Halbuki problemler onu meydana getiren nedenler ortadan kaldırıldığı takdirde çözüm yoluna girmektedir. Resmin bütününü görebilmemiz halinde çözüm yolu da görünmeye başlayacaktır.
LİSE PROBLEMİ
ÖSYM senelerdir öğrencilerin kaderini iki temel özelliği bulunan bir sınav tarzıyla belirliyor:
a. Kısıtlı ve çokça tek sınavla (şimdilerde artacağı söyleniyor).
b. Soru başına 30 veya 60 saniye gibi kısa sürelerde yani zihinsel olmaktan ziyade tepkisel olarak cevaplanan sorularla.
Böyle bir sınav
sisteminde düşünmeye o kadar fazla yer kalmıyor. Konuşma ve yazma becerisinin ise hiç yeri yok. Halbuki eğitimin temel amacı düşünmeyi ve yorumlamayı öğrenmektir. Öte yandan eğitim öğrencinin bir yönüyle kendini, bir yönüyle de çeşitli çalışma alanlarını tanıma sürecidir.
Böyle olmadığı takdirde öğrencinin ne kendini ne de alanları tanıması mümkün olacak, bir başka ifadeyle geleceği için tesadüfi bir
tercih yapmış olacaktır. Zaten yaşana gelen en temel problemlerden biri budur.
İstatistiklere göre ülkemizde üniversite öğrencilerinin yüzde 90'ı sevmediği bir branşta okuyor. Buradan büyük bir çoğunluğun mesleğini sevmediği sonucuna varmak hiç de yanlış olmasa gere.
Mesleğini severek yapmayan insanın mutlu olması mümkün olmayacağı gibi verimli çalışıp üretken olması da mümkün değildir.
İşte bu yüzden istatistikilere göre Türkiye’de günlük verimli çalışma süresi 55 dakika iken Japonya’da 7 saattir.
Eğitimi teorik bilgi ve sınav odaklı ülkelere bakın, bunların üretmekten ziyade tüketen toplumlar olduğunu görürsünüz.
Okullar hayattan kopuktur. Tıpkı bizde olduğu gibi.
Fonksiyonel Bir Lise
Doğru Yerden Başlamak
Yeni bir yapılanmada ilk iş, lise eğitiminin öğrenciye ne kazandırması gerektiği ve lisenin misyonunun ortaya konulmasıdır.
Bunun ardından lise
mezunlarının sahip olması gereken bilgi ve beceriler belirlenmesi gelecektir.
Bizde son yıllarda hayata geçirilen “yeni
müfredat” aslında eğitim yapımızın yeniden oluşturulması için önemli bir adımdı. Ama öncesinde yapılması gereken yapısal dönüşümler gerçekleştirilmediği için gerekli sonucu doğurmadı.
Halbuki yeni programın hayata geçirilmesi için öncelikle ÖSS gibi merkezi
sınavların (ölçme değerlendirme anlayışının) yeniden ele alınması gerekiyordu.
Meslek Liseleri gibi
sivil liseler de yozlaştı. Liselerin mutlaka düşünmesini bilen, araştıran, sorgulayan, elde ettiği bilgiyi yeni bilgilere dönüştürebilen ve sonuçta sorun çözebilme becerisine sahip insanları yetiştirir hale getirilmesi gerekiyor.
PISA gibi kuruluşlar lise eğitiminde Türkiye’yi dünya ülkeleri arasında son sıralarda göstermektedir.
Türkiye’nin bilimin
uygulamaya dönüşmesi bakımından Dünya ülkeleri arasında 80. sıralarda kalması, meslek kazaları bakımından Dünyada üçüncü ve Avrupa’da birinci olması, kitap
okuma sıralamasında bir çok
Afrika ülkesinin bile gerisinde kalması bu vahim durumu yeterince ortaya koyan örneklerdendir.
Üniversite eğitimine muhteva kazandırman
ilk adımı daha önceki eğitim kademeleri ve özellikle de bir önceki kademe olan lisedir. Bununsa bir yolu lise düzeyindeki mesleki eğitimse diğer yolu da sivil liselerin muhtevada ve özde iyileştirmesidir.
Lise eğitiminin ÖSS sınavına endekslenmesi (daha doğrusu
hazırlık dershanelerinin öne çıkmasıyla göstermelik bir eğitime dönüştürülmesi) ile ülkemizde lise eğitimi anlamını yitirmiş görünüyor. İlginçtir ki son yıllarda aynı şey SBS ile
ilköğretim okullarına da sirayet etmiş görülmektedir. Aynen ÜDS,
ALES,
KPSS ile Yüksek öğretimi tehdit ettiği gibi.
Evet lise eğitimi daha fonksiyonel hale gelirse bu aynı zamanda üniversite eğitiminin kalitesine için de önemli bir adım olacaktır.
Lise öğretiminde öğrenciyi algılama, mantık yürütme, matematiksel ve soyut düşünme becerisine sahip kılabilirsek o zaman üniversite eğitimine muhatap olabilecektir.
Liseden nitelikli olarak gelmeyen öğrencinin üniversitede nitelikli olması da pek mümkün olmuyor. Ders geçme mezun olma amaçlandığına göre gerisi o kadar da önemli olmuyor. Belki istese de seviyesi bunun için yeterli olmuyor.
Mevcut durumda öğrenci her halükarda mezun olabiliyor. Önemli olan üniversiteye kapağı atmak, gerisi kolay. Zaten bu yüzden değil mi herkes üniversite için can atıyor.
Ama siz üniversiteyi ciddi bir eğitim ortamı haline getirin bakın o zaman nasıl sadece o gücü kendinde görenler oraya yöneliyor. Zaten bu da aynı zamanda üniversite kapısındaki yığılmanın önemli ölçüde ortadan kalkması demek olacak.
Lise Bitirme ve Olgunluk Sınavı
Batılı toplumlarda her yıl yapılan bir tür genel kültür, bilgi ve düzeyini ölçen sınavlar yanında düşünme ve anlatma becerisini ölçen “bakalorya” türü sınavlar da yapılmaktadır.
Bu geçmişte bir ölçüde “bitirme sınavı” olarak bizde de vardı. Belki de bu sınavların ihtiyaçlara uygun şekilde düzenlenerek tekrar getirilmesi lazım.
Bitirme sınavlarının tekrar ihdası, merkezi sınavları da yegane alternatif olmaktan çıkarabilir.
Liselere bitirme sınavlarının getirilmesi ve sınavlarda açık uçlu soruların yer alması ve bilginin kendisine değil kullanımını ve bilgi üretmeye yönelik soru hazırlamayı becerebilen uzmanlar istihdam edildiği takdirde mevcut ÖSS sisteminin olumsuzluklarının asgariye ineceğini düşünüyoruz.
Böyle bir
model, ÖSS sınavını tek boyutlu yapıdan çok boyutlu hale getirmede bir çıkış noktası olabilir.
Mesleki Beceri Kazanmayı Teşvik
Lise öğrencilerinin aynı zamanda mesleki becerilere sahip olabilmelerini sağlayacak bir yapılanmaya gidilmelidir. Bu da mesleki kazanım ve tecrübelerin ÖSS sisteminde puan arttıran bir unsur haline getirilmesiyle gerçekleşir.
Kurs vb. yollarla sertifikalandırılacak beceriler, öğrenciye iki türlü katkı sağlayacaktır:
a. Sertifikalar, ÖSS puanına eklenecek belirli bir değer taşıyacaktır. Böylece öğrencinin her türlü mesleki beceriye sahip olması
teşvik edilecektir.
b. Bir üniversiteye giremese bile söz konusu pazarlanabilir becerileri sayesinde işsiz ve mesleksiz kalmaktan kurtulabilecektir.
Bu sayede öğrenci yalnızca hazırlık dershanelerinde teorik bilgi peşinde koşmak yerine çeşitli mesleki becerileri kazanmaya da yönelmiş olacaktır.
ÖSS SORUNU
ÖSS’nin Yetersizliği
Ölçme değerlendirmenin ne olduğunu az çok bilen bilir ki ÖSS sınavı bir durum tespitinden ibarettir. Kesinlikle yeterli bir ve ölçme değerlendirme değildir. Yani beceri ölçme ve nitelik belirlemesi değildir.
İnsan ve eğitim birbirine çok yönlü bağlı olgulardır. Ölçme değerlendirmenin ve hatta eğitim ve bilginin ne anlama geldiğini bilememe yüzünden bilginin kullanılması ve üretilmesi yerine kafaya yığılan bilginin ölçülmesini sınav zannediyoruz. Hatta bu yanılgı o boyuta çıkmış görünüyor ki merkezi sınavlar adeta milli
spor haline gelmiş, her il kendisini ÖSS ve SBS sıralamasındaki derecesi ile değerlendirir olmuştur.
ÖSS’nin yalancı bir kriter olduğunun görülmemesi, öğrencilere ve ülkeye pahalıya mal olmaktadır. Ailelerin kazançlarının önemli bir bölümünü bunun için harcaması bir yana, gençlerin en değerli yıllarını kullanışsız ham bilgiler ve formalite işlerle geçirmesi işin asıl düşündürücü tarafını oluşturmaktadır.
Sınavın Yapısının ve Niteliğinin Değiştirilmesi
Öncelikle ÖSS sınavının yapısının ve niteliğinin değiştirilmesi gereğinin anlaşılması lazım. Ardından değişikliklerin neler olası gerektiğine sıra gelecektir.
Sınavlardan amaç temelde öğrencinin kavramlar arasındaki ilişkileri anlama ve problem çözebilmeye yarayan düşünme gücünün ve dili kullanma becerisinin ölçülmesi olmalıdır.
Önemli olan bilginin kendisi değil, onun kullanılması ve üretilmesi olduğuna göre, ÖSS sınavlarında düşünce gücünü ve bilginin kullanışını ölçen şekilde sorular tanzim edilebilir mi? Düşünce gücünü ve bilginin kullanışını değerlendirecek şekilde soru tanzim etmek ileri derecede uzmanlık ve derin bilgi ve eğitim yöntemlerini iyi bilmeyi gerektirmektedir. ÖSS de sorumlu yetkililer bu işin gerçek uzmanlarını istihdam ederek işin üstesinden gelebilirler mi?
Bu konudaki ilk adım da mevcut soru müfredatının çeşitli mesleki alanlar ve hayat becerilerini içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi olabilir.
Bu bağlamda;
a. Sözlü ve yazılı anlatım becerisi,
b. Pratik hayat bilgi ve becerileri,
c. Sosyal içerikli genel kültür,
d. Bilişim ve
iletişim becerileri,
e. Yaygın mesleki bilgi ve becerileri,
f.
Sanat bilgi ve becerileri,
g. Spor bilgi ve becerileri düşünülmelidir.
Diğer bir adım da sınavlarda ucu açık soruların yer alması olmalıdır.
Ancak birkaç milyon öğrencinin gireceği ucu açık soruların cevaplarının nasıl değerlendirileceği önemli bir meseledir.
YÖK ve ÖSYM’nin tek sınav yerine daha çeşitli sınavlar yapacağı ve bu sınavlarda ucu açık soruların da yer alacağı yönünde haberler alıyoruz. Bu olumlu bir işarettir.
Yerleştirmede Daha Esnek Bir Model
Yerleştirme sisteminde değişiklikler yapılması gerekiyor.
a. Sınav tekniğinde yapılacak değişiklikler bir yana öncelikle ÖSS sınavının üniversiteye yerleşmede tek faktör olmaktan çıkarılması ve yerleşmenin esnek bir yapıya kavuşturulması gerekiyor.
Üniversitelerde ilk yıl öğrencinin kaydolduğu bölümü ve üniversite hayatını tanıma yılıdır. Bu yıl öğrenciye başka bölümlere geçebilme imkanı tanınmalıdır.
b. Üniversiteler (Fakülte ve bölümler) kendilerinin koyacağı ek standart ve ölçütler içinde [yada başka sınav(lar)] öğrencilerini kendileri seçebilmelidir. Bu durum öğrencinin aynı zamanda lise döneminde kendi yeteneklerine uygun bölümlere ve branşlara yönelmelerini (o alanda güçlenmesini) sağlayacaktır.
c. Bir diğer önemli konu ise Meslek Yüksek Okullarını bitirenlere dört yıllık üniversiteye geç
iş imkanı daha yaygın olarak verilmelidir. Bu hakkın verilmesi bile Meslek Yüksek Okullarının cazibesini önemli ölçüde artırmaya vesile olabilir.
Öğrenci prestij vesilesi yaparak dört yıllık fakülte bölümlerini tercih etmektedir. Halbuki ülkemizde çoğu dört yıllık okul mezunları
iş bulma sorunu yaşamaktadır. Dört yıllık bir fakülteyi bitiren öğrenci aynı zamanda Yüksek Okul diplomasına (mesleğe) sahip olduğundan daha kolay iş bulma şansını yakalamaktadır.
EĞİTİMDE SAHİCİ TEFTİŞ VEYA BAĞIMSIZ DOĞRULATMA (AKREDİTASYON) SİSTEMİ
Eğitimin Müzmin Hastalıkları: Öğrenci Düzeyleri ve Sınav
Yalnızca torik bilgiye yönelik ve sınav odaklı olması, ve okullar arasındaki seviye farklılaşması eğitimi yozlaştıran unsurların başında gelmektedir.
a. Teorik bilgi ve sınav odaklı eğitim:
Mevcut seçme ve yerleştirme sistemi, merkezi sınavları hemen tek ölçü olarak ele almaya devam etmektedir.
Halbuki bu sınavlar öğrencinin becerisi ve potansiyelini ölçmekten öte onu bilgiyi kullanmak yerine ezbere yöneltmektedir.
Bu da okullarda eğitimin içinin boşalmasına ve düzeltilmesi yönünde alınan tedbirlerin boşa çıkmasına neden olmaktadır.
Önemli olan öğrenciyi dershane bağımlısı olmaktan kurtaracak, okuluna ve eğitime bağlayacak bir sistemin oluşturulmasıdır.
Peki durum böyle olmasına rağmen neden vazgeçilmiyor?
Merkezi sınavları kullanmada en temel gerekçenin güven ve
adalet olduğunu biliyoruz. Yani bu kadar kalabalık bir kitleye uygulanacak daha güvenli ve adil bir sınav yöntemi yok. Başkası mümkün olmadığı için mecburiyetten dolayı bu sistem uygulanmaktadır.
Peki bunun bir çözümü yok mudur?
b. Okullar arasındaki seviye farklılaşması:
Üniversiteye girişte öğrenci
mezuniyet notunun kullanılmasına karşı çıkanlar şu gerekçeyi öne sürüyorlar:
“Okullar arasında kalite farkları bulunmaktadır. Örneğin eğitim düzeyi yüksek bir okulda öğrencinin aldığı 80 puan seviyece düşük olanın 80 puanı ile aynı değildir.”
Bu tabii ki doğru bir yaklaşım. Ama durum ilelebet böyle mi kalacak? Durumu değiştirip okulların kalitesini yükseltmeye yönelik çözümler bulunamaz mı?
Çözüm veya Tedavi (Bağımsız Doğrulatma Sistemi)
Aslında her iki problemin çözümü için bir yolun bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu yol bağımsız a
kreditasyon (doğrulatma) uygulamasıdır.
Akreditasyon “bir merci tarafından onaylanmak” demek olup, buradaki kullanılışı itibariyle bir okulun ne ölçüde verimli bir kurum olarak çalıştığının sağlıklı biçimde denetlenip sonuçlarının ilan edilmesidir.
İş dünyasının başka alanlarında git gide yaygınlaşan bağımsız
akreditasyonun (doğrulatma) eğitimde de kullanılma zamanı gelmiştir.
Objektif ve bilimsel kriterlerle öğrenciden önce okulun değerlendirilmesinin yapılması gerekiyor.
Tabii ki bu değerlendirmeyi MEB’nın teftiş birim ve elemanlarının bildik usullerle gerçekleştirmesinden söz etmiyoruz.
Hatta bu organların işlevsizliğinden ve gereksizliğinden bahsediyoruz.
Bunun için “Bu organlar hiç olmasa ne olur?” sorusuna verilecek dürüst cevapların pekala yol gösterici olduğunu düşünüyoruz.
Eğitimde akreditasyon sisteminin hayata geçirilmesi ile okullara gerçek kalitenin ve
rekabetin geleceğini söyleyebiliriz.
Ayrıca ölçme ve değerlendirme çok daha sağlıklı bir zemine oturacaktır.
Başarı kriteri olarak merkezi sınavlarda alınan puanlar yerine öğrencinin öğrenimi boyunca çeşitli kriterlere göre okullarda aldığı notlarının esas alınması da mümkün olabilecektir.
Öte yandan oluşturulacak doğrulama sistemi bilgiden ziyade beceriyi, düşünme gücünü, üretkenliği ve yetenek gelişimini ölçmektedir.
Liseleri bağımsız bir “öz değerlendirme”ye tabi tutarak eğitim kalitesine göre kredilendirdiğimizde, öğrencinin
ortaöğretim notlarını üniversiteye girişte esas haline getirebiliriz.
Kredilendirme sistemine göre kaliteli ve aktif eğitimi ile öğrencilerini gerçekten eğiten bir lisenin kredi puanı örneğin 100 üzerinden 95 olsun.
Böyle kredisi yüksek bir liseden mezun olan öğrencinin kendi ders notlarına okulun
kredi notu eklenecek sonuçta kredi yüksekliği nispetinde öğrenci istediği üniversite ve bölümüne girebilir. Kredisi düşük lise mezunu öğrenci ise bu şansı elde edemeyecektir.
Kredilendirme sistemi sadece liselerde değil ilköğretim kurumlarında uygulanabilir. Orada da liseye giriş kriteri olarak kullanılabilir.
Akreditasyon sistemi sadece okul idaresi ve öğretmenleri değil, veliler ve diğer bazı mekanizmaları da harekete geçirerek okulun ve öğrencinin düzeyinin yükselmesi için çaba sarf etmeye yöneltecektir.
Sonuçta gerçek bir rekabet ortamı oluşacak ve kısa bir süre içinde olumlu sonuçları alınmaya başlanacaktır.
Öğretmenler başta olmak üzere eğitimin bütün aktörleri, gelişme yarışının birer unsuru olacaktır.
Bu da bildik ve alışılmış formalite usullerin ötesinde daha verimli yöntemlerin kullanılmasını da getirecektir.
Böylece hâlihazırda hiçbir kredilendirme ve öz değerlendirmeye dayanmadan yalnızca öğrencilerin tercih ve puanlarına göre kaliteli olduğu varsayılan kimi okulların gerçek durumunun ne olduğu da açığa çıkmış olacaktır.
Bu durumda ancak eğitim kalitesi ile kredisini artıran okullar, daha fazla başarı sağlamış olacaktır.
Bağımsız Doğrulatmanın Kriterleri
Bağımsız doğrulama sistemlerinde başarı değerlendirilirken bu amaçlara yönelik çeşitli kriterler esas alınmaktadır. Bunların başlıcaları:
a. Öğrenme merkezli aktif eğitimin gereklerinin ne derece yerine getirildiği ve üretkenliğin ne derece desteklendiği,
b. Müfredat yapısının çağdaşlığı,
c. Eğitsel gelişme ve yenileşme özellikleri,
d. Öğretmen yeterliliği,
e. Eğitim-araştırma,
f. Teknik imkânlar, teçhizat durumu ve uygulama imkânları olarak ifade edilebilir.
Prof. Dr.
Osman Çakmak /
Gaziosmanpaşa Üniversitesi