Sorunu çözmenin tek yolu...

Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Demokrat Yargı), 'Erzincan-Erzurum İnceleme Raporu' hazırladı.

Sorunu çözmenin tek yolu...

Demokrat Yargı Eş Başkanları Doç. Dr. Osman Can ve Dr. Orhan Gazi Ertekin ile Genel Sekreter Kemal Şahin'den oluşan Yönetim Kurulu, 22 Şubat'ta Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ile tutuklu bulunduğu Erzurum H Tipi Cezaevi'nde, HSYK tarafından özel yetkileri alınan Erzurum Cumhuriyet Savcıları Osman Şanal, Rasim Karakullukçu, Mehmet Yazıcı ve yine HSYK tarafından özel yetkili kılınan Ender Karadeniz ve Erzurum Cumhuriyet Başsavcısı Sinan Kuş ile Erzurum Adliyesi'nde yaptığı görüşmelerin sonuçlarını bir rapor haline getirdi. Yüksek mahkemeler ile HSYK'nın yargıya ilişkin geleneksel merkez iktidar olma özelliğini ısrarla sürdürdüğünün gözlemlediği belirtilen raporda, bunun merkezi iktidar olma iddiasının yargıç ve savcıların varoluş ve söz haklarını yok ettiği kaydedildi. Heyetin muhataplarına hiçbir ön soru olmaksızın dinlemeyi önerdiği ve bu önerinin kabul edildiği dile getirilen raporda, "Meslektaşlarımız öncelikle mevcut tartışmalara, usul süreçleri ile bu süreçlere ilişkin olay ve aktörlere ne anlam verdiklerini tartışmayı tercih etmişler, dosya ve yargılama süreçlerinin maddi içeriğine ise sınırlı ölçüde girmişlerdir. Görüşmelerin belirli bir kısmı ise çeşitli ayrıntıları içeren dostça bir sohbet biçiminde gelişmiştir." denildi. Görüşme ve mülakatlar sırasında İlhan Cihaner ve Osman Şanal, Rasim Karakullukçu, Mehmet Yazıcı'nın mevcut tartışmalara müdahale edememelerinin neden olduğu çeşitli kaygı ve huzursuzluk belirtilerini taşıdıkları ifade edilen raporda, şunlar dile getirildi: "Kamuoyundaki tüm tarafların hedeflerine çok özensiz ve kimi zaman da hoyratça yerleştirilmiş olmalarının yarattığı bir şaşkınlık içinde oldukları açık ve net olarak gözlenmiştir. Kendi işlem ve eylemlerinin pek az bilgi ile sorgulanması karşısında bir 'söz' hakkına sahip olamamalarının yarattığı insanî bir durumu görmek, biz yargıçlar için şaşırtıcı değildir. Görüştüğümüz tüm meslektaşlarımızın ilk sözlerinin kendilerine yapılan haksızlıklara ve tüm bu haksızlıklara müdahale edememelerine dair olması da bu durumu desteklemektedir. Bütün bunlara karşılık, tüm muhataplarımızın kendi bakış açılarını, hukuksal perspektiflerini korumaya devam etmeleri, metanet, sükûnet ve vakar içerisinde olmaları ise Ankara'daki tüm yargı aktörleri açısından öğretici olmalıdır." "SAVCILARIN İLETİŞİMDE BULUNDUĞU KOLLUK VE ADLİ MEKANİZMALAR FARKLI" Raporda, her iki tarafın konuyu sunuşlarından, olguların temelde örtüştüğünü, ancak olgulara yönelik 'niteleme'nin, 'tehdit algılamasının', dolayısıyla yasal süreçleri harekete geçirmedeki saiklerinin temelde farklılaştığı vurgulandı. Süreçte Erzincan Başsavcısı'nın iletişimde bulunduğu kolluk ve adli mekanizmalar ile Erzurum savcılarının iletişimde bulunduğu kolluk ve adli mekanizmaların örtüşmediği belirtilen raporda, "İlhan Cihaner soruşturmasının tümünde kolluk olarak jandarmayı ana operasyon unsuru olarak kullanırken ve attığı tüm adımlarda HSYK'yı bilgilendirirken, Erzurum savcıları soruşturmalarında polis teşkilatını ana operasyon unsuru olarak kullanmış, resmi yazışmalar yoluyla Adalet Bakanlığı'nı bilgilendirmiştir. Yetki sorununu ise Adalet Bakanlığı ile yaptıkları yazışmaların ardından gidermişlerdir. Her iki tarafın anlatımlarından da 2007 tarihinde İsmailağa Cemaatine ve 2009 başlarından itibaren Fetullah Gülen hareketine yönelik soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır. Ancak her tarafta bulunan bu cemaatlere karşı soruşturmanın neden Erzincan'dan başlatılıp tüm Türkiye'ye yaygınlık kazandırıldığı sorusu örtülü olarak yanıtlanmaktadır. Bir taraf için cevap, Cumhuriyetin kazanımlarını koruma amacıyla harekete geçmek için tüm koşulların Erzincan'da oluştuğu biçimine bürünürken, diğer tarafın açıklamalarından doğan cevap ise Ergenekon aktörlerinin ellerindeki planı yürütmek amacıyla Erzincan'ın kurumsal ve demografik yapısı itibariyle en uygun koşulları sunduğu yönünde netleşmektedir. Her iki tarafın anlatımı da Erzincan'da başlatılan soruşturmanın Ergenekon davasını etkileyeceğini ortaya koymaktadır. Ancak etkileme yönü her iki taraf açısından tamamen farklıdır." denildi. "SORUN YARGI REFORMU İLE ÇÖZÜLÜR" Erzincan-Erzurum hattında süren yargı tartışmaları sürecine ve bu tartışmaların temel zeminine bakıldığında Türkiye'deki yargı geleneğinin çöktüğü, bizzat kendi mensupları bakımından dahi öngörülebilir bir gelecek üretemez hale geldiğinin ifade edildiği raporda, "Türkiye'deki yargı geleneğinin üst dereceli mahkemeler ile HSYK tarafından yönlendirilen merkezi bir idare yapısı içinde kendini idame ettirmesi ve tekli bir iktidar tecrübesine alışmış olması nedeniyle bugün tartıştığımız ve Erzincan-Erzurum hattındaki gelişmeler de dâhil yargıdaki birçok gelişmenin bu geleneğin çöküşü ile doğrudan bir alakası bulunmaktadır." ifadelerine yer verildi. Raporda, Erzincan-Erzurum hattında süren yargı tartışmalarını, yargı aktörlerinden herhangi birisinin kötü niyeti ile açıklamaya çalışmak ve mevcut teknik-hukuksal altyapıya ilişkin tartışmaların herhangi bir taraf lehine sonuçlandırılmasıyla çözüleceğini düşünmenin son derece yüzeysel bir yaklaşım olacağı kaydedildi. Bu sürecin hukuk tekniğine dair tartışmalarla değil, tüm tarafların varoluş ve söz haklarının korunmasına dayanan demokratik bir siyaset ile çözülebileceği belirtildi. Bunun tek yolu ise yargının siyasetin bir konusu haline getirilmesi ile yani yargı reformu ile olacağı vurgulandı. Yargının Erzincan-Erzurum gündeminin yalnızca yargıç ve savcılara değil aynı zamanda ve öncelikle parlamento ve hükümete sorumluluklar yüklediği, yargının kendi geleneği bakımından tıkandığı bu noktada kapsamlı bir demokratik siyasal uzlaşma çabasına ihtiyaç bulunduğu, siyasetin yapıcı dinamiğinin hatırlanmasına gerek duyulduğu dile getirilen raporda, şu öneriler yapıldı: "Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri düşman ceza yargılaması tehdidi yarattıklarından derhal kaldırılmalı, yurttaşların hukuksal eşitliği ilkesinin bu mahkemeler yoluyla çiğnenmesi engellenmelidir. Gizli tanıklık müessesesi kaldırılmalı, yargılama sürecini eşitsiz ve hiyerarşik bir çalışma usulü ile siyaseten kontrol etmeye müsait olan bu müesseseye son verilmelidir. Tutuklama tedbirinin tüm sanık veya şüpheliler bakımından ayrımsız olarak son çare olarak uygulanmasına yönelik tedbirler ivedilikle alınmalıdır. Bu konuda sorumluluk, Adalet Bakanlığı, Yüksek Mahkemeler ve HSYK'ya aittir. Yüksek mahkeme temsilcileriyle HSYK'nın yargıç ve savcıların kimi durumlarda 'tarafsız davranma lüksüne sahip olamayacakları' biçiminde, yargıçlığı ideolojik bir silaha dönüştüren, düşman ceza hukukunun inşasına imkân sağlayan kabul edilemez söylemlerinden vazgeçmesi, bu söylemler üzerine kurulu kültürü sorgulamaları zorunludur. Siyasi aktörlerin yargı sisteminde köklü bir reforma gitmeleri tarihi sorumluluklarının bir gereğidir. Demokratik ve özgürlükçü bir yargı kültürünün inşasına yönelik bir sistemi amaçladığı ve çağdaş demokratik standartları taşıması gereken reformlara karşı çıkışın veya sürüncemede bırakma doğrultusundaki dirençlerin, demokrasiye, 200 yıllık çağdaşlaşma çabalarına ve son tahlilde Cumhuriyet'in bizatihi kendisine bir karşı çıkış olduğu unutulmamalıdır. Bu çerçevede yargı sisteminde üst yapının çoğulculaştırılması, Yüksek Mahkemeler, HSYK ve Adalet Bakanlığı'nın elinde bulunan ve yargıç ve savcıları belirli ideolojik, siyasi tutum ve tarafgirliğe sevk edecek sayısız imkân ve araçların ivedilikle ortadan kaldırılması gerekir." (CİHAN)
<< Önceki Haber Sorunu çözmenin tek yolu... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER