Hüzün Mevsimi

''Bu annelerin halini görünce ağaçların yaprak dökerken uğultu sesi çıkarması, en ufak rüzgarda bile sallanması belki de onun ağlaması olabilir mi, düşüncesi geliyor insanın aklına. Kadere isyan etmeyip dik duruşları da. ''

SHABER3.COM

Erkan Çıplak / samanyoluhaber.com
Hüzün Mevsimi

Sonbahar, rengarenk, cıvıl cıvıl bir mevsimdir ama sevinç yerine daha çok hüzün duygusu yaşatır insana. Çünkü sonbahar, dünyanın faniliğini düşen her yaprakta tekrar tekrar haykıran bir mevsimdir. O fotoğraflarını çekmeye doyamadığımız yaprakların ilkbaharda çiçek halini de çekmişizdir, hatta yaz aylarında gölgesinde oturmuş, yaprakların yeşilinin tonuna hayran kalmışızdır. İşte bu yüzdendir hüznümüz, doğumu ile sevinip, kısa hayatı ile hatıra biriktirdiğimiz bir insana veda etmek gibidir sonbahar. Gözümüzün önünde yere düşenlere engel olamayıp sadece baktığımız, faniliğin en güzel resmidir sonbahar.
 
Bu sonbahar, ağaçlardan ziyade yavrularını toprağa düşüren anneler hüzünlendirdi bizleri. Evladının doğumu ile sevinen, büyütmek için büyük fedakarlıklar yapan, evladıyla alakalı gelecek hayalleri kuran fakat bir bot kazasında hayatları alabora olan  annelerin göz yaşları dağladı yüreklerimizi.
 
Bu anneler Gonca ve Fatma hanımlardı. Her ikisi de ülkesindeki soykırımdan kaçarken evlatlarını Ege denizinin serin sularına kaptıran sabır abidesi annelerdi. Haberi okumuş ve günlerce etkisinde kalmıştık. Anneleri ise Sakız Adası’na defnedilen evlatlarının mezarları başında dalları kırılmış, yaprakları dökülmüş bir ağaç gibi ağlarken görmüştük. Gördüğümüz kareler, acının, çaresizliğin ve sabrın fotoğraflarıydı. Evlatlarının mezarı başında çaresizlikten heykel kesilmiş öylece duruyorlardı. Hiçbir hareket ve ses yoktu. Çünkü içinde bulundukları anı tasvir edecek sözler tükenmiş,hal dili her şeyi anlatıyordu. Sadece uzaklardan “bu mezarda bir garip var” türküsünün hüzünlü tınılarını duyar gibiydik.
 
Akşamları öpüp koklayarak uyutulan, sabahları saçları taranıp okula gönderilen evlatları yanında olan ebeveynler olarak bir an empati yaptığımızda bile gözyaşlarımıza engel olamadığımız, yaşadığımız günden lezzet almadığımız hayatı o anneler ömürlerinin sonuna kadar yaşayacaklar.  Bazen fotoğraf albümüne bakıp ağlayacaklar, bazen telefondaki videolara bakıp teselli olacaklar ama bu acı hiç geçmeyecek  ve hiç dinmeyecek. 
Nasıl dinsin ki? Evlat acısı diner mi? 
Dinseydi yüzyıllar boyu o yürek yakan türküler söylenir miydi? Rahmetli ananem “evladını kaybeden  anneler karnında bir boşluk hisseder, çünkü bebeği orada büyümüştür. O boşluğu ömrünün sonuna kadar hisseder ve o boşluk ancak toprakla dolar “ derdi.  
 
Fatma ve Gonca Hanım yola çıkarken gelecekle ilgili kim bilir ne hayaller kurmuşlardı, çocuklara kim bilir ne vaatlerde bulunmuşlardı. Belki Gülsüme (8) hayalindeki odasını yapacaklardı. Mustafa’ya (6) babası istediği bisikleti alacaktı. İbrahim (3) yeni oyuncaklar hayali kuruyordu. Said (12) iyi bir bilgisayar alıp daha iyi videolar çekecekti. Mahir daha 4 aylık olduğundan annesinden başka istediği bir şey yoktu. Fakat çocukları gibi hayalleri de suya gömülür. Her yudumdaki tuzlu suda kaybederler çocuklarını, her kulaçta daha çok anlarlar çaresizliklerini… Evladını dalgalara kaptırmak  ve  ölüme gidişine şahit olmak, anne baba diye ağlayan çocukların hangisine yardım edeceğine bilememek, bari ölüsünü bulayım diye defalarca  teknenin altında evlat cesedi aramak nasıl bir dramdır… Kendi özgürlükleri ve evlatların geleceği için yola çıkıp ciğerperalerini gurbet diyarların yabancı toprağına vermek, üstelik mezarlarını ülkelerine dönük yaptırmak nasıl bir sabırdır… Sadece bir gün önce öpüp kokladığı ciğerparesinin soğuk  mezarı taşına dokunurken bile isyan etmeden korkup için için ağlamak nasıl bir metanettir… En kıymetli varlığını hiç bilmediği diyarların toprağına gömmek,bir daha ne zaman ziyaret edeceğini bilemeden çekip gitmek nasıl bir vazgeçiştir.
 
Bu derece sabır, tevekkül ve metanete rağmen sonuçta onlar şefkat kahramanı birer anne. Fatma Hanım bu fani dünyada sadece  4 ay yaşayan Mahir’in kokusunu nasıl unutacak? Sadece 3 yıl sevebildiği İbrahim’ini özlemeyecek mi? Gonca Hanım , Gülsüm’ünün hayat dolu şen kahkahaları kulaklarında çınlamayacak mı? Mustafa’sının muzip şakalarını unutabilir mi? Peki ya Said’in 'Youtuber' olma hayalleri… Her denize baktıklarında her tekne gördüklerinde evlatlarını hatırlayacak, göz  pınarları coşacak ve  hıçkırık sesleri dalga seslerine karışacaktır. Kimi uzun süre kendini toparlayamayacak, kimi kendine başka bir yaşama sevinci bulmaya çalışacak ama içlerindeki boşluğu hiçbir şey dolduramayacaktır.  
 
Bu annelerin halini görünce ağaçların yaprak dökerken uğultu sesi çıkarması, en ufak rüzgarda bile sallanması belki de onun ağlaması olabilir mi, düşüncesi geliyor insanın aklına. Kadere isyan etmeyip dik duruşları da. Fakat yaprak döken ağaçlar yeniden yapraklarına kavuşmak için baharı beklerken, Fatma ve Gonca hanım yavruları ile ancak cennet yamaçlarında buluşacaklar. Cesedi kayalıklara vurmuş Mahir bebeği gördüğü halde vicdanı harekete geçmeyenler  zulme sessiz kalmanın bedelin öderken, Mustafa’ya, İbrahim’e, Gülsüm’e ve Said’e üzülmeyip Suriye’li Aylan bebeğin sahile vurmuş fotoğrafını göstererek kahraman olmaya çalışanlar ise bu çocukların katili olarak  cehennemde yerini alacaktır.

ÖNE ÇIKAN HABERLER