Hocaefendi'yi duygulandıran soru

Yıllık izinde yolu New York'a düşen gazeteci Nuray Başaran,Gülen Hocaefendi ile 1 saat 15 dakika görüştü.

Hocaefendi'yi duygulandıran soru

Başaran bu zor gerçekleştirdiği görüşmeyi Referans gazetesindeki köşesinde anlattı. "Fethullah Gülen ile 1 saat 15 dakika (2) Dün kaldığım yerden devam edecek olursam, ABD'ye gidenler bilir ana otoban yollarda numaralar vardır. Gideceğiniz yerin numaralarını öğrenir ve yolunuzu öyle bulursunuz. Elimdeki iki numara ile ben de New York'tan saat 16.00 sıralarında Pennysylvania'ya doğru yola çıktım. Numaralar bittiğinde elimdeki kağıttaki krokide, "benzin istasyonundan sonra sağa sap" diyordu ve adres orada bitiyordu. Buraya kadar geldiğimde anladım ki, Pennysylvania'da birine adres vermek, sokak ve kapı numarası vermek mümkün değil. Bu ormanın içindeki çiftlikleri gerçekten ancak iyi bir tarif ile bulabilirsiniz. Adres istediğimde bazı kişilerin, "Size o adresi vermek mümkün değil, bulamazsınız" diye cevap vermelerini şimdi daha iyi anlıyordum.. Neyse konuya dönersek, benzin istasyonunun sağından döndüğüm yol beni ormanın içinde her iki tarafında, "Office" yazılı küçük beyaz binaların bulunduğu ama içeri giriş için bir özel kapı korumasının da yer aldığı bir yapının önüne getirdi. Bu arada en önemli ayrıntı, bu iki küçük yapının yanında yükselen bir direkteki Amerikan bayrağıydı. Görüntü, burasının ABD'nin bir resmi binası olduğu izlenimi veriyordu. Ama tarif edilen yere de uygundu. (Bu arada sonradan öğrendim ki, kapıdaki ABD bayrağının bulunması, burasının özel olarak korunduğu anlamına geliyormuş.) Arabadan indim, "Office" yazılı küçük kulübeye doğru ilerledim. İçeride iki genç öğrenci duruyordu. Onları görür görmez anladım ki adresi bulmuştum. Derken kapıyı açtım ve bana Türkçe "hoş geldiniz" dediler. Doğrusu resmi bir binayı andıran bu yapının önünde ne bir koruma, ne de özel bir güvenliğe rastlamamak beni şaşırttı. Bir tek Amerikan bayrağı güvenliği sağlıyor olamazdı. Ancak sonra fark ettim ki, kapıda ciddi güvenlik kameraları mevcut. Elbette öğrenci olduğunu sandığım iki genç bana Gülen ile randevum olup olmadığını sordular. Ben de olmadığını söyledim. Kendimi tanıtıp görüşmek istediğimi, buraya tatile geldiğimi ve yarın da ABD'den ayrılacağımı söyledim. Elbette hemen olumsuz cevap verdiler. Ve eklediler: "Sizi hemen kabul edemez. Hem sağlık durumundan, hem de randevular günler öncesinden alınıyor. Hele röportaj, bu nasıl olur? Bugünden yarına� mümkün değil. Bunun için kendisinin özel bir hazırlık yapması gerekir. " Aslında çok da haksız sayılmazlardı. Ankara'da bile röportaj yapmak istediğimiz kişiler bir iki gün önceden haberdar olmak istiyorlardı. Hatta neleri konuşacağımızın sorulması bile artık bizim için rutin bir yöntemden ibaretti. Bense gelip kapıya dayanmış ve, "Görüşmek istiyorum, bir de röportaj yapmak istiyorum. Yarın da Türkiye'ye geri döneceğim. Çok az da zamanım var" diyordum. Onlar haklıydı ama direnmeye devam ettim. Ve, "Peki lütfen kendisine bunu iletin o, ‘hayır' derse, geri dönerim" dedim. Genç görevli, "bunu yapamam, şu anda müsait değil" dedi. Sonra ekledi, "kendisi bu ara hem biraz rahatsız. Hem de günde ortalama 35-40 ziyaretçisi var" dedi. Kendisine müsait olana kadar bekleyebileceğimi, cevaba göre de hareket edeceğimi söyledim. Neyse ki, 5 dakika sonra genç görevli içeriye gidip bu bilgiyi paylaştı. Geri döndü ve, "Nuray Hanım sizinle görüşecek. Sizi bu süre içerisinde misafirhanemize alalım, biraz orada dinlenin" dedi. Ormanın içinde başka bir villaya gittik. Bu arada, "Belki sizinle akşam yemeğinde bir araya gelecek" doktorunun tavsiyesine göre hareket edeceğiz denildi. Ancak bir süre sonra, "akşam namazından ve yemekten sonra sizi kabul edecek. Size burada yemek ikram edeceğiz" diyerek yemek masası hazırlandı. Menüde yayla çorbası, kıymalı ıspanak ve mangalda et-közlenmiş domates ve biber vardı. Yemekleri ikram eden kişi, "Hocamız da aynı yemeklerden yiyor şu anda" demeyi ihmal etmedi. Yemekten hemen sonra kapıya Gülen'in yardımcısı Cevdet Bey geldi ve arabayla Gülen'in yaşadığı eve doğru gittik. "Office" yazılı küçük binaların önündeki güvenlik kapısı açıldı bir süre ormanın içinde ilerledikten sonra yarı karanlıkta gördüğüm ahşap bir villanın önünde durduk. Ev kovboy filmlerindeki ahşap binalar gibiydi. Dış görünüşten yarı karanlıkta hatırladığım evin büyük verandası ve buradaki büyük uzun tik ağacından masa ve sandalyelerdi. Gazetecilik refleksiyle etrafa dikkat ederken kapının önündeki esas ayrıntıyı sonra fark ettim. Kapıda taburenin üzerinde biri oturuyordu(girişte). Yarı karanlıkta "güvenlik için görevli olabilir" diye düşünürken, ben yaklaşınca ayağa kalktı. Baktım ki, bu kişi Fethullah Gülen. Beni kapıda karşılıyordu. Rahatsızlığı nedeniyle de bir taburede oturmuştu. İnsan ister istemez kendisinden yaşça bu kadar büyük bir insanın ve son yıllarda ne kadar büyüdüğüne dair bilgilerin paylaşıldığı bir cemaatin liderinin böyle bir karşılama yapmasına şaşırıyor. Doğrusu, o anki şaşkınlığım çok büyüktü. İçeride (Gülen tanıştırınca öğrendim) doktoru (Elinde tansiyon aletiyle), İzmir Yamanlar Koleji Genel Müdürü vardı. Belli ki daha önceden belirlenmiş randevu ve kabullerdi. İçeri geçtik. Burası büyük bir salondu. Tıpkı Anadolu'nun evleri gibi, Türk halıları ve klasik kadife koltuklarla döşenmiş salonun bir tarafında da, daha modern, oldukça uzun ve tekli koltuklardan oluşan ve koltuklar arasına sehpa görevi gören ahşapların da monte edildiği bir bölüm vardı. Oraya oturduk. Karşımda öylesine kibar, öylesine misafirine her haliyle önem veren biri vardı ki, bu beni sohbet boyunca çok şaşırttı. Sadece davranış biçimi değil, konuşmalardaki üslup da bu durumu tamamlayan bir başka unsurdu. Önce neden röportaj vermediğini söyledi. Ülkenin zor dönemden geçtiğinin farkındaydı ve bunun için üzgündü. Hem röportaj vermek için bir hazırlık yapması gerektiğini, hem de bu dönemde söyleyeceği her cümlenin, herkes tarafından farklı yorumlanıp bir de bu nedenle ülkede sorun yaşanmasını ya da yanlış anlaşılmalara neden olmak istemiyordu. Görünen o ki Yargıtay Ceza Daireleri Kurulu'nun "beraat" kararı kendisini çok mutlu etmişti. Ama yine de bu mutluluk ve rahatlama noktasında bile hassasiyeti ve dikkati elden bırakmıyordu. Sohbete başladım, o sohbet ediyordu ama ister istemez sohbet benden dolayı soru cevap şeklinde ilerliyordu. Baştan konuştuğumuz gibi, "off the record" sohbette her soruya açıklıkla ve çekinmeden cevap veriyordu. Detaylarla anlatıyordu. Laf dönüp dolaşıp elbette türbana geldi. Bu bölümü yazmakta sakınca görmüyorum çünkü kendisinin de dediği üzere, daha önce bu konudaki görüşlerini kamuoyuyla paylaşmıştı. Türbanın dinin ön koşulları arasında olmadığını ve bu konudaki görüşlerini daha önce medya aracılığıyla söylediğine vurgu yaptı. Anadolu'da halkın nasıl bir arada -türbanlı veya değil- birlikte sorunsuz yaşadığı konusunda hemfikir olduk. Ve söylediklerinden, türban ile ilgili gelen yasa değişikliğinin gündeme taşınması noktasında yanlış yapıldığını düşündüğünü anlamak zor değildi. Temel felsefesini "diyalog" üzerine kuran Gülen, her şey ve her konunun konsensüs ile yapılmasından yana olduğunu özellikle vurguluyordu. Söz o günlerde ABD'deki oturma izni ve yurda dönüp dönmeyeceğine geldiğinde duygusaldı. 2009'a kadar ABD'de yaşamasıyla ilgili bir problemin olmadığını, bu durumun Türkiye'deki bazı medya organlarında yanlış aktarıldığını özellikle vurguladı. Ancak aklı Türkiye'deydi. Daha önce medyaya yansıyan Türkiye'den gelen toprakları nasıl kokladığını söyledi. Gözleri doldu. Dayanamadım sordum ve cevabını da aldım, elbette Türkiye'ye dönmek istiyordu ama şunu da ekliyordu: "Gelişim ülkemde sorun yaratacaksa, bu hasrete dayanmaya devam ederim". Ancak bu cümle, Türkiye'ye bir an önce gelmek istememesi anlamına da gelmiyordu. En çok hangi şehri, nereyi özlediğini sorduğumda ise, "Hemen hemen tüm Türkiye'yi gezdim. Bazı yerlere iki kez gittim. Ama İzmir'in yeri başka. Orada çok kaldım. Çok anılarım var " dedi. Bir saat hemen geçmişti ki, saat başı ölçülmesi gereken tansiyon için doktor görevdeydi. Tansiyonu ölçüldü ve 16 olarak doktoru kendisine söyledi. Sohbeti 15-20 dakika daha sürdürdük. Bu arada ikramlar da gelip gitti elbette. Çay ve kuruyemiş ikramından sonra sütle yapılmış Türk kahvesi son ikramdı. Kendisine sohbet için teşekkür edip izin istedim. Ayrılırken de kapıya kadar yolcu etti� Konukları karşılama ve uğurlama özel bir öneme sahipti anlaşılan. NURAY BAŞARAN/Referans gazetesi
<< Önceki Haber Hocaefendi'yi duygulandıran soru Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER