[Fikret KAPLAN] Hizmet’in göbeğinde olduğumuzu gösterme günü!

Hizmet, Allah’ın izniyle yarına daha da güçlü olarak çıkacak İnşallah... Kimsenin şüphesi olmasın.

SHABER3.COM

FİKRET KAPLAN- SAMANYOLUHABER.COM 

Bugün Hizmet’i anlamayan ya da hasedinden delirip ne yapacağını bilmeyen insanlar, üflemekle onu söndüreceğini zannediyorlar… 

Dün de Peygamber Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) anlamayan müşrikler O’nun bir hevesle ortaya atıldığını zannediyorlardı. Bir makam, zenginlik veya farklı bir dünya metaı karşısında bu sevdasından vazgeçeceğini düşünüyorlardı… 

Onun için bir gün Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden Utbe bin Rebîa, bir grup müşrike:

"Ey Kureyşliler! Muhammed'in yanına gidip konuşsam ve kendisine bazı tekliflerde bulunsam, nasıl olur? Umulur ki, o bu tekliflerden bazılarını kabul eder, biz de arzusunu yerine getiririz. Böylece kendisi de belki bize karşı yaptıklarından vazgeçer." diye teklif etti.

Fikri kabul görünce Utbe, o sırada yalnız başına Mescid-i Haramda bulunan Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına vardı ve sözüne şöyle başladı:

"Sen ortaya attığın bu mesele ile şayet mal ve servet elde etmek gayesinde isen, mallarımızdan sana hisse ayıralım, hepimizin en zengini olasın. Eğer, bir şeref peşinde isen, seni kendimize reis yapalım. Yok eğer bu sana gelen bir kötülük ise, seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi harcamaktan geri durmayalım." 

Ve daha sonra da bu tekliflerini değişik şekilde dile getirdiler. Ama aldıkları cevap hep aynı oldu:

"Vallahi Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hakim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm."

Dünya menfaatı karşılığında davasından vazgeçmeyince, bel büküp o zalimlere rüku etmeyince ‘O yok edilmeli!’ diye karar kılıyorlardı o gün… 

Bundan sonra hangi zulme, işkenceye ve soykırıma başvursalar da ne Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) ne de O’nun güzide ashabını bu yoldan alıkoyabildiler. Onlar, insanlığa hizmet ettiler ve kalp sahiplerini bulundukları karanlıktan kurtararak Alemlerin Sultanıyla muhatap ettiler.  

Ve bir gün, İslâm başladığı gibi yeniden bir gurbet dönemi yaşamaya başladı. Yıkılmadık, dökülmedik bir tarafı kalmamıştı. Asırlardan beri surları yıkılmış, duvarları sökülmüş, taşları sağa-sola saçılmış, kapıları kırılmış, çeşit çeşit delikler açılmış bir kaleye dönmüştü bu dava. Onun için Üstad Hazretleri, “Asırlardan beri, delik deşik olmuş bir kalenin tamiriyle mükellefiz.” diyordu.

O’nun Sallallahu aleyhi ve sellem, çağımıza düşmüş mümessili, varisi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri…  

Dert dolu sinesini ve insanlık için zonklayan kafasını yine anlamıyordu kimse… Dalkavukluk, rüşvet teklif ediliyordu kendisine… ‘Bununla boynunu kır, vazgeç sevdandan!’ deniliyordu…

İstanbul Emniyet Amiri Şefik Paşa, akıl hastanesinden yeni çıkarılıp huzuruna getirilmiş Üstad’ı rüşvetle kandırabileceğini düşünüyordu… 

– Bin kuruş maaş bağlanmış, memleketine döndüğün vakit, o maaş otuz lira olacak. Ve -elindeki altınları göstererek- bu seksen altın da, ihsan-ı şahâne olarak sana gönderilmiş…

Bediüzzaman: 
– Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul etmem. Kendim için gelmedim. Memleketim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvet, sesini çıkarmamanın karşılığıdır. 

Şefik Paşa: 
– İradeyi reddediyorsun, irade reddolunmaz.

Bediüzzaman: 
– Reddediyorum

Şefik Paşa: 
– Neticesi vahimdir.

Bediüzzaman: 
– Neticesi deniz olsa, geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir milletin kalbinde yatacağım. Hem de İstanbul’a geldiğim vakit hayatımı rüşvet getirmişim. Ne ederseniz ediniz. Bunu da ciddi söylüyorum. Ben isterim ki, vatandaşlarımı bilfiil ikaz edeyim ki, devlete bağlılık hizmet içindir. Maaş kapmak için değil. Hem de benim gibi bir adamın millete ve devlete hizmeti, nasihatledir. O da hüsn-ü te’sir iledir. O da hasbilikledir. Bu da garazsızlık, o da ivazsızlık, o da şahsi menfaatleri terk iledir. 

Şefik Paşa çok hiddetleniyordu… 

Bediüzzaman ise buna hiç aldırış etmiyordu: 

– Ben hür yaşamışım, mutlak hürriyetin meydanı olan dağlarda büyümüşüm, bana hiddet fayda vermez. Nafile yorulmayınız. Beni sürün, Fizan olsun, Yemen olsun razıyım. Siz de eskicilikten ve yamacılıktan kurtulursunuz, ben de yüksekten düşmekle incinmekten kurtulurum.

O, Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmiyordu. Zira insanlığının tabiiliğini ve yaratılana olan muhabbetini ilân etmek için düşmüştü yollara…  Beşerin ebedi mutluluğu uğruna dünyasını da ahiretini de feda etmişti… Dünya zevki namına bir şey bilmiyordu. Hayatının hemen her faslında başkalarına hesap veriyor gibi davranmıştı. Dünyada gözü olmadığını kesin bir biçimde ortaya koymuştu...

Bediüzzaman’ı, akıl hastesine göndermekle, idamla yargılamakla durduramayacaklarını anlayan Emmanuel Karasso devreye giriyordu bu sefer… Zira  gözünden kaçmamıştı bu müthiş insan… 

“Macedonya Risorta” mason locasının Üstad-ı a’zamı, devletin dost görünen; fakat en azılı düşmanı meşhur Emmanuel Karasso… Bediüzzaman’ı etki altına alıp kendi safına çekmek ümidiyle heyecanlanmıştı:

‘Davamıza öyle bir adam kazandıracağım ki, yüzyıllık bir çalışmaya bedel! diyordu taraftarlarına… 

Zira, Karasso’ya göre herkesin satın alınacak bir fiyatı vardır… Kimisinin az; kimisinin çok… ama mutlaka herkesin vardır bir karşılığı… Makama, şöhrete, mal u menale… eve, villaya… çil çil altınlara, yeşil kağıtlara kim karşı koyabilirdi?

Karasso, Üstad Bediüzzaman’ı da herkes gibi kolayca elde edebileceğini zannediyordu. 

Selanik’te ısrarlı davetleri üzerine Bediüzzaman görüşmeyi kabul ederek bir araya geliyorlardı. Birlikte giriyorlardı bir odaya… ama çok geçmeden Emmanuel Karasso, bu iman abidesinin yanından fırlayarak çıkıyordu dışarıya:  
 
“Neredeyse bu acayip adam konuşmasıyla beni de Müslüman edecekti.” diyordu. Bediüzzaman ise birlikte girdiği kapıdan yine aynı ruh hali, aynı aydınlık çehre ve biraz daha şahlanmış iman dolu yüreğiyle çıkıyordu... Kendinden emin, davasından emin…
Duvarlar arkasında satın alınamamıştı o. Satmamıştı gönlünde taşıdığı yüce hakikatleri üç beş günlük dünya menfaatine… bağına, bahçesine…  O, Efendiler Efendisi’nin yolunu, yol edinmişti zira…  

Bu hakikat yine Hocaefendi’nin ve samimi bir Hizmet insanlarının hayatlarında yankılanacaktı her zaman:

“Bu harekette hiç kimsenin, hiçbir gücün tek bir senti bile yoktur. Geleceğin dünyasını bağımsızlar kuracaktır. İnsanlığa mal olmuşluk size yeter. Tek sermayeleri samimiyetleri olan bu garipler dünyayı değiştirmeye vesile olacaklar. Bu destan, dünyayı değiştirmeye gelmiş bir insanın (Hazreti Muhammed (sav)) peşinde koşanların destanıdır… 

Anlıyor muyuz kimlerin arkasında yol aldığımızı…  

Cömertlik, samimiyet, saffet, ihlâs, fedakârlık ve gözyaşları üzerine inşaa edilen bir yolda yürüdüğümüzü… 

Bizzat Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) taşlarını döşediği insanlığa Hizmet yolunda O’nun peşinde koştuğumuzu… 

Evet, bu sevda, dünya adına beklentisizlik temelleri üzerinde yükseldi ve bugünlere geldi… Samimi insanlar bu davaya sahip çıktılar ve tarihte eşi çok az görülmüş bir hizmete muvaffak oldular. 

Hizmet’e kökü mazide olan ati nazarıyla bakmazsak, anlayamayız… Hizmet, geçmişi ve geleceğiyle bir bütün… Hocaefendi ve onun fikirlerine değer veren samimi insanlar hala daha bir coşkun aşk u şevkle Hizmetlerinin başındalar… 
  
Bugün artık dünyaya mal oldu bu Hizmetler… Onca ağır imtihana, sıkıntıya, iftiraya rağmen her geçen gün daha da şehbal açıyor dört bir tarafta.   

Bunların hepsi Yüce Allah’ın ihsanıyla, lütfuyla oldu… ve bu işin mimarı olarak da Hocaefendi’yi vesile kıldı. 

Samimi Hizmet insanları, gönülden bağlandıkları ve ilk günden beri başlarını asla öne eğmemiş, Peygamber çizgisinde dosdoğru yürüyen önderlerine ‘Hocaefendi’ namını vermişler. Felaket ve helaket asrında, ilmin, edebin ve üstün ahlakın en güzelini taşıyan rehber manasında ‘Hocaefendi’… 

Kim ne derse desin, Hocaefendi’nin önderliğini yaptığı hizmetler sayesinde kupkuru gönüller Cennet bağlarına döndü.. Pek çok kömür ruh, elmasa dönüştü.. Taştan-topraktan tabiatlar, altın ve gümüş olma pâyesine yükseldi.. Ve kendi ülkesinde anlaşılmazsa da şimdilerde dünya Hocaefendi’den söz ediyor; onun ve arkadaşlarının vadettikleri sevgi, kardeşlik ve hoşgörünün gerçekleşeceği günleri bekliyor. Bugün sadece, karanlık ile ışığı birbirine karıştıranlar, hayatlarını beden hapsinde geçirenler onun aleyhinde atıp-tutuyor… Ama bütün bu çırpınışlar nâfile… 

Hizmet, Allah’ın izniyle yarına daha da güçlü olarak çıkacak İnşallah... Kimsenin şüphesi olmasın.

Bugün elimizi Hizmet’ten geri çekme değil… tam tersine daha güçlü sahip çıkma zamanıdır. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve güzide ashabıyla temsil edilen dine hizmet davasının yanında, içinde, göbeğinde olduğumuzu Hakk nezdinde gösterme günüdür...  
Bugün bunun hakkını verme devridir. Yoksa toz duman dağılıp her şey ayan beyan ortaya döküldüğünde herkes kahraman kesilir. İyi zamanda, her şeyin şakır şakır önümüze varidât döktüğü anlarda, toparlanmak kolaydır. Asıl bugün kenetlenebilmek önemlidir.
<< Önceki Haber [Fikret KAPLAN] Hizmet’in göbeğinde olduğumuzu gösterme... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER