[Fikret Kaplan] Cevher yere düşmekle değerinden bir şey kaybetmez!

Peygamber Efendimiz’e Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ashabına, Üstad Bediüzzaman’a ve bu yola baş koymuş bütün hak erlerine musallat ettiği gibi…

SHABER3.COM

Fikret Kaplan- Samanyoluhaber.com 

Yüce Allah, Hizmet’e gönül vermiş samimi insanları pek çok hikmete binaen imtihan etti ve hala ediyor bugün. Bir kısım zalimleri musallat etmiş onlara. 

Peygamber Efendimiz’e Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ashabına, Üstad Bediüzzaman’a ve bu yola baş koymuş bütün hak erlerine musallat ettiği gibi… 

Bir davaya gönül vermiş insanın kaçınılmaz kaderidir bu… Yüce Allah, İlahi adeti gereğince insanları gönül verdikleri davalarıyla mutlaka imtihana tabi tutar. Böylece tıpkı elmasın kömürden, altının da taş ve topraktan ayrılması gibi onların hasını hamından, saf olanını olmayanından ayırır. 
Bu işin eri misin? Erbabı mısın? Akabeleri, deryaları aşacak evsafta mısın? Bu zorluklarla belli olur…

İnsanlığa hizmet düşüncesini taşıyan herkes, vazifesinin kudsî, seferin uzun, yolların da yokuş olduğunu ve bu yolda, çeşitli şirretliklerle karşılaşacağını; her köşe başında ölümle burun buruna geleceğini, bir cani, bir serseri gibi hakarete uğratılacağını, hatta çok defa insanca yaşama haklarından mahrum bırakılacağını bilip bu kudsiler yoluna öyle baş koymalıdır. 
Yoksa, bir kısım çilesiz ham ruhların, çok ehemmiyetsiz sıkıntı ve mahrumiyetlerden ötürü, yol ve yön değiştirme ihtimalleri yüksektir.

‘Hayır, hayır! Sen bu dünyaya sırf keyif sürmek, heva ve hevesine göre yaşamak için gelmedin. İnsani kabiliyetlerinin inkişaf etmesi, mahiyetindeki yüceliklerin tomurcuklaşıp ortaya çıkması, içinin aydınlanıp Hakk’ı aksettiren bir ayna hâline gelmesi için, tekrar tekrar potalara konup ateşe arz edilecek, defalarca iğneli fıçılardan geçirilecek ve defalarca ırgalanacaksın!’ ***

O gönül insanlarına bu soykırımları reva görenler ise, bu yolla onları çizgilerinden kaydıracaklarına inanırlar… ‘Bunlar, yaptıkları Hizmetlerden vazgeçerler, bıkarlar, usanırlar, çekerler ellerini…’ diye düşünürler. 

Zavallı insanlar, şeytanın oyuncağı olduklarından herkesin de kendileri gibi olmasını isterler. Sevgi ve hoşgörüye uzanan hareketi kıskanırlar. İnsanların gözünde onları küçük düşürmek için her türlü algıyı, yalanı, iftirayı mübah görürler. Buldukları bütün imkânlarla kibirlerini şişirdikçe şişirirler. Sınır tanımazlar zulümde. Ruhlarını delik deşik eden münafıklık alametlerini görmeyip, gözlerini bürüyen kin ve nefret ateşiyle gün geçtikçe daha da saldırganlaşırlar.

Amnofis’i, Ramses’i, Lenin’i, Stalin’i, Hitler’i, Mussolini’yi… bütün diktatörleri, tiranları…unuturlar.  
Unuturlar da onların akıbetlerini, kendilerini aldatan vehimlere kapılırlar. Saldırırlar vahşice kundaktaki bebeğe, çoluk çocuğa… şefkat abidesi narin anneye… nineye, dedeye, hastaya.. yaşlıya…  

Bilmezler ki bu zulümleriyle Bediüzzaman’ı zorla vazife başına getirdiler, Anadolu’nun dar sınırları içine sıkışıp kalmış Hizmetleri daha hızlı bir yolla dünyaya taşıdılar… 

Zalimler zulmettiler; zulmediyorlar… kine, nefrete doymadılar…doymuyorlar. Fakat bu arada samimi insanlar kendilerini, Hizmetlerini, hareketlerini ifade etmek için çok farklı fırsatlar yakaladılar…  Mazlumiyeti, vazifeden azledilmeyi, içeriye atılmayı, sürgün edilmeyi, eve kapanmayı, gaybubet etmeyi, yurdunu-yuvanı terk etmeyi, bazen evlad u ıyalini kaybetmeyi yaşadı hasbi insanlar. 

Bu türlü zulümler, sağanak sağanak başlarından aşağıya belalar şeklinde yağdığı zaman, onlar çok farklı şeklide Cenâb-ı Hakk’a teveccühte bulundular… Zira, onların dertlerine derman olacak, muztarın duasına icabet edecek olan yalnız Allah’tı. 

Bu duygularla yürüdüler ve yürüyorlar hedeflerine doğru… Rü’yet’e doğru, Rıdvan’a doğru, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enam’ın iklimine doğru, Sahabe-i kiram’ın dünyasına doğru, Enbiya-i izamın atmosferine doğru…

“Sonuç, mutlu akıbet, esasen, müttakilere aittir.” diyor Kur’an. Cenâb-ı Hakk’a karşı hiss-i mehabet ve hiss-i mehabet ile yaşayan ama yine de kurtuluş için O’nun vikayesine, himayesine sığınan müttakilere ait. En acı günlerde de en lezzetli, en tatlı günlerde de hep O’na sığınmayı birinci vazife bilenlere…

Onlar Hizmet şuurlarından bir şey kaybetmeden bu zor yolda yürürken aşk u şevkle, diğer yandan Hocaefendi ve arkadaşlarına yönelik sürdürülen soykırıma karşı pasif şekilde bile olsa itiraz etmeyi sadece dini vecibe değil, hem insani sorumluluk hem de vicdani bir borç olarak görmekte artık dünya... 

Hizmet’e karşı yapılan asılsız iddiaların aslında Hocaefendi'nin şahsında Anadolu insanının tarihi bir misyon olarak gerçekleştirmeyi hedeflediği ‘sevgi soluyan bir dünya’ hayaline karşı planlanan sinsi ve haince saldırılar olduğunu görüyor… 

Bunu Jon Pahl da Anwar Alam da… ve onlar gibi yüzlerce entelektüel de gür sesle haykırıyor insanlığa… 

‘Kadirşinas insanlar, dünyanın her yerinde, doktora tezleri hazırlıyorlar, Hareket ile alakalı, şununla alakalı, bununla alakalı. Bu açıdan da bir taraftan bunlar bir kazanım, sizin için bir kazanım. Eğer böyle bir şeye maruz kalmasaydınız, mağduriyete, mahkûmiyete, ma’zûliyete… Bilmem ne kadar insanı azlettiler… Evet, onlar birer destan kesiyorlar; Sa’di Şirazi gibi, Firdevsi gibi destan kesiyorlar. Belagatlarıyla, muhakemeleriyle insanları büyülüyorlar ve bunun altında esasen ‘siz’ gibi bir hakikati dillendiriyor, bütün dünyaya duyuruyorlar, ‘siz’ gibi bir hakikatı.

Bu insanlar, Jon Pahl, Anwar Alam veya başka yerlerde başkaları, dünyanın değişik yerlerinde daha başkaları da… Hatta bir kardeşimiz dediydi, zannediyorum kırk kadar doktora tezi hazırlamışlar, sunmuşlar; evet, o… Şimdi Cenâb-ı Hak, bir taraftan böyle kapıları size kaparken, bir taraftan da çok farklı, kale kapıları gibi kapılar açıyor. Bütün dünya bugün sizden bahsediyor, bütün dünya…’ (Herkul, 14.02.2021, Bamteli, F.Gülen)

Cevher yere düşmekle değerinden bir şey kaybetmiyor. Hizmetin başında dönen şu sıkıntılı hadiseler sadece rahmet yağmurlarından önce esen şiddetli fırtınalara benziyor. Eğer insanlar o fırtınalar karşısında tamamen yıkılmamışsa; yeşillikler kurumamış, ağaçlar devrilmemiş, gökten düşecek yağmura bağrını açacak şeyler zeminde bütün bütün yok olmamışsa o rüzgarları sürekli yağmurlar takip edecektir. 

Ruh dünyasına bakmalı insan. Gönül dünyası o yağmura liyakatli mi? Ağaçlar devrilmiş mi, dimdik mi? Zeminde hala yeşillik var mı? Daima yağış alan bölgeler gibi yağmura açık halini koruyor mu? Rahmete liyakatının olup olmadığını tetkik etmeli… 

Yoksa o cevher ne değişti ne de değerinden bir şey kaybetti. Tam tersine dünya daha dikkatle bu cevherin farkına vardı. 

Ve cevherin ışığı, nuru olan Zat da Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu zifiri karanlık içinde bitkin iradelere, bitap sinelere bir kere daha sesleniyor… ‘Kardeşlerim!’ diyor… Muhteşem bir şafağı müjdeliyor… Sesten, sözden anlayan herkesi daha güçlü bir şekilde insanlığa Hizmete davet ediyor…   

‘Artık, O, güneş gibi hep başımızın üstünde dönüp duruyor; bizler de birer sızıntı gibi bağrımızı o ışık kaynağına açıyor, O’nunla bütünleşmek ve O’nda fani olmak istiyoruz... Eğer bizler, vefasızlık edip sebepler planında bir kenara çekilirsek, bir kısım vefalı gönüller hatırına yine her yana nurlar yağacak ve ilkinde olduğu gibi yine ışık gelip karanlığı boğacaktır.’

Yol, Allah yolu ise, peygamberler güzergâhı ise şayet, Allah, o yolda yürüyenleri hiçbir zaman yüz üstü bırakmamıştır, bırakmayacaktır, bırakmıyor!

Bugün ağır zulümlere maruz kalan Hizmet gönüllüleri yakın bir gelecekte İnşallah, Allah’ın inayetiyle, insanlığın gönlünde taht kuracaklardır. Onların hikayeleri de dilden dile, gönülden gönüle ulaşacaktır. Yad-ı cemil olacaklardır. Yüce Allah, bu sese, bu soluğa karşı yapacağını yapacaktır, tereddüdümüz olmasın! 

Hasılı, Cenab-ı Hak her birimizi tutup bir yere koymuş. Başkasını değil bizi tutmuş, başka yere değil bulunduğumuz mekana koymuş. Öyleyse düşünmek lazım, “Bizi hangi hikmete binaen buraya koydu. Abes iş yapmayacağına ve her işinde hikmetler bulunduğuna göre, acaba ne istiyor bizden?” 

Bırakalım gereksiz, boş söz kavgalarını… Ellerimizi açalım, soluklarımız birleşsin, bir koro halinde Sekizinci Söz’deki gibi semalara doğru yükselsin:

- Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştük, Sana dehalet ediyor ve Sana hizmetkarız. Senin rızanı istiyor ve Seni arıyoruz.

Ey bizi bu gurbete atan Allahım, bundan muradın ne ise onu vicdanlarımıza duyur. Ve sadece duyurmakla kalma, bizi o duyguyla doyur. Bu işin hakkını vermeye, bu vazifenin gereğini yapmaya muvaffak eyle!

Allah’ım, tasa, hüzün, şikayet ve şiddetli elemimizi, yürek yangınımızı Sana arz ediyoruz!.. Amin… Ya Muin! 
<< Önceki Haber [Fikret Kaplan] Cevher yere düşmekle değerinden bir şey... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER