Oxford Üniversitesi’nde doktoramı yaptıktan sonra, düşüncelerim ve merakım iki
ülke üzerinde yoğunlaştı. Bunlardan bir tanesi
Türkiye, diğeri ise
Lübnan’dı. Ben Lübnan’a yönelmeyi seçtim.
Burası, ben daha doğmadan önce bu topraklarda hayatını kaybeden büyükannemin ülkesiydi. Lübnan’da bulunurken, kendimi onun yürüdüğü, suyunu içtiği ve yaşadığı yerlerde ruhunu hissedebildiğim bir dünyadaymışım gibi hissediyordum. Bununla birlikte, Lübnan üzerinde çalışmayı istediğim kadar da içimde büyükannemin ülkesinin hiçbir zaman barış ve sükuneti tadamayacağını derinden biliyordum. Son birkaç günde yaşanan olaylar beni bu tahminlerimde haklı çıkardı.
Lübnan’da vuku bulan olaylar
bölge için çok önemli.
Hizbullah’ın Lübnan-
İsrail sınırında iki İsrail askerini
kaçırmasından sonra, İsrail altı yıl önce Lübnan’dan çekilmesinden bu yana bu kuzeydoğu komşusuna karşı en büyük askeri
operasyonu başlattı. İsrail hava saldırıları güney Lübnan’ı ve Beyrut’u
hedef aldı, ülkeyi
Suriye’ye bağlayan havaalanı ve otobanı bombaladı. Hizbullah ise, bugüne kadar eşi görülmemiş bir şekilde
Hayfa kasabasına ulaşan Katyuşa füzeleri ile İsrail’in kuzeyine yönelik misilleme saldırılarında bulundu. Her iki tarafta da siviller yaşamını yitirdi.
Hizbullah’ın, İsrail’in
Gazze Şeridi’nde kaçırılan bir askerini aradığı bir sırada neden bu iki askeri kaçırdığı sorusu zihinleri kurcalıyor. Hizbullah,
Ortadoğu’da en fazla yanlış anlaşılan gruplardan birisi ve krizi doğru konumlandırmak, bu
örgütü daha bir şekilde tanımayı gerektirmektedir. İronik bir biçimde, İsrail’in Lübnan’a yeniden saldırmasına neden olan Hizbullah’ın 1982 yılında ortaya çıkmasına öncülük eden olay yine İsrail’in askeri saldırısıydı.
Hizbullah neden devreye girdi?
1982 saldırısının ardından, bir diğer laik kökenli Şia partisi Amal Hareketi’ne karşı Hizbullah alternatif olarak ortaya çıkmıştı. İsraillilerin ülkeden çıkarılması kampanyası sırasında Amal’ın pek çok üyesi pasiflikleri nedeniyle çok eleştirildi ve bu üyeler hep beraber Hizbullah’a geçti. Bazı üyeler,
İran İslam devrimi içinde yer almaya karar verdi ve aynı şeyin Lübnan’da da yapılabileceğine inandı. Bu noktada, Hizbullah birleştirici bir grup olmaktan ziyade, daha politik söyleme sahipti. Bu örgüt, tek bir şemsiye altında İran devriminden ilham alan çeşitli Şia gruplarını bir araya getirdi. 1982 yılında, Suriye’nin Lübnan’daki etkisi
İsrail saldırısı nedeniyle eski nüfuzunu yitirdi ve İsrail’in varlığının altını oyma doğrultusunda bir yol izlemeye başladı. Suriye Cumhurbaşkanı
Hafız el
Esad, İran
Devrim Muhafızları’nın güney Lübnan’dan operasyon düzenlemesine ve Hizbullah’ın büyümesine izin verdi.
Hizbullah’ın ilk açık mektubu, İsrail’in varlığının nihai yok olarak silinmesinin bir başlangıcı olarak Lübnan’dan çekilmesi ve kutsal
Kudüs kentinin işgal pençesinden kurtarılması isteğini ortaya koyuyordu. Hizbullah’ın İsrail güçlerine karşı saldırıları güneyde hız kazandı. Bu saldırılar, Hizbullah’ın Beyrut’taki gücünün bir göstergesi ve meşrulaşmasının bir aracı haline dönüştü. Böylece, İsrail’i Lübnan’ın güneyinden püskürten Hizbullah popülerlik kazandı ve Şia arasında seçkin bir konum elde etmesini sağladı.
Aslında, Hizbullah’ın bir dış güce karşı mücadelesi, bir iç gücün pekiştirilmesi hususunda kayda değer bir ilerleme sağlamadı. Hizbullah’ın Suriye ile ilişkileri her zaman istikrarlı olmadı. Suriye’nin 1987 yılında çok güçlü olması ve Beyrut’taki gücü tehdit etmesi nedeniyle Hizbullah’a karşı askeri olarak harekete geçmesi belli açılardan hâlâ tam bilinmeyen bir olaydır. Bununla birlikte, Suriye Hizbullah savaşçılarının sertliğinin farkındaydı ve bu savaşçıların ciddi bir direniş uygulamaları durumunda Suriye’nin Lübnan’daki ününün zarar görebileceği gibi bir çıkmazla yüz yüze kalmış durumdaydı. Suriyeli bir yetkili,
Güney Beyrut’ta Hizbullah’ı bastırmak için 15 bin askere ihtiyaç duyulduğunu ve Suriye’nin kenar mahallelerde yerleştirilmiş en fazla 7-8 bin civarında askeri bulunuyordu. Bu durum, son krizden bazı dersler çıkarılmasını gerektirmektedir. Askeri güç Hizbullah’ı yok edemez. Bu Hizbullah’ı sadece daha güçlü yapar. Hizbullah, İsrail askeri operasyonu ve Suriye-İran
işbirliği nedeniyle daha da büyüdü. Bununla birlikte, şu an kendi başına bir güç ve bu üç
yabancı güçten hiçbiri tümüyle bu örgütü
kontrol edemez, tümüyle elimine edilmesi söz konusu bile olamaz.
Şiddet, şiddeti üretir...
Savaşa son veren 1980 Taif Anlaşmaları’ndan sonra, Hizbullah 1992 yılındaki Lübnan parlamento
seçimlerinde yer almaya karar verdi. Hizbullah’ın seçim kampanyası sosyo-
ekonomik ve politik reformlara odaklandı ve fakirleri doyurmak, onlara ev inşa etmek gibi, alt tabakadaki sınıfları kendi lehine harekete geçirecek kendi sosyal programlarını yürürlüğe koydular. Hizbullah, Lübnan İslam Cumhuriyeti’nin imkansızlığının farkına varmış gibi görünüyordu ve bu durum onların Lübnan devletini kabul etmesine ve Lübnan devletinin bir parçası olmalarına neden oldu.
2000 yılı
Mayıs ayında, İsrail güçleri güney Lübnan’dan çekildi ve Hizbullah bu çekilmeyi, İsrail güçlerine karşı devam eden saldırılara bağladı. Arap Ortadoğu için bu olay İsrail güçlerine karşı elde edilen ilk Arap zaferi olarak sunuldu. Hizbullah’ın Lübnan’daki popülaritesi arttı, hatta bu, Şia dışındaki gruplar arasında da böyle oldu,
Hamas ve İslami
Cihad gibi bölgedeki diğer gruplar arasında da durum farklı değildi ve sonrasında kendi taktiklerini “Hizbullah modeli” adı verilen taktiklere benzetmeye başladılar.
Pek çok Lübnan militanı
silahsızlanmaya zorlanırken, Suriye Hizbullah’ın silahlarını saklamasına gözlerini yumdu. Hizbullah’ın İsrail’e karşı mücadelesi onun varlık sebebini oluşturmaktadır. Ancak ironik bir biçimde, 2000 yılında Hizbullah’ın çabaladığı geri çekilme Lübnan’da diğerleri arasında neden silah taşımaya devam ettikleri tartışmasına neden oldu. İki askerin kaçırılması olayı, Hizbullah’ın Lübnanlılar arasında ve bu örgütü stratejik bir değer olarak gören Suriye ve İran’da
destek kazanma çabasının bir parçasıdır. Hizbullah, artan bir baskıyla karşılaştıkları anda her iki ülkenin de stratejik bir rezervidir. Bu nedenle kaçırma olayı bir
mesaj olarak algılanmalıdır. Suriye ya da İran’a karşı bir eyleme girişilmesi durumunda olabilecekleri göstermesi açısından ele alınmalıdır.
Lübnan ve İsrail arasında vuku bulan son olayların Ortadoğu’da mevcut konjonktür içinde dallanıp budaklanma ihtimali bulunmaktadır. 2001 yılından bu yana, el Kaide’yi izole etmek yerine ABD, İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas’ı el Kaide ile aynı kefeye koyarak onlar üzerine odaklanmaya karar verdi. Bu ciddi bir hataydı. İran ve Suriye, Hizbullah ya da Hamas ABD üzerine 11
Eylül tarzındaki yıkıcı bir saldırı gerçekleştirmemişlerdi. İran’ı, Suriye’yi ve Hizbullah-Hamas gibi grupları izole etme kampanyası sadece onları daha da radikalleştirmeye yarar, tıpkı son kaçırma olayında görüldüğü gibi. Bu gruplar, hiçbir yere gitmediklerini, ABD’nin baskısının ve kınamasının onları değiştirmeyeceğini ya da ılımlılaştırmayacağını göstermiş oldu. Ve bu savaştaki kurbanlar zayıf kalmaya devam edecek.
DR. İBRAHİM AL MARASHİ / Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Dr. Marashi, Oxford Üniversitesi Öğretim Üyesi’dir.