Yalnız adam; Recep Tayyip Erdoğan

Burç FM Genel Yayın Yönetmeni Bünyamin Şen, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Rasim Özdenören ile röportaj yaptı. İşte Aksiyon Dergisi'nin bu haftaki sayısında yer alan röportaj...

Yalnız adam; Recep Tayyip Erdoğan

Türkiye'nin önemli fikir adamlarından Rasim Özdenören, son kitabı Siyasal İstiareler'de siyasete farklı bir pencereden bakıyor. O pencereden gördüğü farklardan biri, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yalnızlığı. Rasim Özdenören, hayatını insanı düşünmeye adamış bir isim. Çerçevesi bu kadar geniş olunca arz üzerindeki her mevzu onun dert hanesine yazılıyor ister istemez. Edebi eserleri kadar fikrî nitelikli çalışmalarıyla da okurları nezdinde önemli bir yer edinen Özdenören'in son kitabı Siyasal İstiareler. Bu isim ve içerikle ne anlatmaya mı çalışıyor? Buyurun kendisine kulak verelim… - Siyasal İstiareler isimli kitabınızla yeniden okurlarınızla buluştunuz. Neden Siyasal İstiareler? İstiare, mecazdan farklı. Metafor da deniyor. Felsefe tarihindeki klasik örneklerinden birisi; Eflatun'un mağara istiaresidir mesela. - Peki, siyasal istiareden neyi kastediyorsunuz? Diyoruz ki, biz bu konuları böyle değerlendiriyoruz; ama yaptığımız netice itibarıyla istiaredir. Hakikati Allah indinde mevcuttur. Biz, ancak görebildiğimiz, bilebildiğimiz kadarıyla anlatmaya, yansıtmaya çalıştık. Onun için kitabın adını Siyasal İstiareler koyduk. - Muhalefet konusunu ele aldığınız bir yerde “Her şeye rağmen sahici sorunların düzmece muhalefetle çözümlenmesine bel bağlamamalı...” diyorsunuz. Bu cümle bağlamında Türkiye'deki muhalefeti nasıl değerlendiriyorsunuz? İstiare kelimesi tam da burada lazım oldu. Muhalefet kendisini hâlihazırda statükonun değiştirilmesi hususunda her şeye muhalif görüyor. Statükonun değişmesine göz yummayı bir tarafa bırak, tümüyle statükonun üzerine abanmış vaziyette. Liderleri diyor ki; “Bizim partimiz rejimin kurucusudur.” Olabilir. Birisi bunu böyle kurdu diye o statükoya abandığın anda, değişmeyecek, böyle kalacak dediğin anda kendi gelişmeni önlemiş olursun. CHP 1920'li, 30'lu yıllara saplanmış. “Ben bunu değiştirmem, bunu kimseye bırakmam, değiştirilmesine de müsaade etmem.” diyor. O statüko bizim kişisel irademizi aşar. Ve kişisel irademizle kolektif iradenin çatışması ortaya çıkar. Statüko, geride kaldıkları, uyum sağlayamadıkları takdirde sahip çıkanları da ezip, çiğneyip geçer. - CHP'nin bu tavrı vatan sevgisinden kaynaklanıyor olabilir mi? Tabii ondan, hiç şüphem yok. Kimseye kötü niyet izafe etmiyoruz. Kendi vizyonu içinde iyi niyetle bu değişimi hayırlı görmüyor. Siyasetçiler açısından önemli olan o düzlemin dışına çıkabilmek. Dışına çıktığın takdirde vizyon sahibi olursun. Düzgün değerlendirebilirsin. Şu anda herkes kendi doğrusunun üzerine abanmış vaziyette. Dolayısıyla gerginlik çıkıyor. - Her şeyin arkasında zihniyet yatıyor. Kavramlar zihniyetimize göre anlam kazanıyor yani. İlginç bir konu. 28 Şubat sürecinde o zaman Yargıtay başsavcısı olan zat, Vural Savaş diyordu ki, “Hakkında dava açtığım siyasetçiler veya siyasi parti bana kızacağına müstenidatım olan yasayı değiştirmeye baksın.” Yargıtay başsavcısı da 2007 yılında açtığı dava sonrası aynı şeyi söyledi. O yasa değişti ancak bu kafalar yine aynı şeyleri yapıyor. AK Parti aleyhine yeni bir kapatma davası hazırlığı olduğu söyleniyor. Aynı şey YÖK kararlarında, başörtüsü olaylarında da söz konusu. Aslında okullara başörtüsüyle girilip girilmeyeceği yasa, yönetmelik konusu değil. Mevzuatta, hiçbir yasada, yönetmeliklerde kılık kıyafet söz konusu edilmiyor. Özal döneminde bazı milletvekilleri diyorlar ki; “Gelin bir kanun çıkaralım. Kılık kıyafeti serbest bırakalım.“ Özal zeki adam, kumpasa düşmek istemiyor. “Sakın ola ki böyle bir şey yapmayın. Şu anda başörtüsünü yasaklayan bir kanun yok. Ama biz serbest bırakmaya teşebbüs ettiğimiz anda, Anayasa Mahkemesi kanunu iptal edecektir. Sonra konu artık yasal bir meseleymiş gibi idrak edilir.” Buna rağmen Malatya milletvekili kanun teklifinde bulunuyor. Anayasa Mahkemesi iptal edince Özal'ın söylediği noktaya tecrübeyle geldiler. İş çözümsüz noktaya getirildi. Anlattığım şey tümüyle bir zihniyetin dışarı vurulması. - Neden istiareye yer verme ihtiyacı hissettiniz? Çünkü söylenenden daha fazlasının anlaşılması gerektiğini anlatmak istiyorum. - Kitabın son bölümünde Türkiye'nin önemli isimlerini anlatıyorsunuz. ‘Recep Tayyip Erdoğan' yazınızın ilk cümlesinde şöyle bir ifade var: “Ben umudumu korumayı sürdürüyorum. Onun taşımaya yükümlü olduğu kaya, tepeye çıkartılmaya ramak kalmışken birkaç kez yuvarlanmış olsa da, bu başarısızlığın onun yeteneği ile ilgili olmadığını düşünmekte ısrarlıyım. Özal arasında benzerlikler olduğunu düşünüyorum. İkisi de yalnız ve yalnızlığını paylaşacağı kimse yok.” Neden yalnız Başbakan? Anlaşılmıyor ve derdini anlatacağı kimse de yok. Bu satırları yazalı belki de 5 yıl oldu. Ama hâlâ aynı kanaatteyim. Bakın Recep Tayyip Erdoğan'ın üç yıl önce hanımıyla beraber GATA Hastanesi'ne Nejat Uygur'u ziyarete gitmek istediklerinde başörtülü olduğu için eşinin içeri alınmayacağı söyleniyor. 3 yıldır bu olayı kendinde gizlemiş. - Etrafında o kadar milletvekili, bakan var. Devamlı görüştüğü, konuştuğu, yemek yediği, sohbet ettiği insanlar var. Onlara da anlatmamış. Anlattığı takdirde anlaşılmayacak. Bu problemle Başbakan olarak kendisinin başa çıkması lazım. Fakat bu da söz konusu değil. Vesayet denilen kavram burada ortaya çıkıyor. Kime vasi tayin edilir? Aklı başında olmayan, temyiz gücü olmayan insanlara. Biz millet olarak rüştümüzü iktisab etmemiş kabul ediliyoruz. Nitekim, bunu dolaylı olarak söylüyorlar; bu millet, bu halk henüz buna hazır değil. Sen hazırsın da ben niye hazır değilim? Yani bunu söyleyen adam, şurada şu mikrofonda konuşan benden daha mı akıllı beni vesayet altında bulunduruyor? Ben konuşamıyorum, o konuşuyor. Tayyip Erdoğan bunun farkında. Sen bunu bile bile memleketin başına başbakan oldun. ‘Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin' diyorlar. Fakat bu vesayet tahammül edilebilir bir şey mi? Asla ve kat'a. Bir biçimde bertaraf etmek lazım; ama kolay değil. Bir açmaz içinde. Bu çok trajik, çok dramatik bir pozisyon. Onun için yalnız diyoruz. Ama bu yalnızlık burada kalmıyor. Çok önemli siyasi kararların gerek ulusal, gerekse uluslararası kararların alınması gereken yerlerde de, Tayyip Erdoğan yalnız bırakılıyor. Hem de en yakınları tarafından, kendi kabinesi tarafından yalnız bırakılıyor. - Arap dünyasından Orta Asya steplerine kadar seveni var. Türkiye'de en çok oy almış liderlerden biri… Evet, buna rağmen yalnız. Bizim onun yalnızlığını görmemiz çok önemli değil. Asıl üzerinde durulması gereken olay, 1 Mart 2003 tarihinde yapılan tezkere oylaması. Orada yalnız bırakıldı Tayyip Bey. Türk ordusunun Amerika ile Kuzey Irak'a çıkmasını istemeyen Meclis değildi. Meclis'e de istetildi bu. Hâlihazırda Türk politikasını, Türk dış politikasını yöneten insanların tezkere oylamasına sahip çıktığını biliyor olmama rağmen bunu söylüyorum. Onları da aşan bir başka irade söz konusuydu. - Nasıl bir irade? Üstüne vazife olmayan konularda rey beyan edip gerekli yerlerde ise bundan kaçınan bir merci. - Derin devlet mi? Bir bakıma derin devlet, bir bakıma yüzeyde görünüyor olmakla beraber, derin devletin sözcüsü olarak iş gören Millî Güvenlik Kurulu. MGK sesini çıkartmadı. ‘Evet' veya ‘hayır' denmesi hususunda hiçbir işaret vermedi. Eğitimin 8 yıl olup olmamasıyla ilgili görüş beyan ediyor, başörtüsü ile ilgili görüş beyan ediyor, iktisadi hayatla ilgili görüş beyan ediyor. Bunlar onun vazifesi değil. Akla şu soru geliyor: Acaba grup kararı aldırıp, ‘evet' çıkmasını sağlayabilir miydi Başbakan? Sağlayabilirdi. Fakat bir siyasetçinin, devlet adamının düşeceği en büyük yanılgı ve yanlışlık bu olurdu. Çünkü ‘hayır' demekte ne kadar risk varsa, ‘evet' demekte de o kadar risk var. Politik bir karar veriyorsun, sonucunun ne olacağını bilemiyorsun. Neticede ‘hayır' denildi. Bugüne kadar müspet olarak neticelenmiş gibi görünüyor. Bana göre değil aslında. 1 milyon insanın öldüğü söyleniyor Irak'ta. O bir milyon insan ölmeyebilirdi. Onlar diyorlar ki “Gitseydik bu insanların ölümünden biz de sorumlu olacaktık. Biz de vebalini yüklenmiş olacaktık.” Ama belki o insanlar ölmeyecekti ki. 1 milyon insan ölmüş, 2 milyon ölmüş onlar için önemli değil. Hedefleri Tayyip Erdoğan'ın itibarının bertaraf edilmesiydi. AKSİYON
<< Önceki Haber Yalnız adam; Recep Tayyip Erdoğan Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER