Mithat Sancar: Ortak aday fikrini benimseyebiliriz

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar bir ittifak arayışlarının olmadığını ancak ortak müzakere süreci ile mutabakat sağlanırsa ortak aday fikrini benimseyebileceklerini söyledi.

SHABER3.COM

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, muhalefet partileriyle bir ittifak arayışlarının olmadığını ancak ortak müzakere süreci yürütmek istediklerini söyledi. Sancar, “Biz muhalefet partileriyle, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecini açık ve şeffaf şekilde müzakere etmek istiyoruz. Mutabakat oluşursa isim belirlemek zor olmayacaktır. Muhalefet partilerinin tümüyle müzakere, diyalog ve mutabakatı sağlayabilirsek ortak aday fikrini benimseriz ve buna göre hareket ederiz. Muhalefet ile belirttiğimiz çerçevede anlaşma olmazsa ne yapacağımızı o zaman konuşacağız” dedi.

ANKA'dan Şeyma Paşayiğit'e açıklamalar yapan HDP Eş Genel Başkanı Sancar'a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:

CHP, Saadet Partisi, DEVA Partisi, Gelecek Partisi'ni ziyaret ettiniz. Meclis'e erken seçim ile önerge verme önerisinde bulundunuz. Yaklaşımları nasıldı? Ortaklaşma üzerinde tekrar temas ettiniz mi? Önerge verecek misiniz?

Bu partileri ziyaret programını, MYK toplantısında karar almıştık. Ekonomik krizin giderek ağırlaştığı ve çok geniş halk kesimlerine çok büyük zararlar verdiğini gördük. Bir şeyler yapmak gerektiğini düşündük ve inisiyatif almayı uygun gördük. Yaptığımız görüşmenin iki gündem başlığı vardı. Erken seçim konusunda ortak hareket etme ve ekonomik kriz ve bağlantılı sorunların halkı ezmesinin önüne geçmek için ortak iradeyi ortaya çıkarma…

Şüphesiz başka konular da konuşuldu; Türkiye’deki gelişmeler ve olabileceklerle ilgili.

Asıl ortak önerge verme konusunda, adres CHP. Önemli bir rolü olacaktı. O nedenle konu daha çok CHP idi. CHP, bir çekinceye sahip olmadığını belirtiyor ancak bunun hangi yöntemlerle yapılması gerektiğini grup başkanvekillerinin istişare etmesi gibi yöntem öneriyor. Biz de kabul ettik. Sonuçta erken seçimi Meclis’te de gündemde tutmak gibi bir hedefimiz var. Erken seçim kararı çıkarmak için 360 oy gerektiğini ve muhalefetin sahip olmadığını da biliyoruz ama her alanda erken seçim konuşulurken Meclis’te gündemde olmamasını eksiklik olarak değerlendirdik. Bu yüzden önerdik. Birincisi, Meclis tartışmalıdır. Ayrı ayrı da verilebilir ama ortak verildiğinde daha fazla etkili olacağını düşündük.

İkincisi; belki de AKP içinde rahatsız olduğunu bildiğimiz milletvekilleri içinde önergeye ‘evet’ oyu çıkabilir. 360 oya da ulaşabiliriz. Ulaşmasak da bu meseleyi Meclis’in tartışmasını sağlamak istiyoruz.

Önergede verme konusunda maksat hasıl oldu mu? Muhalefetin tümü erken seçim kararı için gereken 360 oyu yakalayamıyor. İYİ Parti’den de randevu talebinde bulunmadınız?

Bizim ortak önerge değil ama Meclis gündemine taşıma konusunda bir mutabakat var. Ortak önerge ile ilgili bir mutabakat söz konusu değil. Şeklen bir zorunluluk ve şeklen özel sonuç alacak bir yöntem değil. Ortak önerge, ortak irade göstermenin bir yöntemi olacaktı. Muhalefetin birlikte hareket ettiğini göstermeyi sağlayacaktı. O nedenle teklifte bulunduk. Şu anda CHP grup başkanvekilleri ile bizim grup başkanvekilleri mümkün olan diğer yöntemler konusunda görüşüyorlar. Meclis gündemine getirmek için nasıl yöntem kullanılabilir diye bir görüşme yapılıyor.


‘BİR İTTİFAK ARAYIŞIMIZ VE POLİTİKAMIZ YOK’

Bir önceki siyasi parti turunda ortak basın toplantısı yapmamıştınız, bu kez kameralar karşısına birlikte geçtiniz. Bu değişikliği nasıl yorumluyorsunuz? Bu ziyaretler sadece dayanışma amaçlı mı? Üstü örtülü ya da açıktan bir ittifaka döner mi?

Bundan önceki ziyaretlerin şartlarını düşündüğümüzde, ortak basın toplantısı yapmamanın daha uygun olacağı kanaatine ulaşmıştım. Bu tür toplantılar özellikle iktidar medyası tarafından sürekli başka yerlere çekilmek, hatta provoke edilmek isteniyor. Esas mesele, diyalog ve istişareyi sağlayabilmektir. Muhalefet partileri arasında görüş alışverişi mekanizmalarını yerleştirmektir. Amaç bu olunca birlikte görüntü verip vermemenin tali bir mesele olduğunu söyleyebilirim. Fakat bu şartlarda artık birlikte kamuoyuna seslenmenin çok daha gerekli olduğuna inandım. Bizim burada özel ittifak arayışı olmadığını hep anlattık. Bizim parlamento seçimleri için görüştüğümüz partiler ile bir ittifak arayışımız ve politikamız yoktur. Türkiye’nin sorunlarını bütün muhalefet güçleriyle konuşma ve diyalog ile birlikte ele alma gibi bir yaklaşımımız vardır.

Bu son görüşmelerde; ittifak meselesi gündemimizde yoktu, diğer partilerin de yoktu. Onlar kendi aralarında görüşme yapıyorlar, nasıl şekillenecek bilmiyoruz; ama arayış içinde olmalarını normal karşılıyoruz. Çünkü ‘demokrasi ittifakı’ hedefiyle çok çeşitli kesimlerle buluşmalar gerçekleştiriyoruz.

‘ORTAK ADAY FİKRİNİ BENİMSERSEK BUNA GÖRE HAREKET EDERİZ’

‘Tutum belgenizde’ de ittifak arayışında olmadığınızı vurguladınız. Ancak Kürt sorunu ve cumhurbaşkanlığı seçimi başta olmak üzere sorunların çözümü için ortaklaşmaya hazır olduğunuzu beyan ettiniz. Muhalefetin cumhurbaşkanlığı adaylığında aranan kriterler belli. HDP için adaya destek vermek ya da kendi adayını çıkarmak... Eğiliminiz ne yönde? Son anda mı belli olacak?

Cumhurbaşkanlığı için belirlediğimiz politika aslında açık. Deklarasyonumuzda bunu ifade etmeye çalıştık. Biz diyoruz ki; cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak aday fikrine açığız ancak isimler üzerinden tartışmayı yanlış buluyoruz. Biz muhalefet partileriyle, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecini açık ve şeffaf şekilde müzakere etmek istiyoruz. Öncelikle bugünden itibaren seçime dönük gündeme getirilecek meseleleri birlikte tartışacağımız mekanizmaya ihtiyaç var. Seçim güvenliği sadece sandık güvenliğinden ibaret değildir, seçime güvenle girmeyi sağlayacak bir iş birliği meselesidir.

Biz Türkiye’nin ağır tahribatlar yaşadığı kanısındayız. Özellikle beş yılda çok ağır adaletsizlik yaşanıyor. Ekonomik çöküş diyebileceğimiz tablo da iyice perçinlemiştir. Bunları nasıl düzelteceğimiz konusunda da ortak arayış ve mümkünse müzakere, bir onarım sürecine ihtiyaç vardır. Diğer muhalefet partileri kendi aralarında görüşmeye devam edebilirler, ama vardıkları sonuçları bizimle kamuoyunun önünde paylaşarak bizimle yürümelidirler. Bu süreci birlikte yürütebilmeyiz.

‘Birlikte yürümeliyiz’ dediğimiz zaman sanılıyor ki birlikte meydanlara çıkmayı kastediyoruz. Bizim böyle bir teklifimiz ve önerimiz yok ama gelirse değerlendiririz. İlaveten geçiş sürecini nasıl yapılandıracağız? Eğer muhalefet kazanırsa bundan sonraki dönemi nasıl inşa edeceğiz? Hangi temel ilke, öncelikler ve yöntemler burada önem taşıyacak? Müzakere edelim istiyoruz, mutabakat oluşursa isim belirlemek zor olmayacaktır. Bu zemini sağlayabilirsek; muhalefet partilerinin tümüyle müzakere, diyalog ve mutabakatı sağlayabilirsek ortak aday fikrini benimseriz ve buna göre hareket ederiz. Gerçekleşmezse ne yapacağımız konusunu şimdiden konuşmak istemiyoruz. Çünkü soruya cevap vermek bizim önerdiğimiz diyalog, müzakere, mutabakat zeminini engelleyecektir. Yeniden inşa hedefi öngörüyoruz, yeniden inşa için yolun açılmasını hedefini gözetiyoruz. Üzerimize düşeni yapmaya hazır olduğumu belirtiyoruz. Muhalefet ile belirttiğimiz çerçevede anlaşma olmazsa ne yapacağımızı o zaman konuşacağız, o zaman tartışacağız. Bunu da demokratik yöntemle yapacağız. Aday çıkarıp çıkarmama meselesini de mümkün olduğunca geniş istişare ve müzakere sürecinin sonunda belirlemek istiyoruz. Daha fazla ayrıntıya girmeyi şu an ihtiyaç duyduğumuz hedefe uygun bulmuyoruz.

‘DEMİRTAŞ’I ÖNEMSİYORUZ FAKAT KARARLARI DEMOKRATİK MEKANİZMALARDA ALIYORUZ’

Selahattin Demirtaş’ın, "Ben ortak aday olsam cezaevinden bile bu seçimi kazanırım" ve "Öyle tweet atarak olmaz bu iş. Meydanlarda, alanlarda, sahada olmak gerekir" ifadelerini parti nasıl değerlendirdi?

Ortak aday meselesine hiç girmiyoruz. Diğer kısmına gelince, biz zaten sahadayız. HDP aralıksız ve kesintisiz çalışan bir partidir. Selahattin Demirtaş arkadaşımız hem bizim eş genel başkanımız hem bizim çok önemli yoldaşımız olarak görüşlerini ifade ediyor, bazen de entelektüel olarak değerlendirmeler yapıyor. Bunların hepsini biz önemsiyoruz fakat tartışmaları kurumlarda, kararları da bu demokratik mekanizmalarda alıyoruz. Selahattin Demirtaş dahil olmak üzere siyasi rehine olarak tutulan eski eş genel başkanlarımız ve diğer arkadaşlarımızla da görüş alışverişinde bulunuyoruz.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Muhalefet sokaklara dökülecekmiş, 15 Temmuz'u görmediniz mi? Aynı dersi öyle alırsınız” sözlerini nasıl değerlendirirsiniz?

AKP’nin uzun süredir kullandığı temel yöntem kutuplaştırma, gerilim ve düşmanlaştırma stratejisiydi. Şimdi bunu daha da yükseltiyorlar; tehdit, korku ve kaygı yaratma gibi hedefi var AKP ve Genel Başkanı’nın. Çeşitli açıklamalarla ortamın daha da bulanıklaşmasını hedefliyor. Sokak dediğiniz zaman ayrım yapmanız gerekiyor… Bunları da eğer kendisi kriminalize etmek istiyorsa, çok tehlikeli bir yola girmiş demektir.

Topluma kaos mesajı vermek istiyor, kurtuluşun ancak kendisinin seçilmesiyle mümkün olacağı gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Bir yanıyla da muhalefet partilerine yönelik tahriktir. Hiçbir parti, demokrasi çevresi, meşru demokratik haklarını kullanmaktan vazgeçmez. Bizim berbat Anayasa’mızın bile sağlamca güvence altına aldığı imkanlardır.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “HDP, demokrasinin yüz karasıdır” dedi ve daha öncesinde de pek çok kez “HDP’nin kapatılması” çağrısı yaptı. Bu tutumu ve partinize açılan kapatma davasını nasıl yorumluyorsunuz? Çıkacak sonuç için bir öngörünüz ve kapatılması durumunda planlamalarınız var mı?

Türkiye’de Anayasa’yı hiçe sayan her türlü açıklamayı belirttiğiniz parti ve lideri tereddütsüz yapabiliyor. Pek çok gayrimeşru ilişkinin ortaya döküldüğü zamanlarda; asıl şaibe ve şüphe altına olanlar bizi suçluyor. Bunu İçişleri Bakanı da MHP de yapıyor. Yüz karası olan bugünkü iktidarın bütün icraatlarının sorumluluğunu taşıyan ve ülkeyi bu duruma getirenlerdir. Bunların içinde de yine iktidarın küçük ortağı vardır, hem de çok önemli rol oynuyor.

HDP, bu ülkenin yüz akıdır. HDP, hiçbir konuda kırılma, kutuplaşma ve senaryoların içinde olmayacağı gibi hepsine karşı büyük barışı gerçekleştirme hedefinden vazgeçmeyecektir… MHP liderinin açıklaması apaçık yargıya müdahale, bırakın müdahaleyi, yargıyı tehdit etmektedir. Bir anayasa suçu işliyor. AYM üyelerinin daha da dik durma mecburiyeti altına girdiklerini düşünüyorum… Partimiz kapatma ihtimalini de ciddiye alıyor, çalışma yürütüyor. Son kampanyamız; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının esas hakkındaki mütalaasını verdikten sonra esas hakkında savunmaya geliyor. Biz savunmayı yapmayı ve yazmayı birbirinden ayırıyoruz. Savunmayı sahada yapacağız. Bu HDP’yi savunmadır. Savunma metnini yazmayı çok kolay yaparız. Türkiye tarihine değil dünya demokrasi ve hukuk tarihine örnek olarak geçecek savunma metinleri hazırlıyoruz.

‘HÜKÜMET TEMSİLCİLERİNİN ÖCALAN’A ÖVGÜLERİ VARDI’

Son İstanbul kongresinde Abdullah Öcalan bayrağı açıldı. “Bunun parti kapatma için yeni bir delil oluşturacağı” konuşuluyor…

Bunların hepsi daha önce parti kapatma meselelerinde konuşulmuş, tartışılmış şeylerdir. AİHM’in bu konuda da açık kararları vardır. Bunları parti kapatma gerekçesi yapmanın AİHS’e uygun olmadığını zaten belirtmiştir.

2013-2015 süreci çabuk unutuldu. O zamanlar Abdullah Öcalan’la İmralı’da düzenli görüşmeler yapılıyordu. Hükümet temsilcilerinin, hükümet yandaşı gazetecilerin Abdullah Öcalan’a övgüleri vardı; mesajları, meydanlarda milyonlara okunup bütün televizyonlardan canlı yayınlanıyordu. Şimdi bir poster göstermeyi kapatma gerekçesi yapacak kadar bir manipülasyon ve propagandaya ihtiyaç duyuyorlarsa bu, hangi zaaf ve acizlik içinde olduğunun da bir göstergesidir.

Deniz Poyraz öldürüldü. Bahçelievler İlçe Örgütü'nüz saldırıya uğradı. Son olarak 28 milletvekiline de yine fezleke geldi. Hem örgütlerde hem Meclis’te yaşanan bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Özellikle Deniz Poyraz kardeşimizin ve yoldaşımızın katledilmesi bir kaos planının bir parçasıydı. Bizim üzerimizden kaos yaratarak çeşitli hesaplarını hayata geçirmeyi planlayan güçler var. Bunlar devlet içinde iktidar içinde güçler olabilir. ‘Şu şu şunlardır’ demeyi gerekli görmüyorum ama dikkat etmek gerekiyor.

Kaos planı, Türkiye’nin demokrasi için güçlü arayışını boğmak gibi bir hedefe yönelmiştir. O nedenle bu tür saldırıları sadece HDP’ye yapılmış saldırı gibi görmek gerçekten laf uydurmaktır… Türkiye tarihi bu tür karanlık kirli oyunlarla doludur. Şimdi biz bu kirli, karanlık oyunları boşa çıkaracak ortak iradeyi, demokratik geniş dayanışmayı sağlamak zorundayız. Aksi takdirde o güçler, o kaos planı yayan güçler daha fazla cesaret alırlar. Deniz Poyraz cinayetinden sonra ortaya konan o geniş demokratik dayanışma değerliydi. Kaos planı yapan güçleri durduracak kadar etkili oldu belki.

Şimdi yeniden denemeye giriştiler. Bunu Bahçelievler ilçe teşkilatımızda yaptılar. Yine saldırganlar aynı kaynaklardan besleniyor, aynı yerlerden çıkıyor. Soruşturma yapan emniyet güçleri de ‘bu meczupça, münferit bir girişim’ diye sıradanlaştırmaya çalışıyorlar. Kimse bunlara kanmasın.

Eğer bu planlara karşı ortak demokratik dayanışmayı büyütmezsek ve anında güçlü demokratik tepkiyi ortaya koymazsak, o kaos planlayan güçler daha fazla cesaret alacaklardır. HDP, son derece sorumlu ama kararlıdır da… Yani bu saldırılar karşısında yılmamıştır, yılmayacaktır. Büyüyerek yolumuza devam ediyoruz. Anketler çok önemli değil mi, ayrı mesele ama anketlere baktığımızda veya anketlerin arka planında yer alan bilgiler incelendiğinde ya da size geldiğinde görüyorsunuz ki HDP yüzde 15 hedefine doğru emin adımlarla yürüyor. Türkiye’de belirleyici demokratik aktör olma konusunda çizgisinde kararlılıkla sürdürecek, bu saldırılardan yılmayacak ama demokratik mücadeleyi de büyütme hedefini sonuna kadar devam ettirecektir.

Avrupa Konseyi'nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanmaması nedeniyle Türkiye'ye yaptırım uygulaması yönündeki kararı, gündemde. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu "dışarıdan müdahaleyi doğru bulmadığını" söyledi. Sizin yorumunuz ne olur?

Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler ve üye olduğu uluslararası kuruluşlardaki süreçler, dış müdahale değildir. Dış müdahale başkadır. Bunu hukuken ve demokratik açıdan daha net ortaya koyabilmek gerekiyor. Siz bir uluslararası kuruluşa üye olmuşsanız ki Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerindendir, onun statüsüne imza atmışsanız, siz oradaki bütün yükümlülüklere uymayı zaten taahhüt etmişsiniz, bir.

İkincisi Anayasanıza da koymuşsunuz. Anayasanın 90’ıncı maddesi uluslararası sözleşmelerin kanunlardan üstün olduğunu söylüyor. Dolayısıyla, Avrupa Konseyi’nde işleyen süreçler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden çıkan kararlar hoşunuza gider gitmez, bu ayrı mesele, fakat bunlar ‘dış güçlerin müdahalesi’ diye nitelenemez. Bu sıradan bir insanın aklıyla alay etmektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne zamanında, şimdi orayı aşağılayan Cumhurbaşkanı ya da AKP Genel Başkanı da kullandı, başvuru yaptı. Herkesin hakkıdır…

Bunların gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Getirilmediği takdirde karşılaşılacak sorunlar, Türkiye’nin çeşitli açılardan ciddi zararlar görmesine yol açar. Biz Türkiye’nin demokratik kuruluşlardan, uluslararası insan hakları kurumlardan kopmasını ve tamamen dışlanmasını istemiyoruz ama bunun yolu oradaki yükümlülüklere uymaktan geçer. O nedenle sözümüzü; Avrupa Konseyi’ne ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne değil, bizatihi iktidara söylemek zorundayız. Türkiye’yi böyle maceralara, bu tür tehlikeli yollara sokmak hakkınız yok.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ortada. Uluslararası sözleşmelere taraf olmanın anlamının ne olduğu ortada. Bu kararların gereklerinin nasıl yerine getirileceğine dair prosedürler ortada. Mesele bu kadar açıkken tutup da Avrupa Konseyi ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni dış güç gibi oradan gelen kararları da dış müdahale gibi yorumlamak çok basit bir propagandadır ve asla değer verilmemesi gereken bir yaklaşımdır. Tam tersini yapmak lazım. Adalet istemek lazım.

Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş ve Kavala kararlarının uygulanmaması keyfiliktir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ihlalidir ve asla hukukla açıklanamayacak bir siyasi operasyondur. Ve bu kararların uygulanması için daha fazla çaba göstermek, Türkiye’nin uluslararası kuruluşlardan kopmasını da önleyecek bir irade ortaya koymak demektir. Yani hükümet, bugünkü iktidar Türkiye’yi, Avrupa Konseyi’nden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden uzaklaştıracak adımları atıyorsa, ona karşı mücadeleyi daha etkili daha açık daha net yürütmek gerekiyor.

Kazakistan'da halk akaryakıt zammını protesto etmek için sokağa çıktı, hükümet istifa etti, OHAL ilan edildi. Nasıl yorumluyorsunuz?

Bu ilk defa Kazakistan’da yaşanan bir durum değildir. Tabi her bir ülkenin kendi şartları var. Kendi özel durumları var. Halkların iktidarlara tepkilerini farklı şekillerde ortaya koydukları örgütler var. Kazakistan, zaten otoriter bir yönetime sahip ve uzun süredir de halkın huzursuzluğunun olduğu bir ülke. Halk tepkisini nasıl koyuyorsa o onların takdiri ve onların yorumudur.

Asıl tehlikeli bulduğumuz şey, devlet güçlerini halka karşı bu şekilde kullanmaktır. Tam tersinin yapılması gerekiyor. Eğer halk hem yönetime hem bu zamlara bu şekilde güçlü bir karşı tepki gösteriyorsa bu tepkileri dikkate alacak demokratik yolları dikkate almak gerekiyor.

<< Önceki Haber Mithat Sancar: Ortak aday fikrini benimseyebiliriz Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER