[Prof. Dr. Osman ŞAHİN] Selef-i sâlihîn dönemi olayları nasıl anlaşılıp, yorumlanabilir?

Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin 'Sahabeyi anlamak ve Onlara yapılan saldırılar ' başlıklı yeni bir serisinin 21. yazısını ' Selef-i sâlihîn dönemi olayları nasıl anlaşılıp, yorumlanabilir?' başlığı ile yayınladı.

SHABER3.COM

Prof. Dr. Osman ŞAHİN- Samanyoluhaber.com 

SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 21

Bu yazı 30 Ağustos’ta yayınlanan Selef-i sâlihîn dönemi olayları nasıl anlaşılıp, yorumlanabilir? 1 yazısının devamıdır…

Daha önceki yazılarda ele aldığımız gibi, tarih kitaplarında doğru ve yanlış çok sayıda bilgi bir arada bulunmaktadır. Özellikle, sahabe ve tabiin dönemi ile ilgili bilgileri kaleme alan yazarların aidiyetleri ve içinde bulundukları dönemin, yazdıkları üzerindeki önemli etkilerini ve olaylardan 1-2 asır sonra yazıldıklarını hesaba kattığımızda, o dönemlerin, bu tarih kitaplarındaki bilgilerle anlaşılamayacağı ve o dönemleri kritik ederek ortaya çıkarılacak hükümlerin doğru olamayacağı ortadadır. 

Doğruya ulaşabilmek için, bu bilgilerin ciddi bir şekilde, kritiğe tabi tutularak ayıklanmasına ihtiyaç olduğu şüphe ve tereddüt Kabul etmeyen bir gerçektir. 

Önceki yazıda  bu ayıklama işleminde kullanılabilecek bazı yaklaşımlara örnekler vermiştik. Bu yazıda ise, bu ayıklama işinde başvurulabilecek, güvenilir ve en sağlam bilgi kaynaklarına dikkat çekmek istiyorum;

1- Kur’an ve Sünnet: Müsteşrikler ve Sünnet-i Sahiha'yı ve hadisleri inkâr eden Şia vb. fırkalar kabul etmeseler de, Müslümanlar ve Mü’minler için her şeyden önce en sağlam ve kesin bilgi kaynağı olarak, Kur’an ve Sünnet bulunmaktadır.

Sahih hadis kitapları, fıkıh, tefsir ve kelam alimlerinin yaptıkları çalışmalar, hüküm çıkarmada başvurdukları kaynaklar, Sünnet’in tespitinde en önemli kaynaklardır. 
Tarihi bilgilerin ilk önce bu süzgeçlerden geçirilmesi gerekmektedir. 

Örneğin, eğer sahabeyi konuşuyorsak, sahabe hakkında Kur’an ve Nebevi beyan ne diyor ona bakılır ve onların ışığında bu sağlam bilgiyle örtüşmeyen tarihi bilgiler kritiğe tabi tutulur.

2- Tevrat, İncil, Kur’an ve Nebevi beyanlarda vasıflarıyla methedilen ve tezkiye ve tathir edilen sahabenin beyanları ve hükümleri

3- O döneme en yakın ve hadiselerin şahitleri olan tâbiin ve tebe-i tâbiinin büyüklerinin beyanları ve hükümleri

4- Sahabe, tâbiin ve tebei- tâbiin ile müşerref olmuş ve o dönemleri veya o dönemlere yakın yaşamış müçtehidin-i izâm efendilerimiz, mezhep imamları ve diğer müçtehitlerin beyanları ve vardıkları hükümler.

Bilgiler bu süzgeçlerden geçirilmek suretiyle doğru bilgiye ulaşmak mümkün olabilir. Burada ele aldığımız kaynaklar, tarih kitaplarındaki gibi, olayları hikâye etmemişlerdir. 

Hadis alimleri, Hadis-i şeriflerin doğruluğunu araştırıp bulma adına çok güçlü sistemler ortaya koymuşlardır. Usul-u hadis ve hadislerin ve olayların râvilerinin güvenilir ve doğru olup olmadıkları ile ilgili “nakd-i rical” (hadis râvilerinin güvenilir olup olmadıklarını araştıran ilim) gibi çok büyük ilimler geliştirmişler ve devâsâ çalışmalar yapmışlardır.  Böylece doğru ve sağlam bilginin tespitine ve muhafazasına muvaffak olabilmişlerdir.
Aynı zamanda, bunların her biri en doğru bilgileri kullanarak bunlardan bir takım sağlıklı hükümler çıkarmışlar ve doğru neticelere varmışlardır.

Bu kadar sağlam esaslara bina edilerek elde edilmiş doğru bilgi varken, bunları bırakıp birçok problemleri ve yanlışları içinde barındıran bazı tarih kitaplarını referans kaynağı kabul etmek, hakikate yapılmış en büyük bir cinayet olacaktır ve böyle bir yol asla tasvip edilecek bir yol olamaz.

Dolayısıyla, bu asıl bilgi kaynaklarına başvurmadan varılacak hükümler doğruyu ifade etmekten çok uzaktırlar ve eğer bunlar dini esasları ilgilendiren konularda ise sahiplerine ve onları takip edenlere çok büyük zararlar vereceklerdir. Böyle insanların savrulmamaları ve maalesef dinleri konusunda dalalete düşmemeleri ise çok zor olacaktır.

EHL-İ SÜNNET ULEMASI VE BÜYÜKLERİ NASIL HAREKET ETMİŞLERDİR?

Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar olan zaman diliminde gelmiş olan, bütün ümmetin kabulüne mazhar olmuş, Kur’an’a ve Sünnet’e vukufiyette önde bulunan, tefsir, hadis, fıkıh ve kelam ilmi gibi islâm-i ilimlere vakıf ve bunları bütüncül bir bakışla değerlendirebilip hükümler çıkarabilen ve bulundukları çağa ışık tutan mana alemlerinin sultanları olan dev-âsâ kâmetler, müceddidler, ehl-i Sünnet uleması ve büyükleri yukarıda vermeye çalıştığımız kriterleri baz alarak hareket etmişlerdir. 

Sa'deddîn et-Taftazânî sahabeyle ilgili konularda nasıl hareket edilmesi gerektiği ile ilgili çok güzel bir ölçü vermektedirler: “Sahabe´ye ta´zim göstermek ve onlara ta´n etmekten kaçınmak gerekir. Zahiriyle onlara ta´n etmeyi gerektiren hususları da güzelce tevil etmek ve uygun anlamlara yormak gerekir.”

Sahabenin konuşulduğu yerde, bazı hadiselerde dış görünüşü itibarıyla eğer bazı çirkinlikler var gibi gözüküyorsa, sahabe gerçeğinin şuurunda olarak, yukarıda ifade edilen kriterlere uygun olarak, o hadiselerin gerçek yönlerini araştırmak, onları güzel bir şekilde tevil edip yorumlamak gerekir ki, sahabeye tazim gösterilebilsin ve onlara kötü sözler söylemekten uzak kalınabilsin. 

İmam-ı Rabbani Hazretleri de Mektubat’ında, aynı hususu vurgulamaktadırlar: “Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân) arasında olan muhârebeleri iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyâlık için, menfaat için bilmemek lâzımdır. Çünki, onların ayrılığı içtihâd ve te’vîl ayrılığı idi. Hevâ ve hevesden doğan ayrılık değildi. Ehl-i sünnet âlimleri hep böyle söylüyor.”

İmam-ı Tahavi, ehl-i Sünnet ulemasının bu konudaki nihai hükmünü şu sözlerle ifade etmektedirler: “Rasûlüllâh’ın (Sallâllâhu aleyhi ve sellem) ashâbını severiz ve onlardan hiçbirini sevme konusunda tefrite düşmeyiz. Hiçbirinden de teberri etmeyiz. Ashaba buğz edip hayırla yâd etmeyenlere biz de buğz ederiz… Biz Ashâb-ı Kirâm’ı ancak hayırla anarız. Onları sevmek dindir, imandır ve ihsandır. Onlara buğz etmek ise küfürdür, nifaktır ve tuğyan/azgınlıktır.”

İmam-ı Tahavi’nin “Onları sevmek dindir, imandır ve ihsandır. Onlara buğz etmek ise küfürdür, nifaktır ve tuğyan/azgınlıktır.” sözü, bütün ehl-i Sünnet uleması ve büyüklerinin ittifakla kabul ettikleri ortak bir hükümdür.

İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubat’ında şöyle demektedirler: “Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), Ashâbının hepsi (radıyallahü anhüm) büyüktür. Her birini büyük bilmek ve söylemek lâzımdır. Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) buyuruyor ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki, “Allah Teâlâ, bütün insanlar arasından beni seçti, ayırdı. İnsanların en iyisini bana Ashâb olarak seçti. Bunların arasından da bana akraba ve yardımcı olarak en üstünlerini ayırdı. Bir kimse, Beni sevdiği için, bunlara hürmet ederse, Allah Teâlâ, onu her tehlikeden korur. Onlara hakaret ederek, Beni incitenleri de incitir”. 

Abdullah ibni Abbâs buyuruyor ki, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ashâbıma dil uzatanlara, onlara sövenlere, Allah lanet eylesin. Bütün meleklerin ve insanların lanetleri onların üzerine olsun!” Âişe-i Sıddîka (radıyallahü anhâ) buyuruyor ki, Rasûl (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ümmetimin en kötüsü, Ashâbıma dil uzatmağa cesâret edenlerdir.””

Konumuzla ilgili yüzlerce örnek vermek mümkündür. Daha önceki yazılarda bazılarına temas ettiğimiz gibi, inşaallah, bundan sonraki yazılarda da bazı örnekler vermeye devam edeceğiz. 

İnşaAllah bir sonraki yazıda bu konuya devam edelim.
<< Önceki Haber [Prof. Dr. Osman ŞAHİN] Selef-i sâlihîn dönemi olayları... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER