Ekonomik krizler demokrasiye giden yolu mu açıyor?

TÜSİAD’ın Salı günü İstanbul’da düzenlediği Yüksek İstişare Konseyi toplantısının onur konuşmacısı ekonomist Daron Acemoğlu’ydu.

SHABER3.COM

Acemoğlu, James Robinson ile birlikte kaleme aldığı ve 2020 yılının başında yayınlanan kitabı ‘‘Dar Koridor’’da ortaya attığı adalet, tahakküm, sivil toplum kavramları üzerinden Türkiye’nin fotoğrafını çekti.

VOA'dan Hİlmi Hacaloğlu'nun haberine göre, Siyasi ve ekonomik olarak eşit olmayan toplumlarda adalet üzerindeki tahakkümü ortadan kaldırmadan demokrasiyi kurmanın mümkün olmadığını söyleyen MIT profesörü, sivil toplumun demokrasiye katılımının sınırlı olduğu, kurumların güçlü olmadığı toplumlarda, devleti dengelemenin mümkün olmadığını söyledi.

Acemoğlu: ‘‘Demokrasi krizi Türkiye’ye has değil’’

Acemoğlu, ‘‘Son 15 seneye bakarsanız, 2006’dan sonra her sene birçok ülke, demokratik kurumlarını zayıflattı Freedom House’a göre. Ya da demokrasiyi bırakıp öbür tarafa geçti, bunlar içinde Türkiye de var. Ama bu durum, demokrasi krizi sadece Türkiye’ye has değil. Peki niye? Niye böyle bir kriz var? Bunun nedeni tam olarak bilinmiyor. Ama eşitsizlik arttıkça demokrasinin söz verdiği gelişme bir türlü olmuyor. Böyle olunca insanlar arasında mutsuzluk artıyor ve bu mutsuzluk demokrasiyi zayıflatıyor. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi reformlar yaptığı 2001-2006 yılları arasında toplam faktör verimliği var. Amerika’nın en iyi döneminden bile hızlı; yüzde 5. Bu Türkiye’nin potansiyelini gösteriyor. Türkiye doğru kurumları kurduğu zaman, teknolojiye, bilime ve özellikle insan haklarına yönelik tahakküme son veren adalete önem verdiği zaman çok hızlı büyümesi mümkün’’ dedi.

Türkiye’de 2006 sonrası faktör verimliğinin yeniden sıfırın altına düştüğün söyleyen Acemoğlu, Türkiye’nin 2000’li yılların başında teknoloji ihracatında aynı sınıfta olduğu Çin, Arjantin, Meksika ve Arjantin gibi ülkelerin gerisinde kaldığının altını çizdi.

Acemoğlu, ‘‘Ülkeler demokrasiye geçtikten sonra ilk 20 sene içinde kişi başına düşen yurt içi milli hasıla yüzde 20-25 oranında artıyor. Demokrasinin ekonomiye kötü yansıdığını söylemek mümkün değil. İçinde kötü demokrasi de var. Çöken demokrasi de var. Demokrasi demesine rağmen Afrika coğrafyasında özgürlüğü korumayan rejimler de var. Bu demokrasilerin bile ekonomiye etkisi çok pozitif. Ülkeler demokrasiye geçmeden önce kişi başına düşen gelirde düşüş var. Ekonomik krizler çoğu zaman demokrasiye yol açıyor. Demokrasilerin eşitliğe etkisi çok büyük. Bu durum vergileri arttırıp, eğitim ve sağlığa yatırımı arttırmalarından kaynaklanıyor’’ dedi.

Robinson ile yazdığı kitapta ‘dar koridor’u, ‘‘Despotik devletlerin yol açtığı korku ve baskı ile devletin yokluğu sonucunda ortaya çıkan şiddet ve kanunsuzluğun arasında sıkışmak, özgürlüğe giden dar bir koridordur. İşte bu koridorda devlet ile toplum birbirlerini dengeler’’ sözleriyle tanımlayan Acemoğlu, Türkiye’nin bu dar koridorda kalması için sivil toplumu daha fazla devreye sokması gerektiğini söyledi.

‘‘Güce limit getirmeden adalet mümkün değil’’

Türkiye Bilimler Akademisi Büyük Ödülü ve Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahibi ekonomist, güçlü bir demokrasi için sivil toplum ile devletin birbirini dengelemesi gerektiğini ifade etti.

‘‘Bu koridorda en önemli şey toplumla devlet arasındaki denge. Ne toplum devleti ortadan kaldıracak kadar kuvvetli, ne de devlet toplumu ezecek kadar kuvvetli olacak. Bu dengeyi 20-30 yılda kuramazsınız, 100 yıllık süreç gerekir. Sivil toplum, önce devleti sonra elitleri, şirketleri denetlemeli. Aynı zamanda devletin gelişen problemlere ayak uyduracak kadar kapasitenin artması gerekir. Çok dinamik bir süreç. Anayasa çok önemli, parlamentolar da. Toplumun direkt politikaya girmesi lazım. 2400 sene önce Atina’da geçirilen bir kanun var. Bu kanuna göre; parlamento bir oylama yapıyor. Hangi insanın ismi porselenlere daha çok yazılmışsa, bu isim 10 seneliğe sürgüne gidiyor. Devletin,elitlerin, çok güçlü olan insanların gücüne limit getirmeden adalet mümkün değil, tahakkümü kaldırmak mümkün değil, koridorda kalmak mümkün değil. Çin’de değişik bir kültür gelişmiş. Devlet bize nasıl davranmamızı söyleyecek, biz ona göre davranacağız. Atina’da ise devlet bize yardım edecek ama bizim prangaladığımız bir devlet olması kazım. Koridorda siyaset ile demokrasi iç içe. Çünkü toplumun şu 21’nci yüzyılda politikaya girmesinin tek yolu demokrasi’’ dedi.

“Regülasyonların uluslararası yatırıma etkisi negatif’’

Basın özgürlüğü üzerindeki baskılar ile iş dünyasındaki regülasyonların Türkiye’ye bakışı ve demokrasiyi olumsuz etkilediğinin altını çizen Acemoğlu şöyle konuştu: ‘‘Türkiye kurumsal kötüleşme gösteren ülkeler sıralamasında. Medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğü konularında da en gerilerde. Türkiye’de basın özgürlüğü hiçbir zaman olmadı. Basın şirketlerinin, ‘iş dünyasını ya da hükümet bize kızar mı’ gibi düşüncelerden arınması lazım. Basın özgürlüğünün kırmızı bir çizgi olup, alışılması gerektiği anlaşılmalı. TÜSİAD gibi kurumlar çok önemli. Basın özgürlüğünü iş dünyası dile getirecek. Bunların ekonomiye etkisini, bir unsurunu vurgulayalım. Dünya Bankası’nın geçen sene çıkan raporundan Türkiye’de iş dünyasına ilişkin regülasyonlarda patlama görülüyor. Özellikle yapay zeka konusunda yeni regülasyonların getirilmesi lazım. Ancak tümü parlamento sisteminde geçmeyen, cumhurbaşkanlığı ofisinden gelen ya da parlamento dışı regülasyonlar. Bu keyfiyeti yüksek regülasyonların uluslararası yatırım üzerindeki etkisi çok negatif’’

Ağırdır: ‘‘Toplum depresyonda’’

Toplantının panel bölümünde konuşan KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır ise, Türkiye’de toplumun psikolojik sorunlar yaşadığını ve depresyonda olduğunu savundu.

‘‘Bu nedenle insanlar çıkış arıyor. Ancak Türkiye’de insanlar umutsuzlaşıyor, bu her geçen gün artıyor. Ayrıca Türkiye’de insanların yeni bir hayat inşa etme inancı yüzde 45’e kadar düştü. Ülke yönetiminde bireyler, yurttaşlar kendilerini ortak bir başarıya dahil hissetmiyorlarsa o zaman eksik arzu gösteriyor. Böyle zamanlarda bireyler TÜSİAD gibi kurumlara bakıyor. Oralarda bir çıkış arıyor. İşte TÜSİAD’ın ‘Geleceği İnşa’ raporu tam da buna denk düşüyor. Aslında pandemi döneminde iyi şeyler de oldu” diyen Ağırdır, “Türkiye’de toplumunun giderek birbirine sempati duymaya başladığını, hayata ve memlekete daha çok özen gösterdiğini, dayanışma duygusunu da büyüttüğünü görüyoruz. Evet toplumda derin bir travma var ama bunun aşılması için toplumsal örgütlenmeye ihtiyaç var’’ dedi.

‘‘Türkiye’de dört insandan üçü adalete inanmıyor’’

KONDA Genel Müdürü Ağırdır, bugün Türkiye’de en fazla ihtiyaç duyulan eksikliğinin adalet olduğunu ifade etti.

Bekir Ağırdır, ‘‘Türkiye’deki dört insandan üçü adalete inanmıyor. Gençlerle konuşuyorsanız, kendilerine dair kararlara katılmadıklarından söz ediyorlar. Yoksullar gelir adaletsizliğinden şikayet ediyor. Kürtler’le konuştuğunuzda tanınma adaletinden bahsediyor. Herkes ‘adalet’ diyor. Bu depresyon aşamasından sonra yapmamız gereken çok şey var. Kasırganın gözündeyiz. Şimdi çıkış hakkında konuşmalıyız. Eğer kasırganın gözündeysek ışığı aramalıyız. ‘Hangi yoldan gideriz’ dememiz lazım’’ dedi.
<< Önceki Haber Ekonomik krizler demokrasiye giden yolu mu açıyor? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER