde bir avuç Müslümana ülkesinde sahip çıkıp adaletten ayrılmayan o mübarek insan Necaşi’nin ruhu bütün Avrupa'yı bugün sarıp sarmalamış gibidir.  Bu bakımdan mağduriyetlerin giderilmesi noktasında yaptıklarını ve sağladığı imkanları takdir etmemek mümkün değildir. 

Ancak bu yapılanlar yeterli değildir. Kendi ülkesinde adalet terazisini hassas tutup misafirlerine emniyet ve güven veren Batı'nın 3 asır önce sömürü ile felaketine maruz bıraktığı beldelerdeki mazlum halkın zalim idarecileriyle iş birliği yapmaktan ve menfaati gereği de olsa ekonomik münasebetlerde bulunmaktan vazgeçmelidir. Çünkü göçün ana sebebi Ortadoğu ülkelerinin pek çoğunda iktidarda olan zalim ve diktatörlerin var olmasıdır. Onları besleyen, ayakta kalmalarına sebep olan, onların gücüne güç katan hal, hareket ve davranışlardan Avrupa kaçınmadığı müddetçe oralardan kurtulup göç eden mültecilere sahip çıkar, ancak bataklığın kökünü kurutmadığından bu insani mağduriyetler devam eder gider. 

Bataklığın kökünü kurutmak, Ortadoğu zalimleriyle her türlü iş birliğine son vererek onları halklarına zulmedemez, haksızlık yapamaz hale getirmekle mümkündür.  Batı isterse kendisinden devamlı ve sürekli bir şekilde silah alarak beslenen bu zalimler güruhunu etkisiz hale getirebilir. Yoksa kendi topraklarında adil olsa da bataklığın kökünü kurutmadığından dolayı Batı, bir çuval inciri batırmış olur.

ÖNE ÇIKAN HABERLER