[Hüseyin Odabaşı] Makul şüphe mi, vesvese mi?

Malumunuz bu “makul şüphe” sebebiyle son 6 seneden beri altı yüz binden fazla hizmet insanı Türkiye'de adli işlem gördü ve pek çoğu itibariyle hapishanelerde yatmak zorunda kaldı.

SHABER3.COM

HÜSEYİN ODABAŞI- SAMANYOLUHABER.COM 

Malumunuz bu “makul şüphe” sebebiyle son 6 seneden beri altı yüz binden fazla hizmet insanı Türkiye'de adli işlem gördü ve pek çoğu itibariyle hapishanelerde yatmak zorunda kaldı. 
Adli işlem yapmak için sebep teşkil eden şüpheyi oluşturan şartlar ve dayandığı deliller adaletin ayar noktasını teşkil eder. Adli gerekçe bahanesi ile şüphenin etki alanını genişletir veya lüzumundan fazla daraltırsanız adaletin ayarını bozmuş olursunuz. Veya ilk düğmeyi daha baştan yanlış iliklemişiniz demektir. Bu bakımdan “adli şüphenin” somut delile dayanarak oluşması ve onu oluşturan şartların tahkik ve tetkiki en mühim konudur. 
Çünkü adli şüpheye göre dava dosyası mahkeme tarafından ya kabul edilecek veya reddedilecektir. Hatta yargılamanın tutuklu mu tutuksuz olması adli şüphenin veya makul şüphenin mahiyetine bağlıdır. Dolaysıyla “makul şüphe” deyip geçemeyiz; somut olgulara dayanması şarttır.  
Örneğin, Hz. Ali kendine ölümcül darbe vuran İbn-i Mülcem’i yakalayıp öldürmek isteyenlere beklenmesini şayet ölürse O’nun da kısas gereği öldürülmesini istemiştir. Çünkü suç oluşmadan ceza olmaz. Somut delil olmadan da suç oluşmaz.  
Alanı haddinden fazla genişletilen ve somut gerçeklerden koparılan adli şüphe, vesveseye dönüşür. Vesvese adaletin fabrika ayarıyla oynamak demektir. Bugün Türkiye’de olan budur. Çünkü Şeytanın üfürmeleri ile beslenen “vesvese” ile yeni yeni suçlar ve suçlular ihdas edildi. Çünkü somut gerçekler ile irtibatı kesilen suçlamalar neticesinde oluşan keyfilik, zülüm dağlarının sahillerine kadar çoktan gelip dayandı. 
Seksen darbesinden sonra Muhsin Yazıcıoğlu delilsiz mesnetsiz 7.5 yıl hapishanede tutulduktan sonra adeta özür dilenerek serbest bırakılmıştı. Çünkü gerekçesiz tutuklamaların beraatı da gerekçesiz olur.  
Delillere ve doğru şahitlere dayanmayan suç tespitlerine adli anlamda “şüphe” denmesi mümkün değildir. Onlar olsa olsa vehim ve kaygılara dayanan şeytanların insanları avlamak için lümmelerine atıp fırlattıkları “vesvese”dirler. Vesveselerin ise adli bir değeri yoktur. 

Vesvese şeytanlaşmış zalim iktidarların elinde keyfilik doğurur. Ben seni tehlikeli görüyorum çünkü benden olmayanların bana düşman olmaları ihtimali var.    Üstadımız derki; “Hükümet insanın eline yani delile bakar kalbe bakmaz.”(On Dördüncü Şua)  Mesela taraf olmak veya olmamak hukuk nazarında suç teşkil etmez. Hırsızlık yapan suçludur fakat o hırsızı sevenler muayyen olan hırsızlık suçundan sadece sevgi illeti sebebiyle suçlanamaz ve yargılanamazlar. Bu bakımda modern hukukla beraber Şeri hukuk, “nahnu nahkumu bizzhir” demiş ve nazarlarımızı delillere çevirmiştir.

Üstadımız 16. Mektupta “sana nasıl emniyet edelim, güvenelim” türünden idaredeki din düşmanlarının dört maddelik sorularının her birini “vehimli sual” olarak adlandırması manidardır.  Çünkü vehmin olduğu yerde vesvese olur fakat somut delil olmaz. 
Vesveseye dayanan hukuk aygıtında suçlu kaybolur, yerine başı ezilmesi gereken düşmanlar meydanları doldurur. Bütünüyle ele geçirmek istedikleri güçten dolayı, hemen her hükümet ihtimal dairesini geniş tutarak rakiplerini yok etmek veya pasifize etmek ister. (Cemil meriç, Umrandan Uygarlığa sf:165)

Vesvesenin adalet harmanını yakıp kül eden bir kıvılcım olduğunu iyi anlamalıyız. Üstadımıza göre; bir kibrit bir ormanı yakabilir vehmini esas alarak o kibrite ormanları yakmış cani gözüyle bakamayız. Bu bakımdan, delillere dayanmayan şüphe ya iftira ya vesvese veya su i zandır. Peygamberimiz (sav) münafıkları biliyor olmasına rağmen onlara dinsiz veya dinden dönmüş muamelesi yapmadı. Çünkü soyut bilgilere inat somut deliller onların Müslüman olduklarını gösteriyordu. Müslümanlar gibi ibadet yapıyor ve Müslümanlara benzer bir hayat yaşıyorlardı. Ancak bunlara “hüsnü zan ademi –i itimad” prensibine göre davranmak gerekirdi, o kadar! 
Delillere ve sadık şahitlere dayanan adli şüphe, devlet ile mafyalaşmanın arasına örülmüş bir duvardır. Bu duvar yıkıldığında ise mafya-devlet şeklinde bir ucube ortaya çıkar. Mafya-Devlet ise hukukun ayaklar altına alıp çiğnenmesi, köpekleştirilmesi ve derin yapıların oluşması demektir.   

Bu nedenle delil yerine vesveseyle iş gören devletler kesinlikle hukuk devleti olamazlar. Olsa olsa istihbarat veya muhaberat devleti olurlar.   
Bu bakımdan suret i katiyetle hukukun dışına çıkmamak lazımdır. Keyfi muamelelere “siyasi dava” adını verip hukuk sahasının dışına çıkmak tam bir zülümdür.  “Siyasi davalar” zamanla “siyasi cinayetlere” dönüşür ve derken devlet “fail -i meçhuller” tarlası haline gelir.  

Adli şüphenin somut delillerle irtibatını koparan devlet bir taraftan da kutsallık havasına bürünür. Yani kutsallıkla mafya arasında gelip gitmeye başlar. Çünkü anayasa ile çerçevesi çizilen somut delillerden irtibatın koptuğu yerde devlet mafyalaşmada veya kutsallaşmada sınır tanımaz.  Çünkü mafya ve kutsal layüseldir ve derin yapılara hesap sorulamaz bir alan oluşturur. Devlet adına deyince her cinayet kutsal bir mahiyete bürünür mesela. Derken devlet dinin yerine gelip oturur.(Ali Fuat Başgil, Din Ve Laiklik) 

Adli şüphe, somut delillerle oluşmazsa vesveseye kurban gitmiş bir zihnin ürünü olarak “irtibat ve iltisak” adli şüphenin yerini alır.  Burada söz konusu olan somut delilerle olan irtibat ve iltisak değildir. İrtibat ve iltisak derken kastedilen suçlu ile akrabalık, dostluk ve cemiyet bağlarıdır. “Dostumun dostu dostumdur veya düşmanımdır” gibi laf ve değerlendirmelerin ahlak nazarında bir değeri olsa bile hukuk nazarında bir kıymeti harbiyesi yoktur.   Neticede, suç şahsidir; suçlunun aile, akraba ve sevenlerine bulaştırılamaz. 

Ve deliller yerine irtibat ve iltisak üzerinden iş yürümeye başlayınca “masumiyet karinesi” de zarar görür. Masumiyet karinesine göre suçu sabit olmayan herkes suçsuz sayılır, addedilir. (1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (m. 11/1) ve (1982 Anayasası’nın 38. maddesinin 4. fıkrasın)

Bu yüzden insanların suçsuzluklarını ispat etmelerine gerek yoktur.  İspat iddia makamına düşer, yemin de davalıya düşer kaidesi vardır.  Yoksa sadece suçsuzluğunu ispat edebilenlere suçsuz gözüyle bakarsak toplumu, milleti ve aile nizamıyla beraber büyük bir karmaşanın ve anarşinin kucağına itmiş oluruz. Devlet dahil hiç kimse; “Somut deliller olmasa da ben senin hain olduğunu iddia ediyorum öyleyse hain olmadığını bana ispat etmelisin” diyemez.  

Fakat adli şüpheyi imânî mevzulardaki şüphe ile karıştırmamak gerekir. İmânî konulardaki şüphe vesveselerden farksızdır. “Makul şüphe” bir şüphe olsa da somut delile dayanma zarureti vardır. Hele günlük hayatta kullandığımız şüphe ile hiç karıştırılmamalıdır. Yoksa her şey arapsaçına döner.  

Evet, 2022 yılı, yerlerde sürünen adaletin mazlumlar tarafından ayağa kaldırıldığı yılların başlangıcı olur ,İnşaallah! 
Samanyolu camiasına ve tüm insanlığa mutlu ve adaletli yıllar, temenni ediyorum!
<< Önceki Haber [Hüseyin Odabaşı] Makul şüphe mi, vesvese mi? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER