Artık kendi seçmenini bile umursamıyor

"Son dönemde Erdoğan’ın tavrında büyük değişiklikler var uzun zamandan beri muhalif kesimlerden gelen eleştirilere kulak tıkıyordu, şimdi kendi tabanından gelen eleştirileri bile görmezden geliyor, onları incitecek tavırlardan kaçınmıyor."

SHABER3.COM

Erdoğan topluma kendini fakir dostu halkın arasından çıkmış biri olarak sundu, ben sizden biriyim dedi siyasi geçmişinden dolayı ilk dönemde kendi parti çevresi dışındakileri inandırmakta zorlandı. 

O bu yaklaşımını ıslarla sürdürdü gerçekten halk adamı gibi davrandı, kendine uzak kesimleri inandırmak için çok emek sarf etti. Bu tavrı zaman ilerledikçe karşılık buldu ve sağdan soldan çok farklı kesimler onun art niyet taşımadığını düşünerek destek vermeye başladı.

KENDİSİNE UMUT BAĞLAYANLARI HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTI

Her siyasi liderde olduğu gibi Erdoğan’da destekleyen kesimler çoğaldıkça kalabalıkları kendi etrafında toplayan bu olumlu politikalarını devam ettireceği yerde yavaş yavaş beslendiği siyasi geleneğin çizgine dönmeyi tercih etti ve ona umut bağlayanları hayal kırıklığına uğrattı. Murat Belge 2015 yılında verdiği bir mülakatta kendisini aldatılmış hissettiğini şu ifadelerle anlatıyordu.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) önce aydınların desteğini aldı, kendini iktidar gibi hissetmeye başlayınca demokrasiden vazgeçti, eski siyasi radikal alışkanlıklarına geri döndü, çözüm süreci için “akil insan” olarak Belge gibilere görev verdi sonra onları konu mankeni haline getirdi. 

Her şey tek adama göre şekillendi, kutuplaşmaları azaltma misyonu terk edildi, aksine parti lideri kutuplaşmaları artırmaktan siyasi hedefleri için topluma zarar vermekten kaçınmadı bu politikaları desteklemek mümkün değildi diyor.

MİLLETİN ADAMI DEĞİL, DEVLETİN ADAMI OLDU

Levent Gültekin geçen hafta yayınlanan yazısında Erdoğan’ın “milletin adamı” olmaktan vazgeçtiğini onun yerine “devletin adamı” olmayı seçtiğini bu yüzden hızla halktan uzaklaştığını şu ifadelerle anlatıyor. 

Erdoğan ilk yıllarda devlet içinde çöreklenmiş güç odaklarıyla mücadele edebilmek için halk desteğine ihtiyaç duyuyordu, bu yüzden halkı rahatsız edecek politikalardan kaçınıyor, toplum kesimlerini kırmamak küstürmemek için elinden gelen gayreti gösteriyor, şikayetleri dikkate alıyordu.

Son dönemde Erdoğan’ın tavrında büyük değişiklikler var uzun zamandan beri muhalif kesimlerden gelen eleştirilere kulak tıkıyordu, şimdi kendi tabanından gelen eleştirileri bile görmezden geliyor, onları incitecek tavırlardan kaçınmıyor.  

EGEMEN BAĞIŞ'A, DAMATLARINA VE PELİKAN'A TOZ KONDURMUYOR

Aktifhaber'de yer alan değerlendirmeye göre Yapılan itirazlara karşı en küçük bir politika değişikliğine gitme gereği duymuyor, hiçbir konuda geri adım atmıyor, toplumda yoksulluk yayılırken saray ve onun nimetlerinden yararlananlar lüks ve şatafat içindeki hayatlarından vazgeçmiyor.  

Damada, pelikan grubuna, dinle alay eden Egemen Bağış gibilere karşı partililerde tiksinti artıyor, fakat Erdoğan onları koruyup kolluyor ödüllendiriyor. Partinin dini hassasiyetlerini bile yok sayıp onları küstürecek adımlar atıyor, Bağış’ı Prag’a büyükelçi yapıyor.

AKP den istifalar oluyor onları önemsiz görüyor, gönüllerini alacağına basına servis edilen kirli bilgilerle haklarında karalama kampanyası başlatıyor. 

Bütün bunlardan hareketle Erdoğan’ı ne toplum kesimlerinin ne partililerin hassasiyetleri ilgilendirmiyor o kendini devlet gibi görüyor.  Toplumun hassasiyetleri yerine devletin hassasiyetlerini en öncelikli konu haline getiriyor.

DEVLET KADROLARINI AKP'YE YAKIN İSİMLERLE DOLDURUYOR

Halka dayanacağına devlet gücüne dayanıyor, kendini devlet yerine koyup itaati esas alıyor, mülakat oyunlarıyla devlet kadrolarını itaat edeceklerle doldurup, kendine boğazından bağlı devlet görevlisi kitlelerin boyun eğmesi ile tatmin oluyor. 

Onları iltifatlara boğarken, yapılan küçük bir eleştiriden dolayı en yakın arkadaşlarını bir bir dışlıyor. Devlet parti devletine dönüşüyor dava arkadaşlarının yerini itaatkâr devlet görevlileri alıyor.

Erdoğan devlette kurduğu kendi buyruğunu dinleyen kadrolarla toplumdan kopup devletin adamı haline geliyor. Onun için millet ve vatandaşların değeri yok, onların itirazlarının da önemi yok, çünkü artık millete ihtiyacı yok, hukuksuz emirlerine boyun eğen devlet görevlileriyle istediğini elde edebiliyor. 

Bürokrasi teşkilatıyla tüm problemlerini çözdüğünü sanan Erdoğan ve ekibi halktan da parti teşkilatlarından hızla kopuyor. Halkın hoşlanmadığı işleri istediği gibi işliyor, istediğine devlet kaynaklarını dağıtıyor, halkı yücelteceğine devleti yüceltiyor.

KİMSENİN TAVSİYESİNE İHTİYACI YOK

Ona inandıkları için destekleyen aydınlar bir bir etrafından dağılırken yerlerini yüksek maaşa bağlanmışlar ve tetikçiler dolduruyor. Toplum değerlerine önem verenlerin desteğine ihtiyaç duymuyor, kadroluların desteğinin kendine yettiğini düşünüyor. 

Kimsenin tavsiyesinin önemi yok her şeyi en iyi kendisi ve yardakçıları biliyor. Partililer dâhil kimseden itiraz istemiyor, paralı ekipler ve kurduğu kirli çarklara yaptığı yanlışlıklara herkesin onay vermesini bekliyor. 

Lider konuşuyor ve onun etrafındaki maaşlılar konuşuyor, onlar dışındakiler ise susuyor, devlet benim ben ne dersem o olur, halk cahil neyin yararlı olduğunu bilemez, onlara gerekli olan şeyi en iyi ben bilirim diyor. 

Medya sadece yanlışları onaylıyorsa makbul değilse rejim düşmanı ilan ediliyor,  bu görüntüsüyle ülke halktan kopmuş tam bir baas rejimi yapısına bürünüyor.

Can Dündar İngiltere parlamentosunda düzenlenen toplantıda Türkiye de yaşananları Erdoğan’ın “demokrasi bizim için amaç değil araçtır” sözüne dayandırıyor ve “onun gerçek kimliğine geri dönmesi geçici olarak bindiği demokrasi treninden inmesi” ifadeleriyle açıklıyor.

HER GEÇEN GÜN DÜŞMANLIK HİSSİNE SAHİP OLANLAR ARTIYOR

İlk yıllarda hak edecek davranışlar yaparak toplumun desteğini arkasına almışken, ilerleyen dönemde bundan yoruluyor, eski ideolojik saplantıları öne çıkıyor. 

Daha kısa sürede emek sarf etmeden sonuca gidecek kirli senaryoları devreye sokuyor. Baas rejimlerinde olduğu gibi toplum kesimlerinin arasındaki dayanışmayı ileride iktidarı için tehdit olarak görüyor. 

Onların dayanışmalarını sona erdirmek için türlü yöntemler deniyor, bazı grupları bölüp parçalamak için aralarına fitne tohumları ekiyor, bazılarının yöneticileri hakkında ölümlü senaryolar planlıyor, bazılarını para ya da makamla satın alıp eritiyor.

Eritemediği grupları devlet gücünü kullanıp yok etmeye yöneliyor, ele geçirdiği medyayı kullanarak hedeflediği grup ve liderleri hakkında karalama kampanyaları yaptırıyor. 

MASUM İNSANLAR TUTUKLANIYOR

Devletin adalet sistemini siyasi çıkarları için kullanarak gönüllü birlikteliklerle topluma faydalı olmaya çalışan masum insanlar hakkında vehmi suçlarla soruşturmalar başlatılıyor.

Basit gerekçeler uydurup tutuklatıyor, tutuklulardan bazılarına işkence ya da pazarlıkla olmadık suçlar kabul ettiriliyor veya grup liderli hakkında iftira metinleri imzalatılıyor. 

Toplumun beğenerek faaliyetlerine destek verdiği tüm gruplar bir şekilde kirli gösterilerek itibarları yok ediliyor. Daha güzel hizmetler üretip farklı kesimlerini desteğini alma yorucu geliyor, onun yerine grupları kirli gösterip kedine mecbur etme gibi insanlık dışı ancak 3 dünya ülkelerinde görülebilecek yöntemler deneniyor.

Suçlananlar devleti kullanılarak kendilerine zulmeden iktidara karşı hüsn-ü zannını kaybediyor ve desteğini çekiyor. 

YANDAŞLAR İKTİDARI NİMETLERİNİ SEMİRİYOR

Yapılan ahlak dışı beşinci kol faaliyetleri ve suçlamalar yüzünden her gün bir toplum kesiminin daha nefretini kazanıyor, kimisi bu nefretini hemen dışa yansıtırken kimi güç karşısında susup nefretini içinde saklamayı tercih ediyor.

İktidar partisi devlet gücünü kullanarak bir araya gelmiş gönüllü birliktelikleri yok edeceğini sopayla mensuplarını kendi etrafında toplayabileceğini sanıyor. 

Nimetlerden yararlandıkları için şimdilik reaksiyon göstermekten çekinenler doğru zamanın gelmesini bekliyor ve o zaman geldiğinde taşıdıkları nefret hissi bir şekilde açığa çıkıyor.

PROTESTOLAR ÇOĞALIYOR VE POLİSLE PROTESTOLARI BASTIRMAK ZORUNDA KALIYOR

İktidar partisi faydalı şeyler yapmadan toplumun sadece kendi etrafında toplanmasını, iktidarına ortak olabilecek tüm grupların dağıtılmasını istiyor. 

Zorla insanlara yanlış uygulamalarını kabul ettirmeye baskı ile sonuç elde etmeye çalışıyor. Sade vatandaşlar devletle çatışmaya girmemek için boyun eğerken dayanışma grupları yapılan yanlışlara sessiz kalmıyor bir şekilde kendini duyurmayı deniyor. 

Yaşadığı zulmü topluma anlatacakları tüm kanallar tıkandığı farklı görüşten medya organları susturulduğu için her gün canını yaktıkları bir grup sokağa çıkıyor, yaşadıklarını topluma duyurma çalışıyor.

Küçük gruplar halinde yapılan protestoların bile yaygınlaşıp iktidar karşıtı gösteriye dönüşeceğinden korktukları için hiçbir protestoya izin vermiyor en küçük bir haklı tepkiyi polis gücüyle bastırıp susturmaya çalışıyorlar. 

ANNELERİ GÖZALTINA ALAN ZİHNİYET

Bir gün Cumartesi Anneleri'ne saldırıyor, bir gün eşi Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) elemanlarınca kaçırılanların protestosunu engelliyorlar. 

AKP önünde yaşadıkları zulmü protesto etmek isteyen Harbiyeli öğrencilerin annelerini polis zoruyla parti önünden uzaklaştırıyorlar.

Kayyum atayarak gasp ettikleri belediyelerde protesto gösterisi yapan Halkların Demokratik Partisi (HDP)  mensuplarını 

Kendileri ise dağa çıkarılmış çocukların anneleriyle HDP önünde devlet imkânlarını kullanıp protesto gösterisi organize ediyor delilsiz yasal partiyi terörden sorumlu göstermek istiyorlar.

Siyasal İslamcıların yönettiği bazı ülkelerde olduğu gibi protestoları hemen bastırmazlarsa yayılacağından kendilerini yutacağından korkuyorlar. 

Bu yüzden gezi eylemi gibi geniş çaplı eylemlerden ödleri kopuyor onları kendilerini devirmeye dönük organize faaliyetler olarak görüyor ve orantısız şiddet kullanmaktan çekinmiyorlar.

200'DEN FAZLA GAZETECİ HAPİSHANEDE

15 Temmuz 2016 Erdoğan’ın kendi senaryosu, bunu bağımsız gazeteciler ve yabancı ülke temsilcileri biliyor. 

Senaryonun araştırılmasını, toplumun tepkisini engellemek için sevilen 200 den fazla gazeteci darbe sonrası tutuklanarak etkisiz hale getiriliyor. 

Bu yolla hazırladıkları darbe senaryosuna karşı protestoların önüne geçiyorlar. Protestolar karşısında mağlubiyetten o kadar korkuyorlar ki en zor zamanlarında kendilerini desteklemiş ülkenin saygın gazetecilerini bile tutuklamaktan çekinmiyorlar.

Son günlerde Nazlı Ilıcak’ın hapishaneden gönderdiği yazı gündeme bomba gibi düştü, doğrular karşısında susmayan bir gazetecinin protestolarına muhatap olmamak onun sesini kesmek için geçmişteki tüm iyiliklerini unutmayı tercih etti. 

NAZLI ILICAK'A MÜEBBET

Merve Kavakçı’nın yanında sadece Ilıcak dik durmuş onu korumuştu, Erdoğan zor durumda iken o hep destekledi, ama onlar protesto dalgasında etkili olacak bir isim olduğu için ona ve onun gibi en zor zamanlarında kendilerine destek veren birçok gazeteciye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdiler.

Bütün dünya biliyor ki ne gazeteciler ne görevden uzaklaştırılan on binlerce kanun hükmünde kararname (KHK) mağduru ve ne de cemaat mensuplarının darbeyle hiç ilişkisi yok onlara verilen bu cezaların bir tek sebebi var, Erdoğan’ın yaptığı yanlışlara itiraz edebilecek kesimleri temizleyip protestoların önüne geçmek. 

Erdoğan gezi olaylarının toplumsal bir tepki dalgasını tetiklemesinden korkmuş ve orantısız güç kullanarak olayları polis zoruyla şiddet kullanarak bastırmıştı. 

Cemaat mensupları Erdoğan’ı o günlerde eleştirmiş yapılanın doğru olmadığını devletin vatandaşına karşı güç kullanmasının yanlış olduğunu ifade etmişti. Bu onu çok korkuttu o kadar ki bazı konuşmalarında gezi olaylarının arkasında cemaat olduğunu iddia edecek kadar ileri gitti. 

GAZETECİLERDEN BAŞLAMASI SEBEPSİZ DEĞİLDİ

Erdoğan cemaatin haksızlık karşısındaki tavrını gördü, şiddet kullanarak yapacağı ölümlü darbede işi şansa bırakmadı gazetecilerden başlayarak tepki gösterebilecek ne kadar farklı kesim varsa hepsini ön tedbir olarak tasfiyesini ve tutuklanmasını planına dâhil etti. 

Yani yüz binden fazla KHK lı eş ve çocuklarıyla birlikte 1-2 milyona yakın cemaat mensubunun bu dönemde suçlu gösterilmesinin bir tek nedeni var.

Erdoğan karşısında doğruları söyleyebilecek yanlışlara itiraz edebilecekleri temizlemek, protesto gösterilerini olmadan önce önlemek, cemaat Erdoğan’ın darbesinin önleyici tedbiri olarak toplum önünde suçlu ilan ediliyor. 

Kolay yönlendirebileceği el geçirdiği medya aracılığı ile kolayca kandırabileceği kesimlere dokunmazken, kendi aralarındaki sağlıklı iletişim kanallarıyla olayların perde arkasını araştırıp tavrını ona göre belirleyecek, kolayca yönlendirilemeyecek yüz binlerce cemaat mensubu devlet görevlisi öğretmen, akademisyen,  emniyetçi, asker, hâkim ve savcı görevden alınıp, binleri aşkın esnaf kimisi tutuklanıyor, kiminin mal varlıklarına el konuluyor, kiminin seyahat özgürlüğü yok ediliyor.      

İNSANLAR KAÇIYOR MAAŞLILAR DIŞINDA AYDINLAR ERDOĞAN’LA ÇALIŞMAK İSTEMİYOR

Geçtiğimiz günlerde Hasan Cemal Erdoğan’la 2001 yılında yaptığı röportajdan alıntı yaptı. Yazıda Erdoğan AKP yi kuracağı günlerde ”Çekilmeyi bilmiyorlar” diyerek kendi parti başkanını şu sözlerle eleştiriyor.

*Siyaset tıkanmış durumda politika üretemiyor.

*Her şey parti liderin iki dudağı arasında, milletvekilleri liderin gözüne bakıyor.

*Kollektif akıl yok, lider sultası var.

*Yeni bir liderlik tarifi gerekiyor diyerek Erbakan’dan şikâyet ediyor, onu despot buluyor.

Hasan Cemal Erdoğan’ın o günlerde şikâyet ettiği her şeyi birkaç kat fazlasıyla 18 yıl sonra bugün kendisinin yaptığını, koltuğu terk etmemek için sadece partinin değil bir ülkenin üstüne sulta kurduğunu, ülkenin bütün düzenini kendine göre değiştirdiğini bayrak açan arkadaşlarını partilileri bile hain ilan ettiğini aktarıyor.

Şiddet kullanarak ülke yönetimini ele geçiren zorba bir iktidar ülkenin en çok sevilen en saygın değerlerini bir bir kaybediyor. 

Kimi Hasan Cemal gibi AKP deki değişim karşısında tüm desteğini çekerken hâkim-savcı akademisyen vb oluşan yıllarca emek verilmiş on binleri aşkın donanımlı insan ülkeyi terk ediyor. 

TAM BİR MİRASYEDİ GİBİ DAVRANIYOR

Tam bir mirasyedi gibi davranıyor, bugüne kadar topluma kendini adamış on binlerce hizmet gönüllüsünü bir bir tutuklayıp cemiyetteki iyi örnekleri yok ediyor, örnekler kaybolunca kötülük dalga dalga yayılıyor, dini kurumlarda bile tecavüz vakaları önlenemiyor.  

Ülkede çok hızlı beyin göçü yaşanıyor ancak iktidar partisi ülkeyi ele geçirmenin sarhoşluğu içinde kaybettiklerinin ne olduğunu bile düşünmüyor.

Önceki günlerde Basri Doğan tr724'te Türkiye’den kaçarak Hollanda’ya iltica eden “Duman” ailesinin yaşadıklarını yayınladı. 

Aidatını devletin ödediği yasal bir sendikadan dolayı silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlanan matematik ve sosyal bilgiler öğretmeni çift röportajda kendilerini ülkeyi terk etmek zorunda bırakan süreci anlatmışlar. 

Darbeden sonra KHK ile milli eğitimden ihraç edilmiş 30 binden fazla öğretmen arasındalar, suçlu olmadıklarını düşünerek dilekçeyle itiraz etmek istemişler. 

İtiraz için gittikleri bölge idare mahkemesinde polis savcıyı arayıp beyi gözaltına almış, savcı banka hesabı, gazete aboneliği, sendika üyeliği gibi yasal eylemlerini sorgulamış, sonra serbest bırakmış.   

EMNİYET'E KENDİSİ GİTTİ, "OPERASYONLA YAKALANDI" DİYE TUTANAK TUTULDU

Kendilerini öğrencilerine adamış gece gündüz demeden çalışan herkesin hayatını imrendiği çift işsiz kalmış bey kamyon şoförlüğü yapmayı düşünmüş, polis telefonla arayıp emniyete çağırmış gidince operasyonla yakalandı deyip tutanak tutmaya çalışmış, genç bir hâkim önüne çıkarmışlar ve tek cümle seni tutuklamak zorundayım denmiş ve 15 yıl devlete hizmet etmiş çevrelerinde iyilikleriyle başarılarıyla tanınmış masum öğretmen sendika üyeliği ve terör örgütüne finansal destekle suçlanıp tutuklanmış. 

En düşük tahsillinin kendinin olduğu ülkenin en iyi yetişmiş insanlarıyla dolu H tip cezaevinin 3 kişilik koğuşunda 12 kişi kalmışlar. 

İkinci mahkemede kanunsuz suçlamalar karşısında yaşlı hâkim utanmış ceza verememiş davayı 40 gün sonraya ertelemiş ve görülen davada kendilerine 6,3 yıl ceza verilmiş geçici olarak tahliye etmişler. İşsiz kalan çift nereye başvurdularsa geri çevrilmiş, adeta hayatları zindana dönmüş, yaşama imkânı kalmadığını görünce ülkeyi terk etmeye karar vermişler.

Ölümü göze alıp ailecek bir bota binerek can yeleği olmadan rota bilmede yola çıkmış, bir süre deniz yolculuğundan sonra önlerine gelen ilk kara parçasına yanaşmışlar. 

Karşılarına Yunanlı bir kadın çıkmış, su meyve ikram etmiş ilgilenmiş kendisi de ailesiyle Türkiye’den nasıl ayrılmak zorunda kaldıklarını ağlayarak anlatmış. 

13 YAŞINDAKİ KIZLARI UÇAKTAN İNDİRİLDİ

Sonra kadın Yunan polisini arayıp onları teslim etmiş karakola götürülmüşler, birkaç gün işlemden sonra Atina’ya geçmişler. Oradan Hollanda’ya geçmeye çalışırken çocuk kaçırdıklarını düşünen polis 13 yaşındaki kızlarını uçaktan indirmiş, küçük kızlarını 2 ay sonra yanlarına alabilmişler.

Mülteci kampında kaldıkları dönemde Hollandalı ailelerle tanışmak istemişler bir aile haftada bir evlerine davet etmiş kalıcı dostluklar kurmuşlar, içtenlikleri onları etkilemiş başka ailelerle de tanışmışlar. 

HİÇ TANIMADIKLARI İNSANLAR YARDIM ELİNİ UZATTI

Aileler bunlara güvenmiş tatile giderken evlerini teslim etmiş, dil bilmemelerine rağmen başarılı insani ilişkiler kurmuşlar. Ülkenin kendilerine dar geldiği bir dönemden zorbalıktan kaçıp baskının olmadığı bir ülkede dünyanın ne kadar geniş olduğunu öğrenmişler.

Yeni yerlerinde insanca karşılanmış mülteci olarak destek görmüşler, iki idealist öğretmen kısa sürede dil öğrenip ülkeye olan borçlarını ödemek istiyorlar. 

Türkiye’de despot yöneticiler okulun en çok sevilen iki eğitimcisini kaçmak zorunda bırakmış buna karşılık hiç tanımadıkları Yunanlı, Hollandalı insanlar onlara kucak açmış şimdi burada yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar.

İktidarı başkasına devretmek istemeyen bir grup paranoya içinde senaryoyla, hile ile zorbalıkla, her gün bir kesimi kendine düşman ilan ediyor ve onlar için ülkeyi yaşanmaz hale getiriyor. 

Yapılan zulümler karşısında nefret dalgası yayılırken boğucu atmosferden kurtulmak isteyenler fırsatını buldukları anda ülkeyi terk ediyor.

KORUMA ORDUSUYLA GEZMEK ZORUNDALAR

Toplumdan kopan Erdoğan halk arasında dolaşmaktan korkuyor, her gün zarar verdiği bir kesimin kendine düşmanlık yapabileceği endişesini taşıyor. 

Ahmet Nesin’in deyimi ile endişeler bir süre sonra paranoyaya dönüşüyor. Etrafına toplanmış maaşlı mutiler sürekli kendisine risk altında olduğunu hatırlatıyor, her geçen gün koruma çemberi genişliyor. 

Gidecekleri yerde önceden sıkı güvenlik önlemleri alınıyor, güvenlik için aynı anda birbirinin benzeri onlarca araçla birlikte yola çıkılıyor. Uzun menzilli silahlara, bombalamalara karşı geçeceği yerlerde yüksek binalara keskin nişancılar yerleştiriliyor.

Kimseye güvenmiyor herkesin kendine suikast düzenleyebileceğinden korkuyor, saraya davet edilen misafirler saatlerce kontrolden geçiriliyor, bu yüzden adli yılı açılışı için giden hâkim ve savcılar kapıda saatler kuyrukta beklemek zorunda kalıyor. 

YURT DIŞI SEYAHATLERE KORUMA ORDUSU İLE GİDİYOR

Her geçen gün sarayın özel uçak filosu genişliyor, sıkı güvenlik önlemi alınmış uçaklarla seyahat ediliyor, 15 Temmuz'da olduğu gibi uçuşlarda yakın havaalanı tercih edileceğine uzak olan seçiliyor.

Yurt dışı seyahatlere adeta bir orduyla çıkılıyor, katılacağı toplantı yerleri önceden muhalif kesimlerden temizleniyor, dışarıda gösteri düzenleyenler ABD de olduğu gibi korumalar tarafından darp ediliyor. 

Gidilecek her ülkeye ondan önce koruma grubu gönderiliyor, grup önceden önlemlerini alıyor, gazetecilere soracakları sorular adeta dikte ettiriliyor, kabul etmeyen toplantı salonlarına alınmıyor.

Basın toplantılarına kimse rastgele soru soramıyor sorulacaklar herkese önceden dağıtılıyor, bunun dışında soru soranlar azarlanıyor, uçak seyahatlerine saray tarafından beslenen bir gazeteci grubu katılıyor. 

Sohbet ortamları bile sadece seçilmiş gruplarla yapılıyor, gazeteciler birlikte gördüklerini yazamıyor, seyahat notları onlara veriliyor herkes o çerçevede yazmak zorunda bırakılıyor.

KORKU PARANOYASI İÇİNDE İSTİHBARAT ORDUSU İLE HERKESİ İZLİYORLAR

Sosyal medyada paylaşılan görüşler tek tek takip ediliyor, özellikle muhaliflerden öç almak istediklerinin paylaştıkları yazdıkları didik didik incelenip içinde suç unsuru aranıyor. 

Tutuklanmasını istedikleri hakkında mutlaka bir şey bulunuyor, CHP yöneticisi Canan Kaftancıoğlu gibi yıllar önce yazdığı bir görüş, yaptığı bir konuşma kullanılarak hakkında dava açılıyor ve talimatla mahkemelerin ceza vermesi sağlanıyor. 

Kendi suçları hakkında ise tüm kayıtlar siliniyor, mahkeme kayıtları gazete arşivleri dâhil suç dosyaları bir bir yok ediliyor.

Sosyal medyada yayılacak protesto dalgasından ödleri kopuyor, yaygın olarak paylaşılan her görüş inceleniyor, kaynağı tespit edilip polis gücüyle susturuluyor. 

Bütün internet siteleri izleniyor, yapılan her yorum değerlendiriliyor, muhalif düşünce üreten yerler tek tek bulunup kapatılıyor. Yurt dışından yayın yapan sitelere erişim engelleniyor.

Parti arkadaşları dâhil herkes hakkında fişleme arşivleri oluşturuyorlar, olası bir muhalefette parti arkadaşlarının bile geçmişte yaptıklarını önlerine koymak için bekletiyorlar. 

Bazılarını özellikle suç işlemeye teşvik ediyor, suç kapsamındaki eylemlerinden yararlanıyorlar daha sonra da yasa dışı eylemde kullandıkları hakkında delil biriktiriyor, olası bir itirazda önüne koyuyorlar. 

O DAVALARDA SANKİ HİÇ ROLÜ YOKMUŞ GİBİ 

Ergenekon, Balyoz davalarında olduğu gibi emniyet mensuplarına talimat veriyor darbe planı yapanları tutuklatıyorlar sonra tutuklananlarla anlaşıp sanki olayda kendilerinin hiç rolü yokmuş gibi bu kez görevini yapan Emniyet mensuplarını suçluyorlar.

Zarar vermek istedikleri bir kişi ya da grup hakkında suç unsuru bulabilmek için emirleri altındaki elemanlara çalışma yaptırılıyor, eğer herhangi bir suç unsuru bulamazlarsa bu kez bir suç uydurulması isteniyor. 

Cemaat davalarında olduğu gibi önceden istihbarat tarafından fişlenmiş cemaat mensupları sırayla tutuklanıyor ardından suç uydurmak için çare aranıyor.

Üyelik kaydı gerektirmeyen gönüllü faaliyetlere katılanları tespit edip katılımcıları görüşüne göre fişlemek için hukuk dışı her yol kullanılıyor. 

Anayasanın amir hükmüne rağmen normal dönemde cemaatin faaliyetlerine katılanları belirlemek için medya organları devlet eliyle müsadere ediliyor ve abone listeleriyle cemaat mensupları fişleniyor. 

BANKAYA PARA YATIRMAK SUÇ SAYILDI

Kanunlara aykırı olarak Erdoğan bir bankanın zarar göreceği açıklamalar yapıyor, cemaat mensupları bankaya destek olup zararı göğüsleyince bu kez yasalar çiğnenerek bankaya el konuluyor ve mudi listeleri üzerinden cemaat mensupları fişleniyor. 

Devlet izniyle açılmış okullara hiçbir gerekçe göstermeden kayyum atanıyor, okulların öğrenci listeleri üzerinden veliler fişleniyor. Devlet izniyle kurulmuş dernek ve sendikalara el konuluyor, yönetici ve üyeleri tek tek fişleniyor. 

Ordu, emniyet, adliye gibi yerlerde eşi başörtülü olan ya da içki kullanmayan ailesiyle denize gitmeyenler, belirleniyor Perinçek grubu gibi düşmanlık yapmaya hazır art niyetli ekipler kullanılarak onlardan olmayanlar cemaat mensubu olabilir kuşkusuyla fişleniyor.

Hiçbir silahlı bir faaliyet olmamasına rağmen delile gerek duyulmadan darbe ölümleri üzerlerine atılarak cemaat terör örgütü ilan ediliyor. 

KHK ile alınan bu karar geriye doğru işletilerek cemaat mensuplarının geçmişte yaptığı yasal faaliyetler terör faaliyeti sayılıyor. 

BAAS REJİMİ İNŞÂ EDİYOR

Hayatında hiç suça bulaşmamış kişiler para yatırdığı banka, çocuğunu okuttuğu özel okul, üye olduğu dernek veya sendika, abone olduğu gazete ya da dergi yüzünden terör örgütü üyesi kabul edilerek 6-10 yıl ceza veriliyor.

Millet adamı olarak yola çıkan millete dayanan Erdoğan yok oluyor, onun yerini emrindeki devlet kadrolarına dayanan talimatla her istediğini elde eden bir Erdoğan ve onun korku paranoyasına şiddete dayalı Baas rejimi kuruluyor. 

Sırf siyasi istikbali için milletin öz değerlerine karşı mücadele veren devlet içinde örgütlenmiş suç şebekeleriyle anlaşarak milletin hizmetlerini bitirmeye soyunuyor.
<< Önceki Haber Artık kendi seçmenini bile umursamıyor Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER