Hükümet ile
sendikalar arasında
Taksim restleşmesi nedeniyle ipler iyice koptu. Sendika temsilcileri 1
Mayıs’ı
Taksim Meydanı’nda kutlamak istedi. Buna karşın hükümet de güvenlik gerekçesiyle, Taksim’de kutlamalara izin vermedi. Peki sendikalar gerçekten temsil ettiği
işçi sınıfının haklarını savunuyor mu? Sendikaların işçi haklarını savunduğunu söylemek oldukça güç. Hatta “işçileri sömürüyor” demek daha doğru olur. Sendikalarda dönen dolapları, yolsuzlukları 24 yıllık
sendikalı işçi Mehmet Tıraş’la konuştuk.
Mehmet Tıraş, 24 yıl 6 ay
aidat ödediği sendikaya, verdiği aidatların nerelere harcandığını sorduğu için
emekliliğine 5 ay 27 gün kala, işine son verilen bir işçi. Tıraş,
Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nde ve İnsan Hakları Derneği
İzmit Şubesi'nde bir dönem görev yaptı. Mehmet Tıraş’ın '’Küreselleşen Dünyada Özgür Birey, Zengin Toplum’', ‘'Tabularımız, Korkularımız’', ‘’Derin Devletin Kara kutusu’’ adıyla yayımlanmış üç kitabı var. Sendikal
sistemi sorguladığı için Tıraş’ın başına gelmedik kalmamış; ama o yılmadan işçilerin kanını emen bu sendikal sistemi sorgulamaya ve sorgulatmaya devam ediyor.
Sendikalar işçileri nasıl sömürüyor?
Şimdi sömürü sistemi, nasıl bu
ülked
e devlet harcamalarını vatandaşa denetlettirmiyorsa,
vergi mükellefleri verdiği vergileri denetleyemiyorsa; sendikalarda da işçiler ödedikleri aidatları denetleyemiyor. Bunun üzerinden sömürü yaptığını iddia ediyorum. Hala da devam ediyor. Yani sendikalar kendi içerisinde şeffaf değil, demokratik değil, delege sistemiyle götürüyorlar ve profesyonel birbirlerini seçtikleri bir kongre yapıyorlar.
Neden şeffaf olamıyorlar, madem o kadar
demokrasiden bahsediyorlar?
Bu sistemden kaynaklanıyor. Şimdi partiler ne kadar şeffaf, bugün Türkiye’de lider sultası yok mu var. Bugün milletvekilini vatandaş mı belirliyor yok. Ön seçimle, merkez yoklamasıyla liderler belirliyor. Halkın milletvekili yok ki, Türkiye’de liderin vekili var; orada da işçinin sendikası yok, delegenin sendikası var.
Şöyle bir şey var, şimdi siyasi parti liderlerinin aldığı
maaştan haberimiz var ama sendika yöneticilerinin maaşını hiç kimse öğrenemiyor, bilmiyor…
Doğru söylüyorsunuz, bunun mücadelesini ben de yıllarca verdim. Çok yüksek maaş alıyorlar, göründüğü gibi değil. Bugün mesela partilerin üstünde dahi bir saltanatları var. Partiler onlara göre biraz daha şeffaf, bunların hakkını teslim etmek lazım. Zaten bunlar şeffaf olmadıklarından dolayı çok kaybediyorlar. Mesela diyelim ki, Türkiye’de sendikalı bir işçinin bir yevmiyesi her ay sendikaya kesiliyor ve bu paranın nasıl değerlendirildiğini bilemiyor. İşte sendikaların web sitelerine baktığınız zaman burada parayla ilgili hiçbir bilgiye sahip olamıyorsunuz. Vermiyorlar da…
İşçiler öğrenemiyor mu?
Öğrenemiyor, çünkü bunların arasında bir delege duvarı var. Bu delegeler de zaten, mesela ben bir örnek vereyim: Şubeler delegeler sistemiyle yapılıyor. Örneğin
Petrol-İş sendikası, 35 bin üyesi olduğu söylüyor 250 delegeyle
genel kurul yapıyor. Bu 250 delegenin 49 tanesi profesyonel sendikacı düşünebiliyor musunuz? Bu delege sistemi olduğu zaman siz bu duvarı aşamıyorsunuz. Delegeleri de zaten istedikleri ortamda ağırlıyorlar.
Siyasi partilerin kendi kurultaylarında illerden gelen delegeleri ağırladıkları gibi, bunlar da çemberi daha daraltarak, o demokratik yolu daraltıyorlar. Bu da tabii ki tabana yansımıyor. 12
Eylül’den sonra gelişti bu.
12 Eylül’den önce şubeler işçilerin katılımıyla yapılıyordu.
28
Şubat’tan sonra da sendikalar üzerindeki devlet denetimi ortadan kaldırıldı. Yani denetim sendikalara devredildi…
Kaldırıldı çünkü eskiden DİSK’liler idamla yargılandı, 12 Eylül’de ama 28 Şubat’ta
darbecilerin yanında yer aldılar. Türkiye’de darbelere, teröre ve hırsızlığa karşı ortak bir birlik duygusu oluşturamadık. İşte herkesin bir darbesi var, herkesin bir
teröristi var, herkesin bir hırsızı var. Bunlar 12 Eylül’e, 12
Mart’a karşı çıkıyorlar, 28 Şubat’ı savunuyorlar. Birisi 28 Şubat’a karşı çıkıyor, öbürü savunuyor. Burası böyle bir ülke.
Denetimin ortadan kaldırılması 28 Şubat sürecindeki rolün mükafatı mıydı?
Devlet sendikaları zaten
denetlemeye ihtiyaç duymuyor. Devlet Denetleme
Kurulu’nun da yetkisi var. Neden duymuyor? Çünkü bunlar pek politik taleplerde bulunmuyor. Dikkat ederseniz, askeri darbelere karşı gelmediği zaman bunların üzerine gidilmez. Bir ara
Özal döneminde bunlar ortaya çıktı. Özal dedi ki: Bakın fonları denetlerim dedi. Hemen sustular. Çünkü bunlar sadece
ekonomik taleplerle gündeme geliyorlar, siyasi talepleri yok. Siyasi talepleri olsa mesela
Şemdinli savcısına sahip çıkarlardı.
Nokta Dergisi’ne yapılan
operasyonu
protesto ederlerdi.
Sarıkız,
Ayışığı darbe girişimlerine karşı çıkarlardı. Bunlar
faili meçhul cinayetlere karşı çıkmıyorlar, yargısız infazlara karşı çıkmıyorlar,
gözaltı kayıplarına karşı çıkmıyorlar, düşünce özgürlüğünü savunmuyorlar, AB’den yana tavır almıyorlar.
Ama şuanda da iktidarda olan hükümete kafa tutuyorlar…
Bu çok şey değil, çok konjonktürel hareket ediyorlar. Çok tutarlılıkları yok. Mesela
1 Mayıs olmasaydı, bir de Sosyal
Güvenlik var… Yoksa başka bir talepleri yok bunların. Demokratik bir anayasa mı talep ediyorlar?
Konjonktür AKP karşıtlığını mı Gerektiriyor?
Bu şey olabilir, biraz kendilerinden söz ettirmeye çalışıyorlar. Örneğin Türkiye’de 21 milyon çalışan var. Bu 21 milyondan 1 milyonu sendikalı.
Toplu iş sözleşmesi yapan. Bunun yarısı zaten KİT işçisi, belediye ve kamu kuruluşu. Bunlar piyasada örgütlenmiyor. Türkiye’de işçinin sendikası yok, devletin sendikası var. Devletin sendikası olunca da…
Yani rejimin sendikası…
Tabii rejimin sendikası. Bugün darbeciler yargılansın diye bağırmaları gerekirken hiç seslerini çıkartmıyorlar. İdamla yargılamış DİSK’liler kalksın 28 Şubat’lıların yanında yer alsın, Darbecilerin yanında yer alsın. Şunu söylemeye başladılar: “Biz cumhuriyetin kazanımlarını korumak için…” 12 Eylül’de de
sıkıyönetim savcısı onları şununla suçluyordu: “Bunlar, mevcut yasalardan yararlanarak Marksist-Leninist düzeni kuracaklar.”
Cumhuriyet kazanımları diyordu… Bunlar ismi değişik, söylemi değişik, içeriği aynı olan bir şey oldu. Sivil
topluma baktığımız zaman şöyle bir tanımı var
sivil toplum örgütlerinin; devlete rağmen oluşmuş, askerden arındırılmış, örgütlü,
baskı grubu oluşturan topluma sivil toplum denilir, örgütlü toplum denir. Yani bunlara bakıyorsunuz içinde devletin olduğu, askerin yol verdiği ve güzergahını çizdiği bir anlayışla bunlar
siyaset yapıyorlar.
Sendikalarda yolsuzluk yaşanıyor mu?
Sendikalarda o kadar yolsuzluk yaşanıyor ki diz boyu. Ben çok yazdım. Hakikaten, her olduğunda tehdit edildim, teröristlikle suçlandım,
PKK’lık yanım kalmadı. Bir
arkadaşımla
ittifak yaptım, o da dini bütün yaşayan bir arkadaştı. Sendikaların aidatlarının denetlenmesini Talep ettiğimizde, Onu irticacılıkla suçladılar beni de PKK’lıkla suçladılar. Suçumuz sendikacıların aldığı
hizmet ikramiyesinin önlenmesi, bu yolsuzluğun ortaya çıkartılmasıydı.
O olayı da anlatır mısınız neden tehdit edildiniz?
Talepte bulunduk ama adam diyor ki, sen bunları istemeyeceksin, çizmeyi aşıyorsun, sermayeye hizmet ediyorsun diyor. Dünyanın neresinde görülmüş, ödediğin aidatın hesabını sormak sermayeye hizmet etmekse bu hizmete devam edeceğim. 4 bin 920 dolar aidat ödemişim, 24 yıl 6 ayda. Ve bu aidatların nereye gittiğini öğrenemiyorum, öğrenmeye kalkıyorum adam beni tehdit ediyor.
Ne ile tehdit ediyordu sizi?
PKK’lıkla tehdit ediyordu. Çizmeyi aşıyorsun diyordu, sopayı yersin… Beni kongrede konuşturmadılar indirdiler. Yuhluyorlar... Çünkü o delege sistemi olunca ufak bir şey anlatıyorsun insanlar da
doğal olarak başımıza bir iş gelir diye… Seni PKK’lıkla suçluyorlar devletin düşman ilan ettiği bir yerde seni gösterdiği zaman, sen nasıl hareket edersin? En son arkadaşımla dedik ki, bunlar bizi hakikaten götürecek. Hükümet de bu konuda susuyor. Ne bizim hakkımızda
dava açıyor ne de bizi suçlayanlar hakkında dava açıyor.
Mecburen geri adım attınız…
Geri adım atmadım ama sistemi böyle götürüyorlar. Sendikalarda
muhalif olanı ya PKK’lıkla suçluyor yada irticacılıkla suçluyor. Geçmişte komünizmle suçluyordu. Konjonktür değişiyor. Devlet şimdi İslamcıları düşman görüyor, Kürtleri görüyor, bir de liberalleri görüyor. Marksist gelenekten geldim ama şimdi bizim potansiyel gücümüz yok. Bizi artık
tehlike görmüyor. Liberal düşünceyi savunuyorsan, orada da seni irticacılarla
işbirliği yapıyorsun diye suçluyor.
Sendikalarda çok mu paralar dönüyor?
Ya 1 milyar dolar sermayesi olan sendika var.
Mustafa Özbek’in genel başkanı olduğu Türk Metal Sendikası’nın 1 milyar dolar sermayesi var. Tek Gıda-İş Sendikası’nın Başkanı, 1,5 milyon
Türk Lirası yani 1,5 trilyonu altılı ganyanda kaybediyor. Sendikanın parasını…
Sendikanın parasıyla at yarışları oynuyor…
Evet ve kaybediyor. Kimse de bunun hesabını sormuyor.
Bayram Meral 1 milyon 50 bin dolara iki dükkan alıyor. Bunu kiraya veriyor, 5’er milyardan…
Ankara’da…
Ankara’da, kimse bunun hesabını sormuyor parayı nerden aldın diye. 1973’te işçi olarak başlıyor
Karayolları’nda. Böyle işlerin döndüğü bir yerde sizin bir işçi olarak kalkıp fazla bir şey yapma şansınız yok. Adam beni tehdit ediyor benim gazetecilik ve yazarlık yanım olmazsa beni toz
duman ederlerdi. Biraz da basının önde gelen mensupları, düşüncelerimi köşelerine taşıdıkları için üzerime gelemediler.
12 Eylül darbe anayasasına
destek veren, 28 Şubat’ta hükümeti düşürmek için kurulan ‘5’li çete’ içerisinde yer alan sendikalar gerçekten kime hizmet ediyor?
Derin devlete hizmet ediyorlar ben bunu böyle görüyorum. Şimdi demokrasi talebi olmayan bir insanın yapacağı başka bir şey yok.
Derin devlet derken…
Derin devlet derken darbeciler. Mesela
Cengiz Teke var. Bu haberi
Sabah Gazetesi 1 Mart 2004 tarihinde manşetten vermiş, “Hem cefakar, hem vefakar” başlıklı…
Türk-İş’e bağlı Haber-İş Sendikası’nın Başkanı Cengiz Teke’nin kendi ifadesiyle veriyor, “Başkan olarak aldığım maaş 4 milyar Türk Lirası.” düşünebiliyor musunuz 2004 yılında… “Aynı zamanda sendika ve sendika vakfının ortak olduğu şirketinde 10 yıllığına atanmış genel müdürü. Teke’nin bu şirketlerde maaşı ise bilinmiyor. 10 yıllığına sendikanın genel başkanıydı. Sendika heyetinin başka mal varlığı da
Çeşme ile
Mersin’deki eğitim ve dinlenme tesisleri,
Antalya Kemer’de 5 yıldızlı
Grand Haber Oteli’nin sahibi. Antalya Kemer’deki
otel, sendikaya ait başka bir şirket tarafından yönetiliyor. Teke’nin sendikaya işe aldığı akrabalarının adları, akraba yakınlarının adları şöyle: Oğlu Dursun Teke, Kardeşi Deniz Teke, yeğeni Yalçın Teke, gelini Tuğba Teke, kuzeni Gülşen Korkmaz, kayın biraderi Mesut Garip ve dünürü
Yücel Ayaz bunlarla birlikte sendikada 20’den fazla akrabasını işe almış….”
O zaman
aile şirketi olmuş sendikalar…
Tabii canım. Şimdi 23-24
Ağustos 2005 tarihli
Vatan Gazetesi’nde bir haber var. Gazetenin birinci sayfasında iki gün üst üste verilen haber: “Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş Genel Başkanı Korkut Güler, sendikanın 1,5 trilyon lirasını at yarışlarında kaybettiği anlaşılmasının üzerine
istifa etti. Sendikanın mali açığının 10 trilyon liraya kadar çıkabileceği duyuldu.” Bunlar belgelenmiş zaten tekzip de edilmemiş. Bir türlü kimse bunun üstüne gitmiyor. Mesela Derviş Günday, -şuan da
CHP milletvekili-
TESK’in 10 yıl başkanlığını yapmış. 2005 yılı itibariyle 25 milyar Türk Lirası maaş alıyor.
Bu bilinen kısım değil mi?
Tabii bakıyorsun Türk Metal Sendikası’nın Genel Başkanı Mustafa Özbek, sendikanın izlediği politikaya bakıyorum, işçilerden kendine muhalefet edeni rejim düşmanı ilan ediyor.
Türk Metal Sendikası’nın oteli var, televizyonu var bir de…
1 milyar dolar sermayesi var.
1 milyar dolar…
Zaman Gazetesi de bunu manşete çekti. Benimle de
röportaj yaptı
Samanyolu TV. Adam 32 yıldır sendikanın genel başkanı…
Siyasi olarak da taraflı biri…
Bu bir sivil toplum örgütü değil ki,
derin devletin içinde yer alan, bunlarla ittifak eden, adama
hakaret eden… Dokunulmazlığı var adamın.
Ulusalcılara finansman sağladığı iddiaları var…
Doğrudur. Şimdi baktığımız zaman delege sistemi değişmedikçe bu sistem değişmez. Yani kişiler konuşabilir ama ben ne kadar iyi niyetli olursam olayım denetimin olmadığı yerde yozlaşma olur. Bu kadar para benim elimin altındaysa ben bu parayı keyfim için kullanırım. Ne
Devlet Denetleme Kurulu devreye giriyor ne de gerçek özgürlüğe sahip kişiler bunu denetleme şansına sahipler.
Devlet bunu görmüyor mu?
Görüyor devlette şöyle bir sistem var; Sen eğer devletin demokratikleşmesini talep etmiyorsan, devletin ideolojiden arındırılmasını istemiyorsan, devletin evrensel hukuk ilkeleriyle yönetilmesini istemiyorsan, yargının yansız ve bağımsızlığını talep etmiyorsan; ne yaparsan yap…
Şöyle bir şey diyebilir miyiz: Sendika yöneticisi olan kişi, geçmişte finansal durumu her ne kadar iyi olmasa da sonradan muazzam bir servete sahip oluyor…
Tabii şimdi bugün sendikacılar, hizmet ikramiyesi adı altında 25 yıldır çalışan bir işçinin aldığı emekli ikramiyesinin iki katını 3 yılda alıyor. Yani bir işçi 25 yılda şuan 30-40 bin YTL alıyorsa, sendikacı 80 bin YTL alıyor.
Evet…
Ve burada işte 25 yıldır, 30 yıldır, 35 yıldır, 45 yıldır profesyonel sendikacılık yapan insanlar var.
Delege olarak da sendikaya giren bir daha bırakmıyor…
Öyle bir sistem oturtmuşlar bunlar. Bunun değişmesini istemiyor. Hak-İş Genel Başkanı
Necati Çelik Çalışma Bakanı oldu değiştirmedi. DİSK Başkanı Rıdvan Budak genel başkan oldu talep etmedi. Şuan da
Selvi var orada, işte
Hüseyin Tanrıverdi, Agah Korkmaz var. Delegelik sisteminin, sendikalar kanununun değişmesini istemiyorlar. Sendikaların profesyonel görevlerine sınır getirilmesini talep etmiyorlar. DİSK Başkanı Rıdvan Budak milletvekilliği yaptı, milletvekilliğini bıraktı; sonra gitti Tekstil-İş Sendikası’nın Genel Başkanı oldu. Böyle bir al gülüm ver gülüm…
Madem sendika yöneticileri işçileri sömürüyor, neden işçilerden bu duruma herhangi bir
itiraz gelmiyor?
Şimdi şöyle bir şey var, bir kere bu toplumun duyarlılığı, eğitimi ile alakalı bir şey. Ben şunu söyleyeyim, bu toplumun yüzde 47’si
AK Parti’ye oy vermiş değil mi?
Evet…
Ama adam kapatıyor. Kılıfını buluyor kapatıyor.
Güney Doğu’da savaş oluyor, vatandaşın çocuğu askerde ölüyor adam
Genelkurmay Başkanı’nı alkışlıyor,
Başbakanı da yuhluyor. Şimdi siz birkaç kişi çıkıyorsunuz ortaya, ben bunun bedelini ödedim. Beni işten attırdılar. Bu sisteme karşı çıktığım için emekliliğime 5 ay 27 gün kala, sendikacı işverenle anlaştı ve beni işten attırdı. Beni işten attıran adam sendikanın merkezinden, Mehmet Giray adlı birisi bir de Adnan Özcan… Bunlar beni PKK’lıkla suçlayan insanlar. Yani böyle bir tehlikesi var. Siz de Robin Hood değilsiniz ki, kalkasınız her şeye karşı çıkasınız. Sizde can taşıyorsunuz, sizin de çocuklarınız var.
Zaten orada olanlar da onların tam istediği profildeki insanlar değil mi?
Tabii zaten özellikle sendikacıyla, sendikanın merkezi yönetimiyle çatışmayı göze alırsanız bir kere iş akdinizin feshedilmesini göze alacaksınız. Ve bu yetmez, yani adam sizi PKK’lıkla, irticacılıkla, Cemalettin
Kaplan’cılıkla suçluyor. Hakikaten çok zor bir şey. Bunu yaşamadan anlayamazsınız. Ben 24 yıl 6 ay işçilik yaptım. Emekliliğime 5 ay 27 gün var ve adam beni işten attırdı. Ben bunu yaşadım, bana bunun bedelini ödettiler. Bu çok acı bir şey 24 yıl 6 ayı doldurdum ve emekliliğime 5 ay 27 gün var…
İşsizlik sigortasından yararlandım öyle emekli oldum. Kolay değil işte bugün Şemdinli savcısına AK Parti sahip çıkmadığı için, savcı bedelini ödüyor.
Nokta Dergisi’ne
askeri operasyon yapılıyor, kapatılıyor. Sarıkız, Ayışığı darbe günlüklerini yayınlıyor, kimse ona sahip çıkmıyor. Siyasi otorite ona sahip çıkmazsa toz duman ederler
Erol Bey.
Kısacası işçiler korkuyor başlarına bir şey gelir diye…
Korkuyor tabii şimdi korkmuyoruz dersek yalan olur. Bunlar ahşaptan,
metalden yapılı değil ki; etten, tırnaktan, kandan meydana gelen bir insan. Nasıl korkmasın adam, seni iş akdini feshetmekle tehdit ediyor. Arkasından diyor ki, iş akdinizi feshetmezseniz, yolun cezaevine çıkar diyor. Sen böyle tehlikeli bir adamsın diyor. Artık korkmaya başlıyorsun yahu ben aslında terörist miyim demeye başlıyorsun. Ben bunu genel anlamda söylüyorum. En sonunda arkadaş dedi ki, kusura bakma girmeyeceğim, ben bu işin üstesinden gelemiyorum dedi. Arkadaş camiye bir
yardım toplamış, bu irticai örgütlenmesini yapıyor diye bas bas bağırıyorlar. Öyle bir ağır suçlamayla karşı karşıya geliyorsunuz ki…
Yani…
Yani sendikaların bu çek-of sistemi kaldırılmadıkça, delege sistemi bir tarafa atılmadıkça, şubeler işçilerin kongresiyle seçilmedikçe, genel kurul delege sayısının
fabrika düzeyinde artmadıkça, profesyonelliğe bir sınır getirilmedikçe ve bu işçiyle sendikacı arasındaki
ücret uçurumu giderilmedikçe, sendikacı işçiyi sömürmeye devam eder. Bunların hiç birisi darbeye karşı çıkmıyor,YÖK’e karşı çıkmıyor,
Anayasa Mahkemesi’ne karşı çıkmıyor, Milli Güvenlik Kuruluna karşı çıkmıyor bunlar darbelerin kurumu Erol Bey.
Şimdi Türkiye demokratikleşmeyi gerçekleştirebilirse bunun tek yolu var
AB süreci.
Ama sendikalar AB’ye de karşı çıkıyor…
Çünkü
Avrupa Birliği’nde, -bunun altını çiziyorum- AB üyesi ülkelerde böyle bir sendikal sistem yok. Türkiye’de hiçbir sendikanın kongresinde mali
bütçe tartışılmaz. Hiçbir Avrupa ülkesinde sendikacı böyle bir keyfiyet yaşayamaz. Sendikacı hiç çalışmaz, profesyonel sendikacılık yapıp da fabrikasından geri dönen yoktur.
Yani imtiyazları elden gidecek…
Sendikacılar, sendikaları kendi şirketleri gibi kullanırlar. Şirketleri profesyonelleşmiş, uluslar arası alanda faaliyet gösteren şirketlerde bile böyle bir keyfiyet yoktur. Sendikalarda olan keyfiyet… Ya böyle bir şey var mı? Siz aidatınızı soruyorsunuz… O kadar şeffaf, dürüstseler internet ortamında web siteleri kuruyorlar, işte genel başkanlarının konuşmasını veriyorlar, sendikanın tüzüğünü, programını yazıyorlar. Aidatla ilgili, gelir gideriyle ilgili bir rakama rastlayamıyorsunuz. Bu ne biçim dürüstlük ya, Hesap vermeyen
hesap mı sorabilir! Bunların neresi hesap soracak. 1 Mayıs’ta Başbakan çıkacaktı “Ben de kutluyorum” deseydi, elinde karanfiller… Taksim Meydanı’nda bunların hiçbir esprisi kalmayacaktı. Bunlar 1 Mayıs’ı koz olarak kullanıyorlar.
Koz olarak derken…
Koz olarak işte devlet bunu kutlattırmıyor, oda ister istemez çalışanlarda bir kin yaratıyor niye Taksim’de kutlamıyoruz diye?
Hükümeti tehdit ediyor…
Diyor ki bana kutlattırmıyor. Talebinde haklı isen piyasada 20 milyon çalışan var örgütlesene. Orada kamuda, belediyeden, bir Hak-İş’ten, Belediye-İş, Genel-İş böyle
kavga ediyorlar. Belediye başkanı kime sıcak bakıyorsa üyeler o tarafa kaydırılıyor. Böyle bir sendikacılık mı olur? Böyle bir
referandum mu olur? böyle gerçek
özgürlük sahiplerinin örgütlenmesi mi olur? AKTİFHABER