Benzerlik mi? Çeşitlilik mi

Türkiye'nin üyeliği ile birlikte AB ne kazanacak?

Benzerlik mi? Çeşitlilik mi

Nicolas Sarkozy, Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanırken katıldığı bir TV programında Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine karşı olmasının nedenini şu sözlerle açıklamıştı. "Türkler Avrupalı değil Kapadokyalı, Anadolulu". (1) Sarkozy'nin kastettiği anlamda Türklerin Avrupalı olmadığını söyleyebilirim. Yani Avrupalı deyince Türklerin akla ilk gelen millet olmadığı aşikar. Türkiye'de genel kanı Alman, Fransız ve İngilizlerin Avrupalı olduğudur. Kendisini Avrupalı görmez Türk milleti. Sırp, Hırvat, Romen veya Bulgarlar da Avrupalı gelmez bize pek. O halde Sarkozy haklı mı? Bu soruya verilecek cevap, Batı Avrupa'nın sosyal ve kültürel yaşam tarzı göz önüne alındığında 'evet' gibi duruyor. Medeniyetler Çatışması tezinin destekçilerinin sevineceği şekilde biz ve onlar ayrımı yapıldığında, aramızda ciddi uçurumlar olduğu söylenebilir. Kadın-erkek ilişkilerinden yemek kültürüne kadar…. Bunlar kültürel farklılıklar ve Acquis Communitaire'de yer almıyor. Ama kimi AB ülkeleri liderlerinin yaptığı bazı yorumlar, Avrupa ile Türkiye arasındaki kültürel farklılıkların üyeliğin önünde engel olacağı yönünde. Geçmişte Avrupalı liderlerden gelen, Türkiye'deki demokrasinin ve insan haklarının gelişmişlik seviyesine yönelik eleştiriler yerini, Türkiye'nin Avrupalı olup olmadığıyla ilgili kültürel değerlendirmelere bırakmış durumda. AB'nin motor ülkelerinden Fransa'nın Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olduğunu ifade ederek, Avrupa'nın 'Hristiyan kökenleri'ne vurgu yaparken, Almanya Başbakanı Angela Merkel de Türkiye için sürekli olarak imtiyazlı ortaklık alternatifini gündeme getiriyor. Bu noktada cevaplanması gereken iki soru var: 1-Türkiye'nin Avrupalı olup olmadığı neye göre söylenebilir ? 2-Türkiye, Avrupalı olmasa da AB'ye üye olabilmeli mi? İlk soruya cevap verebilmek için önce Avrupalılığın tanımının yapılması gerekiyor. Şu ana kadar somut bir Avrupalı tarifinin ortaya konulduğu söylenemez. Bunun yanı sıra, 'Türkiye, Avrupalı değildir' tezini savunanların, Türkiye ile birlikte müzakerelere başlayan Hırvatistan için bu tezi gündeme getirmedikleri gibi, daha önce üye olan Bulgaristan ve Romanya için de böyle bir sorgulamada bulunmamaları dikkat çekici bir unsur olarak öne çıkıyor. Bu ülkelerle Türkiye arasında nasıl bir temel fark var? Avrupalılık, coğrafi konuma göre tanımlanıyorsa -ki AB'deki Türkiye karşıtı cephe, sıklıkla Anadolu'nun Avrupa kıtasına ait olmadığını vurguluyor- böyle bir durumda Kıbrıs'ın AB'ye üye olması nasıl açıklanabilir? Bu çerçevede, 'Türkiye, Avrupalı değil' savunmasının temelini Türkiye'nin coğrafi konumuyla ilişkilendirmek ikna edici durmuyor. Öyle ise bu sadece asıl nedenin üstünü kapatmak için kullanılan bir örtü mü? Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya gibi Türkiye ile birçok benzerliği bulunan ülkeleri üyeliğe kabul ederken kültürel farklılık itirazını öne sürmeyen bazı Avrupalı siyasetçilerin iş Türkiye'ye geldiğinde ortaya çıkması nasıl açıklanabilir? Samuel Huntington'ın yüzünde tatminkar bir gülümsemeye yol açacak olsa da cevabın Türklerin Müslüman olmasıyla ilgili olduğunu söylemek zorundayım. Yani bazı Batılıları korkutacak şekilde ifade edersek, sebep 'İslam'. Türkiye'nin Avrupalı olmadığı tezinin temelinde bu yatıyor. Batılı bazı çevrelerden kaynaklanan bu yaklaşım, Türkiye'de de karşılığını buluyor. AB karşıtı çevrelere, "Dinimizi değiştirmemizi istiyorlar." veya "Bizi hiçbir zaman almayacaklar." şeklinde propoganda yapma imkanı vererek, Türkiye'yi AB'ye yaklaştıracak reformların yapılmasına engel oluşturuyor. Demokratikleşme karşıtlarının elini güçlendiriyor. Bu çerçevede Türkiye'nin adaylığını destekleyen eski Fransa lideri Jacques Chirac'ın "Türkiye, kültür devrimi yapmalı" şeklindeki sözleri de Türkiye'de tartışma konusu olmuştu. İzzet-i nefsi olan herkesin kendi ontolojisine yöneltilen eleştiriyi reddedeceği gerçeğinin dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'nin siyasi, hukuki ve ekonomik alanda daha fazla reform gerçekleştirmesi talep edilebilir. Çünkü bunların hepsi eninde sonunda yerine getirilebilecek şartlardır. Uzun vadede de toplum tarafından içselleştirilecektir. Ancak, kültür binlerce yıllık bir birikimdir ve anayasanızdaki bir maddeyi değiştirir gibi değiştiremezsiniz. Kültürel benzerlik mi, Kültürel çeşitlilik mi ? Yukarıda sorduğum 'Türkiye, Avrupalı olmasa da AB'ye alınmalı mı' sorusunun cevabı da AB'nin kendi kimliğini nasıl tanımladığına bağlı. AB kültür olarak benzer ülkelerin oluşturduğu bir yapı mı yoksa farklı kültürlerin bir arada yaşayabildiği demokrasi ve insan haklarının temel değerler olarak kabul edildiği bir oluşum mu olacağına karar vermeli. Tabii bu seçim AB'nin hem iç durumunu hem de dış ülkelerle ilişkilerini etkileyecektir. İçinde kaydadeğer sayıda Müslüman nüfus bulunduran AB'nin Müslüman bir ülkeye sırt çevirmesinin sonuçları iyi düşünülmeli. Burada İsveç'in İstanbul Başkonsolosu Ingmar Karlsson'a kulak verelim. Karlsson'un 2006 yılında Zaman'a verdiği demeçten bir bölüm: "İslam'ın bir Avrupa dini olduğunu belirten Karlsson, Avrupa'da 15-20 milyon arası Müslüman'ın bulunduğunu belirtiyor ve AB yolunda Türkiye'ye hayır demenin Avrupa'daki Müslümanları da olumsuz etkileyeceğini vurguluyor. Türkiye'nin AB üyesi olmasıyla İslam'ın Avrupa dini olduğunun tescilleneceğini ifade eden Karlsson, 'Aksi takdirde Avrupa'daki Müslüman kesim ne yaparsa yapsın, dini ve kültürel farklılıklardan ötürü her zaman ikinci sınıf kalacağını düşünecektir.' şeklinde konuşuyor." (2) Görüldüğü gibi Türkiye'nin üyeliğe alınmamasının Avrupa'nın iç düzenini olumsuz etkileyeceğini düşünen Avrupalılarda var. Türkiye'nin üyeliği ile birlikte AB'nin sınırının ne olacağı da birbiriyle bağlantılı tartışma konuları. AB'nin sınırları, farklı yaşam tarzlarını dışarda tutmak üzerine değil, sağlıklı bir demokrasi, iyi bir insan hakları karnesi ve istikrarlı bir ekonomiye sahip olan ülkeleri bünyesine katmak üzerine olmalı. AB hiçbir zaman belli sınırlara ulaşıp durmak fikrini benimsememeli. Suriye'yi AB üyesi olarak hayal etmek absürd bir düşünce gibi dursa da, prensip olarak demokratik ve ekonomik kriterleri karşılayan her ülkeye açık olmalı AB üyeliği. Özellikle iletişimin bu kadar üst düzeye çıktığı, insanların birbiriyle geçmişe göre çok daha kolay kaynaşabildiği ve dolayısıyla büyük bir kültür paylaşımı olduğu bir çağda ülkeler arası kesin sınırlar koymak ne kadar doğru. O yüzden AB kültürel anlamda kendisine benzemeyen ülkelere kapısını açmalı. Öte yandan, yeni ülkeleri kabul etme konusunda AB'nin kendi hazmetme kapasitesini de göz önünde bulundurması anlaşılabilir; tabii hazmetme kapasitesi, aday ülkeleri dışlamak için mazeret olarak kullanılmadığı sürece. Savunduğum fikrin bugünkü durumda çok sıra dışı olduğunu kabul etmekle birlikte hedef daha barışçıl bir dünya ise bunun zenginliğin ve demokrasinin daha geniş alanlara yayılmasıyla mümkün olabileceğini vurgulamak istiyorum. Geçmişte birbirleriyle sayısız kere savaşmış, iki dünya savaşı geçirmiş Avrupa ülkelerinin, AB çatısı altında toplanmasının da bundan 60-70 yıl önce gerçekçi bir düşünce olarak algılanması pek mümkün değildi. Demek istediğim geleceğe ipotek koymaktan kaçınılması ve AB'nin sınırlarını belirlemek gibi gelecek nesillerin birbiriyle daha yakın ilişki kurmasını önleyici zihinsel ve algısal engeller oluşturulmaması gerektiği. Yine de AB'nin sınırları olması isteniyorsa, bu Türkiye'nin üyeliğini engelleyemez, engellememeli. Avrupalı liderler Türkiye'nin tam üyeliği konusuna şüpheyle yaklaştıkları taktirde kendilerinden önceki hükümetlerin verdikleri sözleri tutmamış oluyorlar ki, devlet geleneğinde öncül yönetimlerin aldıkları karar bağlayıcıdır. Öte yandan, Türkiye'nin AB üyeliği sadece Avrupalılar ile Türk vatandaşlarını değil, Ortadoğu halklarını da yakından ilgilendiren bir süreç. Avrupa'nın Müslüman bir ülkeyi sadece 'Bize benzemiyor' diye dışlaması, birliğe Hristiyan Kulübü etiketini yapıştıranlara önemli bir koz vereceği gibi diğer Müslüman ülkelere de olumsuz bir mesaj göndererek 'biz ve onlar' ayrımını körükleyecektir. AK Parti milletvekili Doc. Dr. Zeynep Dağı'nın, Avrupa Parlamentosu'nda katıldığı bir toplantıda Türkiye'nin AB sürecinde geldiği noktanın Arap ülkelerinin ilgisini çektiğini anlatırken, söylediği şu sözler de dikkate değer: ''Bu ülkeler Türkiye AB üyesi olunca bu gelişmeyi olumlu algılayacak. Türkiye dışlanırsa bu kültür ve dini nedenlerden olacak. Bu ülkelerde kendilerini dışlanmış kabul edecek.'' (3) Arap dünyasından da Türkiye'nin AB üyeliğine destek mahiyetinde açıklamalar geliyor. Suriye Başbakanı Muhammed Naci Otri, 2005 yılında verdiği bir demeçte şöyle diyor: "Türkiye, AB'ye yaklaşıyor ve bu bizi daha güçlü yapacaktır. AB süreci sadece Türkiye için değil, Arap dünyası içinde iyi. (Türkiye'nin) Tam üyeliğinin 3 ila 5 yıl içinde gerçekleşmesini umuyoruz… Türkiye'nin bunu yapacağına inanıyoruz. Türkiye, medeniyetler çatışması tezinin tersini kanıtlayacak. Türkiye'nin AB'ye girişi bir Müslüman ülke olarak girişi Islam dünyasının problemlerini Batı'ya anlatmayı sağlayacak. Biz Türkiye'yi AB'de Arap ve İslam dünyasının temsilcisi olarak görüyoruz ve bu ona yetki veriyor." (4) Ürdün Üniversitesi Stratejik Çalışmalar Merkezi'nde araştırmacı olarak görev yapan Fares Braizat ise Arapların Türkiye'yi modernizasyon ve geleneği bir araya getirmesi açısından rol model olarak gördüğünü söylüyor. Braizat bunun Araplara 'eğer demokratik reformlar yaparsanız, AB ile daha iyi bir ortaklık kurma avantajına sahip olabilirsiniz' mesajı verdiğini aktarıyor. (5) Mısırlı akademisyen Prof. Tarık Bary de ülkesinin basınının konuya yaklaşımını şu şekilde anlatıyor: "Neredeyse 40 yıldır Türkiye'nin bu mücadelede olduğundan bahsediliyor. Pek çok yayın AB'nin Türkiye'ye bakışını manipülatif olarak değerlendiriyor ve AB'nin Türkiye'yi kendi çıkarları için bir araç olarak gördüğü görüşünü yansıtıyor. Bu nedenle Türkiye'nin yapabileceği çok fazla şey olmadığını düşünüyorlar. Ancak resmi görüşü yansıtan El-Ahram olayı daha farklı görüyor ve Türkiye'nin çabalarını destekliyor. Diğer gazetelerde de konuya son derece açık fikirli ve olumlu yaklaşılıyor, ancak Türkiye'nin AB yolunda çok zaman kaybettiğine değiniliyor. Ancak bu Türkiye'ye değil AB’ye yönelik bir eleştiri anlamını taşıyor. Özellikle Mısır-Türkiye ilişkileri zaten çok güçlü bir bağa sahip. Her halükarda bunun devam edeceğine eminim. Kaldı ki Mısır'ın da zaten AB ile her zaman iyi ilişkileri oldu. Türkiye'nin AB'ye üye olması durumunda bizim de AB ile Türkiye üzerinden daha net bir iletişimimiz olabilir." (6) Yukarıdaki örnekler Müslüman ülkelerin Türkiye'nin AB üyeliğine bakışını yansıtırken, Tarık Bary'nin söyledikleri artık Arapların Türkiye'nin AB'ye alınacağı konusunda ciddi şüpheler taşıdığını ortaya koyuyor. Ayrıca, Suriye Başbakanı'nın 2005 yılında Türkiye'nin tam üyeliğine 3 ila 5 yıl arasında süre biçerken halen bugün Türkiye'nin ne zaman üye olacağına dair 10 ila 20 yıl arasında farklı zaman dilimlerinin konuşuluyor olması Arapların da artık Türkiye'nin tam üyeliği için umudunu yitirmeye başlamış olabileceği düşüncesini akla getiriyor. Yine Mısırlı Prof. Bary'nin Arap medyasının yaklaşımı ile ilgili olarak, "Türkiye'nin AB yolunda çok zaman kaybettiğine değiniliyor. Ancak bu Türkiye'ye değil AB'ye yönelik bir eleştiri anlamını taşıyor." şeklindeki sözleri de manidar. Türkiye AB sürecinde birçok reformu gerçekleştirerek demokrasi yolunda önemli adımlar attı ancak bu reformların kalıcı olması ve daha da geliştirilmesi gerekiyor. Bu reformlar AB istediği için değil, Türk vatandaşlarının daha iyi bir hayat standartı yakalaması için yapılmalı. Kaldı ki hükümette bu noktada reform sürecini AB'den ne tepki gelirse gelsin devam ettireceğini çeşitli kereler beyan etti. Yine de AB üyeliği hedefini Türkiye'nin demokratikleşmesini hızlandırıcı bir faktör olarak görüyorum. AB üyesi bir Türkiye'nin dünya barışına yapacağı katkı da gözardı edilemez. Türkiye'ye 'evet' denmesi İslami kimliğe sahip diğer ülkelerin halklarını da demokratikleşme yolunda adım atmak için cesaretlendirebilir. Öte yandan, Batılı gelişmiş ülkelerin, dünyanın azımsanmayacak bir kısmı otoriter yönetimlerin altında, şiddeti, aşırılığı ve terörizmi körükleyen bir durum içindeyken bunları görmezden gelmesinin mümkün olamayacağını ve aksi taktirde kaostan kendilerinin de etkileneceğini anlamaya ihtiyacı var. Medeniyetler arası çatışma tezlerinin savunulamayacağı daha iyi bir dünya için Türkiye, AB'ye girmeli. Çağrı Çobanoğlu Kaynaklar: (1) http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=220304 (2)http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=256842&keyfield=496E676D6172204B61726C73736F6E204576696D2067696269 (3) http://www.abhaber.eu/haber.php?id=20022 (4) http://www.turkishweekly.net/comments.php?id=1775 (5) http://www.turkishweekly.net/comments.php?id=1775 (6) http://www.dunyagundemi.com/ydg/index.php?option=com_content&task=view&id=667&Itemid=44
<< Önceki Haber Benzerlik mi? Çeşitlilik mi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER