Yuvacık barajında neler olmuş?

Sirmen, Yuvacık teklifini ilk Alarko’ya yaptı reddettik!

Yuvacık barajında neler olmuş?

Soru şu: Zenginlikle saygınlık arasında birebir bir ilişki var mı? Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton’a sorarsanız; "Var, hem de nasıl!" Geçen hafta Yiğit Bulut ile birlikte İshak Alaton’u ziyarete gittik. Aslında ziyaretimizin amacı Yiğit Bulut’un Referans’ta yazdığı iki yazıda Alarko Holding’e yönelttiği sorularla ilgiliydi. Fakat İshak Bey o her zaman ki filozofça üslubuyla, Yiğit’in sorularının teknik kısmını CEO’su Ayhan Yavrucu’ya pas etti ve bize yukarıdaki felsefi soruyu sordu. Meğer aynı soruyu 2 Haziran’da Bahçeşehir Üniversitesi’nde katıldığı "İş Dünyası ve Liderlik" başlıklı konferansta sormuş. Ve bakın ne cevap vermiş. "Dünyanın en zengin ülkeleri aynı zamanda en şeffaf, en saygın ülkeler. Sıralamada altlara doğru indikçe, yönetimi şeffaf olmayan, bürokrasisi kapalı kapılar ardında çalışan, yolsuzlukları cezalandırmayan, saygınlıkta geri kalmış ülkeleri buluyorsunuz..." Alaton’un bahsettiği sıralama Birleşmiş Milletler'in Saygınlık Endeksi’nden. Endekse göre saygınlıkta birinci ülke Finlandiya. Sonra İskandinav ve Kuzey Avrupa ülkeleri geliyor. Alaton’un Fahri Konsolosluğu’nu yaptığı Güney Afrika ise 53. sırada. Peki ya Türkiye? İshak Bey’i dinliyoruz: "Alt sıralarda, git, git, git 84. sırada Türkiye var. Bu bana çok elem, sıkıntı veren bir gerçek." Peki Türkiye neden saygın değil? Alaton’a göre bunun sebebi toplumsal. "Hepimiz hatalıyız. Bizler kavgacı bir toplum olageldik. Hep kavga ediyoruz. Suhuletle sorunlarımızı çözme metotlarını çocuklarımıza öğretmiyoruz. Taviz vererek, orta yolu bularak sorunları halletmek bize zül gibi görünüyor. Politika sahnesine bir göz atın. İktidar partisine destek vermek cumhuriyet tarihimiz boyunca hiçbir muhalefet partisi mensubunu aklının köşesinden bile geçmedi. İktidara gelenler uzlaşma aramak yerine iktidar sarhoşu oldu. Sonuçta ortaya vatandaşına güvenmeyen ve şeffaf olmayan bir siyaset ve yönetim anlayışı çıktı." Arkasından hemen şu çarpıcı karşılaştırmayı yapıyor: 1950 yılında Türkiye’nin kişi başına geliri 200 dolardı. Aynı yıl nükleer savaşta yıkılmış Japonya’da kişi başına milli gelir 130, Kore’de ise 65 dolardı. Yani 50 yıl önce bir Türk üç Koreli'ye bedeldi. Sonradan Kore’de iç savaş başladı Türk askeri yardıma gitti. Kore yıkıma uğradı, ikiye bölündü daha da fakirleşti. Peki ya bugünkü rakamlar? Alaton, "bugünkü rakamlar bana mutsuzluk ve hüzün veriyor" diyor. Çünkü Japonya’da kişi başına milli gelir 40 bin, Kore’de 24 bin Türkiye’de ise 4 bin dolarlar civarında. Bugün, maalesef bir Koreli altı Türk’e bedel. İşte bu tablo öğrenciler karşısında filozofça konuşmayı tercih eden saygın iş adamı İshak Alaton’u kahrediyor ve çaresizlik içinde ekliyor: "Saygın değilseniz zengin de olamıyorsunuz. Fakir kalıyorsunuz. Fakir kalınca da saygın olmakta zorlanıyorsunuz. Tam bir fasit daire!" Peki bu fasit daireden İshak Alaton’un kendisi nasıl çıktı? Alaton, çok çarpıcı bir anekdotu anlatmaya başlamadan önce soruya soruyla karşılık veriyor: "Para kazanmak gerekli de, yeterli mi? Bence değil. Çok erken yıllarımda İsveç’ten yeni gelip Üzeyir Garih ile yola çıktığımızda, para kazanmanın ötesinde bir hedefin gerekli olduğunu anladık; o hedef saygınlık. Şirketimizin şeffaf, saygın ve güven veren bir müessese olmasına önem verdik. Gölgeli, şüpheli, şaibeli işlerden mümkün olduğu kadar kaçındık. O yollara girmedik. Alarko bugün Türkiye’nin ilk beş şirketi içinde değil. Olmak için de zorlamadık kendimizi. Kafi derecede büyük. Ancak son derece saygın. Bugün Türkiye’nin en saygın ilk üç şirketi arasında Alarko var." Ve işte saygınlığa giden yolda çarpıcı bir örnek. "Yıllar önce İzmit Büyükşehir Belediye Başkanı Sefa Sirmen bir projeyi konuşmak için bugün sizinle oturduğum bu odaya geldi. Üzeyir Garih ile birlikte kendisini dinlemeye başladık. Bize İzmit Belediyesi su projesini Alarko ile yapmayı teklif etti. Projeyi dinler dinlemez Üzeyir ile ben göz göze geldik. İkimiz de aynı anda içimizden ‘bu iş tezgah’ diye geçirmişiz. Nitekim Sirmen bakışmalarımızdan bu işi yapmak istemediğimizi anladı. Karşılıklı teşekkür ettik ve bir daha da görüşmedik." Alaton’un anlattıklarını hayret içinde dinledim. "Yani 75 milyon dolara mal olabilecekken 940 milyon dolara tamamlanan ve devleti milyarlarca dolarlık zarara uğrattığı için 9 kişinin 6 yıl mahkumiyetine sebep olan Yuvacık Barajı teklifi ilk size mi geldi?" dedim. Başını sallayarak, "dur daha bitmedi" dedi. Asıl anlatmak istediğim şu. Bu projeyi yapanlar 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bir muhabir ceza alanlara soruyor "ne diyeceksiniz" diye. Cevap şu: Maalesef Türkiye’de iş yapanların başına böyle şeyler geliyor! Bunu duyduğumda inanın beynimden vurulmuşa döndüm. Ve kendi kendime sordum. Eğer biz bu projeyi kabul etmiş olsak ve tüm bunlar benim başıma gelse ne yapardım? İnanın yerin dibine girmeyi tercih ederdim! Tüm bu diyalogda İshak Alaton’u en çok yaralayan ne olmuş biliyor musunuz? Mahkumiyet alanların bu işi "iş yaşamında böyle şeyler olur" diyerek "normal" karşılaması. Ne dersiniz "zenginlikle saygınlık arasında birebir bir ilişki yok mu?" Eyüp Can - Referans
<< Önceki Haber Yuvacık barajında neler olmuş? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER