[Prof.Dr. Osman Şahin] Sevgi merkezli kimlik inşası

Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin 'Sevgi merkezli kimlik inşası' yazısını kaleme aldı

[Prof.Dr. Osman Şahin] Sevgi merkezli kimlik inşası

PROF. DR. OSMAN ŞAHİN

Hazret-i Bediüzzaman içinde bulunduğumuz zamanı “benlik ve enaniyet asrı” olarak ifade etmektedirler. İslâmi terbiyeden olan yoksunluk ve ibadetlerdeki zayıflık sebebiyle, benlik ve enaniyet bu zamanda çok kuvvetlenmiştir. Bundan dolayı insanlarda hazımsızlık, çekememezlik, haset, başkalarını beğenmeme, üsluplarda kırıcılık, saygısızlık vb. hastalıklar da çok şiddetlenmişlerdir. 

Fethullah Gülen Hocaefendi, bu hastalığın tedavi edilebilmesi için daha fazla sevgi ve hoşgörüyle insanların kucaklanmasına ihtiyaç olduğunun altını çizmektedirler (“Nezahet-İ Lisaniye”):

“Enaniyetlerin çok ileriye gittiği, sürekli olumsuz hâdiselerin deşelendiği ve herkesin birbirine dil uzattığı bir dönemde, iman ve Kur’ân hizmetine baş koymuş adanmışlara düşen vazife, insanları, her zamankinden daha fazla sevgi ve hoşgörüyle kucaklamaktır. Eğer onlar da aynıyla mukabelede bulunmak suretiyle bu tür olumsuzluklara iştirak ederlerse hem kendi toplumlarına hem de topyekûn insanlığa büyük bir kötülük yapmış olurlar.

İnsan olmamız hasebiyle, can yakıcı bazı hâdiseler karşısında öfkeye kapılabilir; hiddet ve şiddetimize yenik düşebiliriz. Hatta yer yer, sınır tanımayan bir kısım zalim ve mütecavizlere karşı içimizde kin ve nefret duyguları belirebilir. Fakat irademizin hakkını vererek bunları bastırmasını bilmeli ve bu kötü duyguların su yüzüne çıkmasına müsaade etmemeliyiz. Hatta elimizden geliyorsa manevî hazım sistemimizle onları eritip yok etmeliyiz. Magmalar gibi kabarıp gelen öfkemizi bastırabildiğimiz takdirde hem ibadet sevabı kazanır hem de toplumdaki ayrışma ve çatışmaları büyütmemiş oluruz.”

Maalesef yukarıda bahsi geçen hastalıklar sebebiyle toplumda fertler birbirlerine karşı tahammülsüz, müsamahasız ve çok kırıcı hale gelmişlerdir. Neticede, insanların lisanları da bundan nasiplerini alarak çok kirlenmişlerdir.  İman ve Kur’ân hizmetine baş koymuş kimselerin her zamandan daha fazla lisanlarındaki temizliği korumalarına ve insanları şefkatle kucaklamalarına ihtiyaç bulunmaktadır (“Nezahet-İ Lisaniye”): 


“Maalesef günümüzde hakaret etme, başkalarına naseza nabeca sözler etme moda hâline geldi. Herkesin dili sert, üslubu kırıcı. Ne var ki birileri bunu hak etmiş olsa bile, onlara karşı kötü sözler söylemenin hiçbir faydası yoktur; bilakis zararı vardır. Sövüp sayma sevap olmadığı gibi, insan için bir fazilet de değildir. Hazreti Zekeriya’yı testere ile ikiye biçen, Hazreti Yahya’yı şehit eden zalimlere karşı “Allah belanızı versin!” demenin ibadet olduğuna ve insana sevap kazandıracağına dair ne Kur’ân-ı Kerim’de ne de Sünnet-i Sahiha’da yarım kelimelik bir şey yoktur.

Keşke, kötülüğe kilitlenmiş insanları bile vicdan enginliği ile kucaklayabilsek ve onlar hakkında da iyilik dileğinde bulunabilsek! Mesela desek ki, “Allah’ım bize kötülük yapan insanların kalblerine iman, İslâm ve ihsan mevzuunda inşirah bahşeyle! Onları hidayet eyle!” Bence bu, insanca bir tavır, insanca bir düşünce, insanca bir davranıştır. İnsanca davranmak varken, diğerine tevessül etmemek lazım. Birisinin size bir boynuz atması, bir çifte vurması insanca tavırlar değildir. Fakat bu tür durumlarda siz de karşı tarafa boynuzla, çifteyle karşılık verirseniz, siz de insanlığınızın dışına çıkmış olursunuz. Hâlbuki Kur’ân ve Sünnet baştan sona mü’minleri, insanca tavır ve davranışlarda bulunmaya sevk ve teşvik ediyor…

Evet, tekrar edecek olursak, ona buna hakaret etmenin hiç kimseye bir faydası yoktur. Bu tür sözler, var olan olumsuzluklara yenilerini ekler. Kısır bir dairenin oluşmasını sağlar… Bu sebeple bir mü’min kötü sözlerle ağzını, dilini, kalbini kirletmemeli; başkalarının tepkisini üzerine çekmemelidir. Bilakis kendi değerlerini mükemmel bir şekilde temsil etmek suretiyle problemleri halletmeye çalışmalıdır. Her zaman tekrar ettiğimiz bir sözü bir kere daha hatırlatayım. Hâl ile halledilmedik hiçbir mesele yoktur. Asıl olan temsildir, güzel örnek olmadır.”

Yaşananların bizi birer nefret ve kin insanı hâline getirmesine müsaade etmeme

Adanmışlar, kendilerine kötülük yapanlara da iyilik yapma fırsatları arayarak onların da gönüllerine girmeye çalışırlar ve böylece bu perişan gönülleri de ihya etmeye çalışırlar. Onlar, bozulmamış selim fıtratları sayesinde zalimlere kin ve nefretten ziyade acırlar ve onların da hidayetleri için canla başla çalışırlar. Böylece yaşadıkları mağduriyetlerin etkisiyle birer kin ve nefret insanı haline gelmekten kurtulurlar ve toplumda sevgi ve saygıya dayalı kimliklerin inşa edilmesine muvaffak olabilirler.

Hocaefendi'nin bu konularla ilgili aşağıya aldığımız tespitleri ne kadar da güzeldirler. Burada dillendirilen hususlar Hizmet insanları için çok hayati öneme sahiptirler ve üzerlerinde çok derin müzakerelerde bulunmayı hak etmektedirler.

“Aleyhimde yazıp çizenlerle, sürekli bana kötülük yapanlarla ilgili Allah’tan dileğim hep şu oldu: Cenâb-ı Hak bir gün onları karşıma çıkarsın ve bana da iyilik yapma fırsatı versin… Bu, günümüzde en çok muhtaç olduğumuz şeylerden birisidir. İnşallah cevr ile, tahkir ile kimsenin canını yakmayız. Hatırımızı kırsalar da biz kimsenin hatırını kırmayız. İncinsek de incitmeyiz. Çünkü günümüzde gönüllerin yıkılmaya değil, yapılmaya ihtiyacı var.

Aslında zalim ve mütekebbirler sövülmekten ziyade acınmayı hak ediyorlar. İnsan, ahiretteki hâllerini düşününce onlara acıyor. Haccac’a, Şimir’e, Lü’lü’ye, İbn Mülcem’e sövülür mü yoksa acınır mı? Zannediyorum ahirette de onların rahmetten mahrumiyetlerini görseniz, vicdanınız harekete geçecek ve içiniz “cız” edecektir.

İnsan, iradesinin hakkını vermeli, düşmanlık duygusunun içine girmesine meydan vermemelidir. Kin ve nefret bir kere gelip insanın korteksine oturursa, bir daha onu yerinden söküp atmak çok zor olabilir. Nöronları bu tür olumsuz duygularla kirlenmiş bir insan sürekli kötülük düşünür. O, aklıyla hareket ettiğini zannetse de çoğu zaman bu kötü duyguların kendisine pompaladığı duygularla hareket eder. Halbuki Kur’ân’a gönül vermiş insanlara düşen vazife, akıl, mantık ve muhakemeleriyle hareket etmek; kalb, ruh ve vicdanın ferah feza iklimlerinde dolaşmaktır.

Bu sebeple, yaşanan olumsuz hâdiselerin bizi birer nefret ve kin insanı hâline getirmesine müsaade etmemeliyiz. Gelecek nesillere kin ve öfke emanet etmemeliyiz. Nefrete bağlı bir kimlik inşası yanlışlığına girmemeliyiz. Bilakis sevgi ve saygıya bağlı bir kimlik inşasını esas almalıyız. Birileri hata yapabilir, zulmedebilir, gadredebilir. Tarih-i tekerrürler devr-i daimi içinde bu tür kötülüklerin sayısız örneği vardır. Fakat biz, aynı hataları yapmamalıyız. Onlar kendi günlerini ve tali’lerini karartsalar da biz kendi günlerimizi ve geleceğimizi karartmamalıyız.”

<< Önceki Haber [Prof.Dr. Osman Şahin] Sevgi merkezli kimlik inşası Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER