[Dr.Selim Koç] Düzmece haber ve iddialar karşısında: Mümin

Dünden bugüne Müslüman toplumların içinde fitne ve fesat üreterek onları birbirine düşürmeyi, bölmeyi/parçalamayı ve kendi içlerinden vurup köklerini kazımayı düşünen mü'min görünümlü tipler/kahpeler hiç eksik olmamıştır.

SHABER3.COM

Düzme Haber ve İddialar karşısında Mümin

DR. SELİM KOÇ- SAMANYOLUHABER.COM 

Tarihin her döneminde nifak şebekeleri yalan haber, iddia ve iftiralarla İslam toplumu içinde fitne çıkartarak fertleri birbirine düşürmeyi, kardeşleri birbirine kırdırmayı planlamıştır. Zaman zaman bunda başarılı da olmuşlardır. Bundan sonra da kıyamete kadar nifak şebekelerinin ve soykırımcıların bu tür gayretleri eksik olmayacaktır. Burada onları tanımak ve neler yapabileceklerini bilmek ve onları yakından takip kadar önemli olan bir diğer husus, bu kişi ya da komitelerin tuzakları karşısında müminlerin nasıl ve nerede durduğu ve ortaya koyduğu/koyacağı tepkilerdir. Bir diğer ifadeyle Hak'ka ve onun temsilcilerine düşmanlığa kilitlenmiş bu çetelerle  doğru ve isabetli mücadelenin bir yanı onları tanımak ise, diğer bir yanı toplum olarak yekvucüt ve net bir mücadele stratejisi geliştirmektir. İşte Kur'an-ı Hakîm her konuda olduğu gibi bize bu hususta da rehberlik yapar; hem onların çıkaracağı nifak ve fitne dişlileri arasında öğütülmemek hem de onların algı yönetimine karşı verilecek mücadelede başarılı olabilmenin temel ölçülerini verir. Bu ölçüler tarihin hiç bir döneminde ve hiç bir mekanda değişmeyen evrensel kriterlerdir.

Yalan Haber/Söylem Üretenlere Karşı Dikkat!

Dünden bugüne Müslüman toplumların içinde fitne ve fesat üreterek onları  birbirine düşürmeyi, bölmeyi/parçalamayı ve kendi içlerinden vurup köklerini kazımayı düşünen mü'min görünümlü tipler/kahpeler hiç eksik olmamıştır. İşte Kur'an, içtimaî kaostan/kargaşadan beslenerek güçlerini/koltuklarını korumaya çalışan bu iki yüzlü kimseleri çevirdikleri entrikalardan dolayı "murcifûn" olarak isimlendirir. (Bkz. Ahzab, 38/60-61) Sarsıntı anlamına gelen "Recfe" kelimesinden gelen "mürcifûn" kavramı, "toplumu/bir grubu derinden sarsacak iddialar ortaya atan, onlar hakkında asılsız ve yalan haberler üreterek insanları provoke eden, ötekileştiren ve şeytanlaştırmaya çalışan kimseler" demektir. Bu tür tahrikler, sözlü de fiili de olabilir. Bundan dolayı yalan/yanlış uydurma/düzme haberler üretmeye ve yaymaya "ircâf", o yolda uydurulan yalan haberlere/söylemlere ve sözde itiraflara "erâcif", bu işi yapan kimselere de "Murcifûn" yani düzmeci/sahtekâr denilir.   

Kur'an, Medine-i Münevvere'de bile bunların varlığına/yaptıklarına dikkat çekerek her toplumda bunların bulunabileceğini nazara verir. Bununla, iktidarlarını ve geleceklerini erâcif üzerine kurmaya çalışan bu yalancılara karşı müminleri daima uyanık olmaya sevk eder; toplumun birliğini ve dirliğini hedef alan, böylece onların iç ahenk ve dinamizmini bozmaya çalışan bu bozguncuların yalan haberlerine, dedikodularına ve iftiralarına asla kapılmamalarını ders verir. Yine Kur'an, millete kasteden bu kimslerin aynı zamanda  "Yalan üretmeye ve yalan dinlemeye çok meraklı olduğu kadar haram yemeye de düşkün" (Bkz. Maide Suresi, 41-42) olduklarını belirtir ve bu yalancı ve haramîlerin nifak ve şikak yayan haberlerine asla kulak verilmemesi gerektiğini tenbihler. Zira bu tür iddialar/iftiralar dinlenildiği oranda onların tesiri altına girilme ihtimali daha da artar. Unutulmamalı ki haber bir nevi telkindir. Uydurulmuş haberlere veya iftiralara kulak vermek hipnoza açık hale gelmektir. Bundan dolayı bozgunculuk peşinde olanlar bir şekilde kendilerini izlettirerek/dinlettirerek daha fazla insanı etkilemek ve toplumu daima kontrol altında tutmak isterler. Bugün, zulüm ve haksızlıklar karşısında dilsiz şeytan kesilmiş halk ve sözde entellektüellerimiz bunun apaçık bir ispatıdır.

Kaldı ki bu tür haberlere/söylemlere maruz kalan kimselerin bir çoğunun farkına varmadığı büyük bir tehlike daha söz konusudur. O da, bir kimse veli bile olsa, herhangi bir şahıs veya grup hakkında üretilen asılsız haberlere inanıp onu dillendirdiği ölçüde yalancıların ve iftiracıların ortağı olacağı gerçeğidir. Bundan dolayıdır ki Kur'an-ı Hakîm'de Hz. Aişe validemizin iffetiyle alakalı münafıkların ortaya çıkardığı dedikoduların apaçık bir iftira olduğu ifade edildikten sonra inananlara önemli bir ikazda bulunulur: "Bu iftiraya adı karışan/bir şekilde ona inanan ve bulaşan herkesin kazandığı bir günah ve o nisbetde de cezası vardır. Bu iftirayı tezgahlayanların elebaşlarına gelince onlara ise cezanın en büyüğü vardır." (Nur, 24/11) Dolayısıyla iftirayı tezgahlayanlar kadar bu yalan haberlerin tesirinde kalarak onu "acaba?"lar ile dillendiren/seslendirenler de yapılan zulümlerin, işlenen cinayetlerin ve girilen kul haklarının vebaline hissedar olurlar ve hukuken de cezalandırılırlar. Bunun içindir ki ifk hadisesinde iftira kampanyasının tesirinde kalıp onu sağda/solda konuşan/yayan iki erkek ve bir kadın sahabiye had cezası uygulanmıştır. Ayetin fezlekesinde de belirtildiği gibi işin elebaşlarını bekleyen ise daha büyük cezadır.   

İddiaların Doğruluğu İyice Araştırılmadan Hukuki İşlem Yapılamaz!

İstikballerini yalan, iftira, başkalarını karalama ve muhalifini bir şekilde yok etme üzerine kurmaya çalışan yalancı politikacıların operasyon ortağı olmamak için tavsiye edilen en önemli hususlardan biri de, ortaya atılan bir iddianın ya da haberin doğruluğunu araştırmaktır. Bu anlamda Hucurât Sûresinde, "haberin doğruluğunu tetkik etmeden " asla adım atmama hususunda şöyle buyrulur: "Ey iman edenler, herhangi bir fasık, size bir haber getirecek olursa onu iyice araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek birtakım kimselere karşı kötülük edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (Hucurat, 49/6)

Evet, inanmış bir toplumda asıl olan güvendir. Zira cemiyeti oluşturan fertler emindir. Bu açıdan fertlerin birbirlerine ilettikleri haberleri kabul etmede ve ona göre hüküm verip o istikamette hareket etmede bir mahzur düşünülemez. Ancak buna rağmen haberin/söylemin kaynağı, haberi getirenin ya da ortaya bir iddia atan kimsenin güvenilirliği ve söyleminin doğruluğu mutlaka araştırılmalıdır. Bu prensibe göre hareket ederek her haberin/iddianın doğruluğunu test sistemini kurmayı başarmış bir toplum, hakkı ikâme ve adaleti gerçekleştirmede önemli bir dinamiğe sahip demektir. Aksi taktirde herhangi bir fasıkın yaptığı bir haberle ya da "Mürcif'ûn'un" ortaya attığı düzme itiraf ve iddialarla fertler ve toplumlar haktan, hukuktan ve adaletten uzaklaşarak telafisi mümkün olmayan hata, zulüm ve büyük günahlara girerler.  

Bu gerçeği tam anlama adına ayetin indiriliş sebebini de belirtmemiz yerinde olacaktır: Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem), Velid İbn Ukbey'i Mustalıkoğullarına vali ve zekat memuru olarak gönderir. Hz. Velid, Mustalıkoğullarının yaşadığı beldeye varmak üzereyken kendisine doğru gelen atlıları görünce, aralarında daha önceden varolan düşmanlığı hatırlayarak, "Bunlar, beni öldürmeye geliyorlar." kanısına varır ve korkup geri döner. Tabiatıyla bu durumu Resulüllaha rapor etmesi ve haber vermesi gerekirken, yaşadıklarını aktarmakla yetinmez bir de yorum katar: "Ya Resulallah!  Onlar dinden dönmüş olabilirler! Üstelik zekat vereceklerini de düşünmüyorum." Bunun üzerine Allah Resulü üzerlerine bir ordu göndermeyi düşünür. Yanlış bir anlama ve şahsi bir zan ve yorum üzerine büyük bir katliam yaşanmak üzereydi ki yukarıdaki ayet nazil olur. Diğer taraftan da zaten Peygamberimiz (aleyhissalatü vesselam), Hz. Halid İbn Velid'i olayın aslını araştırmak için gönderir. Hz. Halid hiç kimseye haber vermeden gider ve yanındaki birlikle beraber uzaktan gözetleme yapar. Peygamberimize getirilen haberin tam aksine bir tablo ile karşılaşır. Mustalıkoğulları yurdunda ezanlar okunduğuna, namazların kılındığına şahit olur. Üstelik o gün hepsine uğrar ve zekatlarını da tahsil eder, menfi hiç bir tepkiyle de karşılaşmaz. Vazifesini tamamlayan Halid Bin Velid (radıyallahu anh) daha fazla vakit kaybetmeden yanındakilerle birlikte hemen Medine'ye döner ve Peygamberimizin huzuruna çıkarak gördüklerini ve yaşadıklarını anlatır, tahsil ettiği zekatları da teslim eder. İşte fetanet-i azam sahibi Efendimiz aleyhissalatü vesselam, ayetin emrine imtisalle acele etmez ve önce kendisine getirilen haberin doğruluğunu araştırır. Böylece muhtemel bir savaşın ve büyük bir katliamın önüne geçer.

Dolayısıyla toplum/devlet, haber alma ve tahkik sistemlerini, hukuk ve adalet mekanizmalarını öylesine sağlam temellere oturtmalıdır ki hiç bir fasık yalan habere, hiç bir yazar tetikçiliğe, hiç bir gizli tanık(!) yalancı şahitliğe, hiç bir sözde savcı uydurma/erâcif bilgilerle dolu içi boş iddianameler hazırlamaya ve onunla muhaliflerini yok etmeye cüret edememelidir. Her şeye rağmen böyle bir linç girişimine kalkışanlar olsa bile hem sağlam hukuk ve adalet mekanizması onları derdest etmeli hem de müminlerin basireti, feraseti ve Kur'an'da kendilerine verilen bu temel ilkelere riayeti sayesinde o tuzak boşa çıkarılabilmelidir. Yoksa iş işten geçtikten sonra yaşanacak pişmanlıkların ne dünyada ne de mahşerde zalimlere hiçbir faydası olmayacaktır.    

Her Duyduğuna İnanan ve Onu Seslendirenlere!

Allah Resûlü, idare ettiği İslam toplumunun içinde her türlü yıkıcı ve bölücü söz/haber ve söylemlere karşı sağlam bir şuur oluşturmak ve toplumda bu bilincin daha da gelişmesini temin etmek adına sürekli uyarı ve ikazlar da bulunur. Bir hadislerinde içi boş iddia, itiraf ve söylemlerin insanın omuzlarına nasıl bir vebal yükleyeceğini çok veciz bir şekilde şöyle ifade buyurur: "İddia edildiğine göre sözü, bir adamın omuzlarında ne kötü bir yük/ne ağır bir vebaldir!" (Ebu Davud, Edeb 80 (4972)) Bu hususta bir başka hadislerinde "Her duyduğunu söylemesi/yazması kişiye günah olarak yeter!" buyurur ve fert ve toplumların vahdetini/kardeşliğini hedef alan böyle bir kötülüğün de büyük günah olduğunu belirtir. (Ebu Davud, Edeb 87 (4992); ve yine bkz. Ebu Davud, Edeb 40 4876, 4877)) Yine bir başka nurlu beyanlarında "Kişiye, yalan olarak her duyduğunu söylemesi/yazması ve onu yayması yeter." der ve farklı bir yalan türüne karşı hakiki müminleri ikaz eder. (Müslim, Mukaddime 5 (4482))

Evet, yalan söylemekten daha katmerli büyük bir günah da yalancıların ve murcifûn'un/sahtekârların ürettiği bu tür asılsız haber, bilgi ve söylemleri yazılı ve görsel medya üzerinden servis yapmaktır. Bu yalan haber aşcı, garson ve kuryeleri servis yaptıkları bu erâcifle hem kendi ahiretlerini hem de milyonların ebedi hayatını karartmaya ne kadar da istekli ve cesurlar! Allah Resûlü toplumun dünya ve ahiretine kasteden bu zalimlere şöyle hitap eder ve toplum üzerinden ellerini ve dillerini çekmelerini emreder: "Ey dilleriyle iman etmiş fakat henüz imanın kalplerine girip yerleşmediği kimseler! Müslüman topluma eziyet etmeyin, onları ayıplamayın ve kötülüklerini/sürçmelerini araştırıp yaymayın! Kim bir Müslüman kardeşinin günahlarını araştırıp ortaya çıkarma ve yaymanın  peşine düşerse, Allah da yaptığının karşılığı olarak onun günahlarını/kusurlarını bir şekilde ortaya çıkarır ve onu evinin içinde dahi olsa rezil-rüsvay eder." (Tirmizî, Birr 85 (2032))

Ortada fert ve toplumu ilgilendiren hukukî bir mesele varsa o da hukukçuların ve kolluk kuvvetlerinin işidir. Doğruluğu araştırılıp delilleriyle ortaya çıkmamış bir mevzunun dedikodusunu yapmak insanları manevî açıdan mesuliyet altında bırakır. Dolayısıyla herkes bu nebevî beyanların dikkat çektiği tehlikelerden korkmalı, yalanların ve içi boş itiraf, iftira ve iddiaların yayılmasına ortak olmamalı ve başkalarının ayıplarını araştırıp paylaşmamalı aksine kendi eksikleriyle meşgul olup tövbe ve istiğfara yönelmelidir. Çevresinde gördüğü fert ve toplumu ilgilendiren hata, eksik ve yanlışlıklar varsa onları da yetkili mercilere bildirmekle yetinmelidir.
<< Önceki Haber [Dr.Selim Koç] Düzmece haber ve iddialar karşısında: Mümin Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER