[Fikret Kaplan] Bediüzzaman’a Omuz Veren Terzi Ahmet Ağabey

Bediüzzaman’a Omuz Veren Terzi Ahmet Ağabey

SHABER3.COM

FİKRET KAPLAN- SAMANYOLUHABER.COM

Fedakar, tertemiz, pırıl pırıl bir gönül insanı… Hizmet yoluna masum duygularıyla baş koymuş yiğit bir gönül sahibi Terzi Ahmet Ağabey… 

O duru, saf, katışıksız hisleriyle gece gündüz demeden hep sevdasının peşinde koşan hasbi insan… O da Mehmet Ali Şengül Ağabey’imizin ardından kanatlanıp uçmuş ebedi diyara…  

Yaklaşık iki yıl önce Mehmet Ali Şengül Ağabey, uzak bir seferden dönüşünde beni evine davet etmiş ve pek çok mevzunun yanında Terzi Ahmet Ağabey’den de bahsetmişti. Bu samimi gönüllerin unutulmaması gerektiğini ifade etmişti ısrarla. Hizmete ihlasla sarılan bu yiğitlerin, Hocaefendi’nin nazarında oldukça kıymetli yeri olduğunu belirterek birkaç not paylaşmıştı… 

Hocaefendi, bir Ramazan gecesi rüya görmüş ve gecenin biraz erken saatlerinde teheccüd ve sahur için her zaman arkadaşlarıyla buluştuğu salona gelmişti.
Kısa bir aradan sonra oradakilere:
- Konya’dan gelen kimse var mı aranızda? diyerek sormuştu. 
Bahsedilen şehirden gelen bir çocuk doktoru vardı.
Hocaefendi, uzun uzun ayrıntılarıyla bir insanı tarif ederek onu tanıyıp tanımadığını sormuştu. Çocuk doktoru, o atmosferin heyecanından olsa gerek tarife uygun birini çıkaramadığını ifade etmişti. 

Fakat, Doktor Bey, bunu bir vazife telakki ederek geri dönüşünde aramış, sormuş ve tarife uygun olan insanların fotoğraflarını sahiplerinden isteyerek toplayıp getirmişti. 
Hocaefendi bir fotoğrafı görünce:
- Benim aradığım insan, işte bu!..” demiş ve:
- Bu zat kimdir, Doktor Bey; nasıl birisidir?
Doktor Bey de merak içindeydi ve Hocaefendi’nin niye bu zatı sorduğunu öğrenmek istiyordu. Ve sözü arzu ettiği şeye getirip sormuştu:
- Hocam, o şahsı size bütün yönleriyle anlatacağım ama Allah aşkına gecenin o vaktinde onu neden sordunuz; o insanla niçin bu kadar çok alakadar oldunuz? 
 Doktor ısrar edince biraz Hocaefendi şunları ifade etmişti: 
- O gece bir rüya gördüm. Her dönemin büyüklerinin toplandığı ve her devrin sahiplerinin sırayla söz aldığı bir yerde, konuşma sırası Nur Müellifi Bediüzzaman’a gelmişti. O büyük dava adamı, bütün mehabetiyle ayağa kalkıp konuşmaya başlamıştı. Fakat, ses tonundan, ayakta zor duruşundan ve arada bir sendeleyişinden çok hasta olduğu anlaşılıyordu. Ara sıra düşmememk için bir yere tutunma ya da birinin elinden tutma ihtiyacı hisseden Üstad Bediüzzaman, ne zaman bu niyetle hamle yapsa, işte o resimdeki şahıs bir ok gibi yerinden fırlıyor, o büyük zata omuz veriyor, onun elinden tutup ayakta durmasına yardım ediyordu. Oysa, zamanımızın en meşhur alimleri, çoğu önde gelen dava erleri ve iman hizmetine sahip çıkanların ilkleri de o mecliste bulunuyorlardı. Ne var ki Asrın Sahibi, çok sevip takdir ettiği talebelerinden veya hizmette önde görünenlerden birine değil de fotoğrafı gösterilen o mütavazı zata dayanıyor, sırtını ona veriyor ve onun yardımıyla ayakta kalıyordu. Bu manzarayı görünce  “Bu adam kim ki o yüce Allah Dostu yalnızca ondan güç ve kuvvet alıyor.” dedim kendi kendime. Rüyamda, o zatın Hak katında çok makbul bir insan olduğu ve duasının alınması gerektiği şeklinde bir duygu ve düşünce kapladı içimi . Onun, kendisini yükselten önemli bir yanının olduğu ve o özelliğinin nazara verilmek istendiği kanaatine vardım.
Rüyayı ve te’vilini dinleyen Doktor Bey çok duygulanmış ve gözyaşları içinde şunları anlatmıştı: 

- Hocam, o bizim Terzi Ahmet Ağabey’imizdir. Kendisini belki yirmi senedir tanırım. Onca yıldır hep iman hizmeti için koştuğuna şahidim. Orta halli bir insandır, ailesini zar zor geçindirir. Himmet ve burs dedigˆinizde hemen elini cebine atıp bir şey verecek durumda değildir, fakircedir.

Fakat, Hocam, bu ağabeyimizin müthiş zengin bir gönlü vardır. Canan sohbetlerine, hadis derslerine ve bulunduğu beldedeki hizmetlerin ihtiyaçlarını giderme adına yapılan toplantılara mutlaka katılır. Sizin de tarif ettiğiniz o yeşil takkesi başında, gelip en arkaya oturur. Sessiz sakindir; varlığı ile yokluğu fark edilemez çoğu zaman. Hemen hemen hiç konuşmaz. Ne ki suskunluğu bir yere kadardır.
Söz, insanlığa Hizmet için yapılacaklara gelip ihtiyaç listesi ortaya konunca bir sessizlik olur salonda. 

- Ağabeyler, şayet şu kadar burs bulamazsak, bunca talebeye bir sene boyunca nasıl bakarız; şu yurdu tamamlayamazsak, Allah’ın emaneti bu yavruları nereye koyarız?!. Bahtınıza düştük, himmetinize muhtacız!.. 

Sözleri dertli bir gönülden dışa aksedip salonda yankılanınca, evet derin bir sessizlik olur önce. Herkes susar, herkes başını öne eğer..

Konuşanın kalmadığı o an, o zamana değin hiç konuşmayan Terzi Abi dile gelir. Bir arslan gibi kükrer: 

- Yiğidim, şimdiye kadarki hizmetleri biz mi yaptık sanki. Hangi okulun, hangi yurdun temeli parayla atıldı ki! Parasını önceden hazırlayıp da yaptığımız tek bir yer gösterilebilir mi? Biz temellerde harç yerine gözyaşı, dert, ızdırap ve sancı kullanmadık mı? Darda kalıp dua dua yalvardığımızda inayet-i ilahiyeyi yanı başımızda bulmadık mı? Hiç merak etme sen, o bursları da buluruz, o yurdu da tamamlarız. Allah var, tasa yok; Allah var, yeis yok; Allah var, çaresizlik ve meskenet yok!”

Terzi Abi, buna benzer sözlerine başladığı konuşmasına vazife taksimi yaparak devam eder:

- Siz beş çek-yat verin, gerisini ben bulayım; siz onar burs verin, ben yirmi tane bulayım. Hele biz bir adım atalım, başlayalım; Cenab-ı Hakk, Allah elimizden tutacak ve bizi mahcup etmeyecektir.” der ve işin ortada kalmasına mani olur. Hocam, tam yirmi senedir onun hali hep budur. Hiç “olmaz” dediğini görmedim, “Nasıl yapacağız, gücümüz yeter mi?” dediğine şahit olmadım; hizmet adına olunca en imkansız görünen teklifler karşısında bile “Yaparız Allah’ın izniyle, O bizi zayi etmez!” sözünden başka bir şey telaffuz ettiğini duymadım.”   

Doktor Bey, bunları anlatırken Hocaefendi, çok duygulandı, iç çeke çeke ağladı ve: 
- Demek ki o dostumuz sadıklardanmış; sıdk makamına ulaşmış. Demek ki Nur Adam’ın ona dayanması onun sıdkındanmış' dedi. 

Dünya alem biliyor ki bu Hizmet yalnızca para bakımından zengin olanların değil, belki güç bela geçinen ama Allah yolunda elindeki bütün imkanları değerlendiren Terzi Ahmet Ağabey gibi gönül zenginlerinin hizmetidir. Bu yolun olmazsa olmazı, asla makam, para ve imkan değildir; imandır, aşktır, ızdıraptır, derttir. Bazı muhteşem yapılar ve görkemli toplantılar, hizmet adamının lüks arayışından değil, ancak o dilden anlayan muhataplarına da ulaşma arzusundandır. Hizmet edenler en zenginler, en bilgililer, en tecrübeliler değil, gönlü aşkla en çok yananlardır. 

Hasılı, iman hizmeti, sadece imkanları geniş olanların değil, gönül zenginliğine ulaşmış  sadıkların hizmetidir. Davanın harcı para-pul, makam-mansıp değil aşk-u şevk, dert ve ızdıraptır  

Ve bu sevdanın dilden dile, gönülden gönüle hep dolaşmasına vesile olan Sadık İnsanlar, Terzi Ahmet Ağabeyler… samimi Hizmet insanları… unutulmadınız ve unutulmayacaksınız. Daima bir yad-ı cemil olarak kalacaksın dillerde… 

Ruhunuz Şad olsun, mekanınız Firdevs Cennetleri olsun İnşallah… Amin. 
<< Önceki Haber [Fikret Kaplan] Bediüzzaman’a Omuz Veren Terzi Ahmet Ağabey Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER