Kur'an'ın altın iklimine davet

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yeni kitabı Kur'an'ın Altın İkliminde, Kur’an üzerine yapılan vaaz ve sohbetlerin dökümünden oluşuyor.

Eser, bir müslümanın Kur'an'la olan ilişkisini müslümanlığın ölçüsü olarak sunuyor. Gülen, kitabı hakkında "Benim kalem ve mürekkebime iktirânı açısından evrâk-ı perişan diyeceğim müsveddât" ifadesini kullanıyor. ALİ ÜNAL- ZAMAN Kur'an'ın Altın İkliminde, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yayımlanan son kitabı. Hocaefendi, Kur'an'ı cami cemaatine tanıtma vaaz ve sohbetlerinden oluşan kitabı hakkında “Benim kalem ve mürekkebime iktirânı açısından evrâk-ı perişan diyeceğim müsveddât” ifadesini kullanıyor. Oysa Kur'an, temas ettiği her şeyi güzelleştirdiği gibi, Hocaefendi'nin Kur'an'ı tarifi bile, onun bu eserinin nasıl “mübyezzât” olduğunu göstermeye yetiyor: “Kur'an, İlâhî Kelâm'ın beşer idraki gözetilerek şuur hâlinde kristalleşmiş şekli”dir. Zaman ihtiyarladıkça Kur'an gençleşiyor Hocaefendi, 14 asırlık muhteşem İslâmî mirasa derinden bağlı, fakat bu mirası, Kur'an'ın zaman ihtiyarladıkça gençleştiği, her dem terütaze bir gül gibi sürekli açıldığı gerçeği temelinde geleceğe taşıma derdinde bir insan. Ve hayatını bu temel üzerinde bir “düşünce, iman ve hayat” inkilâbı gerçekleştirmeye adamış. Dolayısıyla, onun Kur'an'a bakışı ve onu tanıtması, pek çok Müslüman “aydın”, “araştırmacı” ve ilim adamının içine saplanıp kaldığı teorik ve sadece “ilmî” bir gayretten ibaret değil; o, Sünnet çizgisinde bir aksiyonun içinden Kur'an'a baktığı gibi, Kur'an'a bu aksiyonun içinde şekillenmiş pak bir dürbün tutuyor. O bakımdan, risalet vazifesi veya misyonunu “Bana Müslümanlardan olmam emredildi. Ve bana Kur'an okumam emredildi.” (Neml Sûresi/27: 91–92) ayetinden hareketle, Kur'an okuma; Kur'an okumayı da Kur'an veya Allah ahlâkıyla ahlâklanma olarak tarif ediyor. Çünkü bir yanda pek çok insan Kur'an'ı kendinden kaçılacak bir nesne gibi telâkki eder, ona sırt dönüp giderken (Furkan Sûresi/24: 30), diğer yanda her zaman öyle Kur'an okuyanlar olmuştur, bugün de vardır ve yarın da olacaktır ki, “Kur'an, onların gırtlaklarından aşağıya inmez ve onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.” Hocaefendi, bir Müslüman'ın Kur'an'la olan münasebetini müslümanlığının ölçüsü olarak takdim buyuruyor. Buna dayanak olarak, “Kim Allah ve Resûlü'nü sevdiğini öğrenmek istiyorsa baksın, eğer Kur'an'ı seviyorsa o, Allah ve Resûlü'nü seviyor demektir...” hadis-i şerifini zikreden Hocaefendi, “Allah ve Resûlü tarafından sevilmek, hem de onları seviyor olmak, ancak Kur'an sevgisiyle mümkündür.” hükmünü veriyor. Kur'an, yine Hocaefendi'nin ifadesiyle, “her hâlimizi bilen canlı bir varlıktır.” Çünkü o, yaşayan Kur'an olan Efendimiz'in (s.a.s.) nurlu beyanıyla, “Ahiret'te insanların lehinde veya aleyhinde şahitlik edecektir.” Evet, Kur'an şefaatçidir; dünyada, kabirde, ukbâda arkadaştır, yoldaştır; Kur'an, şahittir, davacıdır. Kur'an, Allah ile mükâlemedir: “Kim Rabbisiyle konuşmak istiyorsa Kur'ân okusun.” Cafer-i Sâdık hazretleri ne doğru söyler: “Allah, yarattıklarına kelâmıyla tecellî etmiştir. Fakat onlar görmüyorlar.” Kur'an'da gayb görünür; mutlak gayb Allah görünür; bütün sokaklarıyla, evleriyle, caddeleriyle ahiret görünür; hayatının bütün safhalarıyla, dünyası ve ukbâsıyla her bir insan görünür. Hayatı “mukaddes ızdırap”tan ibaret olan Hocaefendi, Kur'an'la ilgili olarak bir ızdırabını dile getiriyor: “Günümüz insanı, Kur'an'dan çok uzak hâle geldi veya getirildi. Bu uzaklık, Müslümanları Kur'an'a karşı yabancılaştırdı. Bugün dünyanın neresinde ne olduğunu çok iyi bilen nice Müslüman vardır ki, gönüllerinin bağı, bahçesi olan Kur'an'da kaç ayet olduğunu dahi bilmezler. Hattâ bunlardan bazıları, bir günlük neşelerine verdikleri ehemmiyet kadar olsun ebedî saadetlerinin teminatı, garantisi olan Kur'an'a ehemmiyet vermezler. Ne Kur'an okur ne de ona ait meseleleri dinlemek isterler. Hâlbuki Kur'an, his, duygu, kalb ve kafalarıyla kendine sahip çıkacak gönüller beklemektedir. Müslüman, kendi kitabına sahip çıktığı zaman, değil sadece Müslümanların, bütün insanlığın mâkus tâli'i değişecektir.” Bedevî bir topluluk, Kur'an'la 23 yılda kendini baştanbaşa değiştirdi ve “yaşayan Kur'an” olan Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) rehberliğinde bir “Kur'an mucizesi” olarak arz-ı endam etti. Tarihte hiçbir nesle nasip olmayan bir başarı ortaya koyarak, bir yandan yarım asır içinde, bütün boyutlarıyla temessül ve temsil ettiği İslâm'ı 15 milyon kilometrekarelik bir alana taşırken, diğer yanda onu ebedîleştirecek ve tarihin en muhteşem medeniyetinin mayası yapacak Tabiîn'i yetiştirdi. Bir zamanların “atına eyer, ayağına çarık bulamayan bedevî milleti, Kur'an sayesinde medenî milletlerin mürşidi ve muallimi hâline geldi.” Bu, başka bir şeyle değil, Kur'an'la mümkün oldu. Hocaefendi, Kur'an'ı bu şekilde hayata hayat yapmanın, Kur'an'la zihinlerin ve kalblerin sultanlık tahtına oturmanın yolunun insanın önce kendini zatı itibarıyla bir “hiç olduğu”na inandırmaktan geçtiğine vurgu yapıyor. Bunu vicdanına kabul ettiren ve böylece zihnini, kalbini Kur'an'a ayna veya bembeyaz bir sayfa kılabilen insan, beyin zonklatıcı bir tefekkür ve tedebbürle Kur'an'la meşgul olduğu, onu hayatına hayat yaptığı ölçüde Kur'an'ı anlamaya başlar. Modern düşünce ve ilim anlayışı, Kur'an'ın, dolayısıyla doğrunun zıddına bir yolda ilerlediği için bizi yanlışlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Ona göre, yazıyı önce Sümerler bulmuştur. Oysa Hz. Âdem'e de (a.s.) Kur'an'daki gerçekleri o dönemin idrak ve anlayışı çerçevesinde ihtiva eden Suhuf verilmiştir. Yani Hz. Âdem zamanında yazı vardı ve o (a.s.), okumayı biliyordu. O halde, Kur'an'ı anlama ve yaşamada, önce zihinlerimizde bir temizlik yapmak ve onları Kur'an karşısında ümmî hale getirmek gerekmektedir. “Kâinat, kâinatullah; insan, abdullah; ve bunların anatomisini tahlil eden Kur'ân da kelâmullah'tır. Dolayısıyla da bunlar arasındaki münasebeti en iyi bilen, böyle bir münasebeti kurmuş olan Allah'tır (c.c.). Bu mevzularda söz söylemek de ancak O'nun hakkıdır.” Bu sebeple, Kur'an, her konuda bizi tam doğru olana götürür. Onda çelişki yoktur. O, insanın bütün latifelerini tatmin eder; fıtratın kanunları, sosyal ve ferdî hayatın kanunları, ferdî ve ailevî terbiyenin düsturları, onda tam birliktelik arz eder. O, misyonu gereği Kıyamet'e kadar her meseleye cevap verecek, her seviyede her insanı doyuracak zenginlikte ve derinliktedir. Dolayısıyla Kur'an, zâhirde herkesin anlayacağı ama ayetlerinin bâtınına inildikçe, serhaddine ve ötesine gidildikçe ummanlaşan, derinleşen bir üslûba ve uçsuz bucaksız anlam zenginliğine sahiptir. Bu özelliğiyle o, bir ayeti bile taklit edilemez belâğat mucizesidir; her bir ayeti diğer âyetler ve Kur'an'ın bütünlüğüyle derinden münasebet halinde, her bir sûresi Kur'an'ın bütününü ihtiva edecek şekilde söz mucizesidir. Ayrıca, bir okunuş mucizesidir, musiki mucizesidir. Bütün bu hususlar, pek çok misalleriyle Kur'an'ın Altın İkliminde'de arz-ı endam etmektedir. İlimler hazinesi, doğruluk kaynağı Kur'an'ın Altın İkliminde, daha pek çok turfanda meyve sunuyor bize: Kur'an, ilimler hazinesidir; inanç, düşünce ve hayat adına her türlü doğrunun kaynağıdır. Onun gerçekleri ispatı, delillendirmesi; irşad, zihinleri ve kalbleri fetih ve tam bir câzibe arz eden, her zaman, şart ve kişiye göre tenzil ifade eden tedricî teşrii, her zaman için orijinal ve tamamen kendine hastır. Hocaefendi'nin özellikle üzerinde durduğu ve dikkat çektiği üzere, Kur'an'ın bütün incelikleri ve derinlikleriyle insanı tanıtımı ve inancı, karakteri, davranışları, konuşma tarzıyla fertleri, belli kişileri, toplulukları ve milletleri, ayrıca hadiseleri tablolaştırması, baş döndürücüdür. O, bu baş döndürücülüğü içinde ürpertir, şahlandırır, ümitlendirir, haşyet verir. Katiyen söz israfı yapmaz; her kelime onda tam olması gereken yerdedir ve orada o kelimeden başka hiçbir kelime aynı fonksiyonu göremez. Kur'an, önceki kavimlerden, Asr-ı Saadet'teki hadiselerden, hattâ bütün pozitif ilimlere kaynaklık edecek tarzda kâinattan bahsederken de irşadda bulunur, ahkâm vaz' eder; terbiye ve tebliğin nasıl yapılması gerektiğini talim eder; tesellide bulunur, ikaz eder… Evet, Kur'an'ın Altın İkliminde'nin tuttuğu dürbünle Kur'an'ın altın iklimine davet adına kaleme alınmış olan şu makalecik, 600 sayfaya yakın bir Kur'an'ı tanıtım hazinesi olan Kur'an'ın Altın İklimi'nden sadece birkaç damladır.
RAMAZAN İMSAKİYESİ
Ramazan başlangıcından itibaren imsak ve iftar vakitlerini buradan takip edebilirsiniz.

3:45

20:26

HADİS-İ ŞERİF
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:


“Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyyetimi tutunuz. Zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz. ”

Buhârî, Enbiyâ 1, Nikâh 80; Müslim, Radâ’ 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ` 11, Tefsîru sûre (9) 2; İbni Mâce, Nikâh 3