[Safvet Senih yazdı] Yolun kaderi

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Ashab-ı Kehf ile ilgili şu tesbitlerde bulunuyor. “Ashab-ı Kehf, kıyamete kadar bütün dirilişleri temsil eden bir cemaattir. Çünkü, bütün diriliş hareketlerinin mutlaka bir tazyik ve bir mağara dönemleri olmuştur ve olacaktır.

SHABER3.COM

Yolun kaderi
SAFVET SENİH | Samanyoluhaber 

Kehf Suresi, bütün diriliş hareketlerinin rotasını belirler. Mağara ashabı, nüve kadroların yetiştiği dönemlerdir. Hızır Aleyhisselam  ve Musa Aleyhisselamın kıssaları, dünyada dönen çarkların arka planlarının anlaşılma ve hayatın bürün ünitelerine girme dönemi.  Zülkarneyn Aleyhisselamın seferleri ise fedâkârane mazlum ve mağdurlara sahip çıkıp sulhu umumiyi yani dünya barışını sağlama gayretleri dönemini ifade eder.

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Ashab-ı Kehf ile ilgili şu tesbitlerde bulunuyor. “Ashab-ı Kehf, kıyamete kadar bütün dirilişleri temsil eden bir cemaattir. Çünkü, bütün diriliş hareketlerinin mutlaka bir tazyik ve bir mağara dönemleri olmuştur ve olacaktır.

“Kur’an kıssayı şöyle anlatıyor: ‘Onlar (Ashab-ı Kehf)  Rablerine gönülden inanmış bir fütüvvet topluluğudur. Yürekleriyle yiğit, düşünceleri ile yiğit, davranışlarıyla yiğit, vicdanlarıyla yiğit ve bâtıla karşı başkaldırmak üzere metafizik gerilimleri tam bir yiğitler topluluğu.. işte bunlar çok az olmalarına rağmen, dinlerine sahip çıkma adına böyle hidayetten kaynaklı bir hareketi başlatıp niyetlerini engin tutunca Allah da onların hidayetlerine hidayet katar; cehd ve gayretlerine terettüb eden, kesbî hidayetlerine, rahmetinin enginliği ile daha derin bir hidayet ilave ederek, onları tam anlamıyla bir fütüvvet topluluğu haline getirir…  getirir ve ‘Kalblerini netin kıldık’ fehvasınca onların kalblerini nezdinden teyitlerle metin kılar ve artık bu insanların davalarında sâbit kadem (ayakları sağlam basmış olabilmeleri, niyetlerinin derinliği ölçüsündedir ve hatta bazen apaçık Allah’tan destek almaları bile söz konusudur ki, bu da, kalbi itminana önemli bir vesile teşkil eder. RİBAT, ALLAH  ile İRTİBAT  demektir. Gözlerini açıp kapayıp her an O’nu duyma,  O’nu görme, O’nu hissetme, O’nun gücü ve kudretini sezme ve daima O’nu arama, O’nu kollama… İşte bu mânaya işaret eden bir hadis-i şerifte Allah Rasulü (S.A.S.) zor şartlar altında abdest alma, uzak mescitleri tercihle namaza giderken çok adım atma ve namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini beklemeyi zikreder ve ardından da üç defa ‘İşte RİBAT budur!’ der. Evet işte sınır boylarında NÖBET  TUTMA  seviyesinde kendini HAK  ile İRTİBATLANDIRMA budur. Öyleyse ‘Onların kalblerini metin kıldık.’  Biz onların kalblerini İLÂHİ  İRTİBATLA teyit ettik’ demektir. Elbette böylesi irtibat ve itminana ulaşan insanlar hakperest, cesur ve fütursuz olacaklardır.

“İşte bu donanımlı insanlar ‘İz kâmû’  ‘(O yiğitler, o yerin hükümdarı karşısında)  ayağa kalktıkları zaman…’  Yani Hakkı tutup kaldırmak için kıyam ettiler, ayağa kalktılar ve kalpsizliğe, mantıksızlığa baş kaldırdılar.’  Başkaldırmanın dünya literatürüne var oluş felsefecileri sayılan  Sartre, Camus ve Marcuse ile girdiği bilinir. Ama bu, toplumun bütün örf ve âdetlerine, dinî ve ailevî telakki ve anlayışlarına saçma diyerek bir başkaldırmadır. Ancak Ashab-ı Kehfin BAŞKALDIRMASI  hiç de öyle değildir. Onlar, ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir.’ deyip alternatif ikâme ve inşayı göstererek BAŞKALDIRIYORLAR. Yani varoluşçulara yaptığı gibi bir yıkma, bir kökten kazıma ameliyesi değil. RAB  ile irtibatlandırılmış bir inşa ve imar ameliyesidir. Evet ‘Gökleri ve yeri YARATAN  ve her şeyi tesbih taneleri gibi evirip çeviren ALLAH’tır.’ diyerek, alternatif  bir yenilenme hamlesiyle ayağa kalkıyorlar.

Ardından da biz ‘Asla ALLAH’tan başkasına  ilâh tanımayız,  dua etmeyiz.’ diyerek inançlarını haykırıyorlar. ‘Aksi takdirde, biz saçma sapan konuşmuş ve kendimizi Haktan uzaklığa, şeytanî düşüncelere salmış oluruz.’  deyip bir kutlu süreci başlatıyorlar…  Bu itibarla da, “Birincisi: Onların toplumdan ayrılmalarını ve bir mağaraya sığınmalarını bir kaçış olarak değerlendirmemiz mümkün değildir. Evet, onların ayrılışı katiyen KORKAKLARIN  AYRILIŞI  gibi değildir; belki Hz. Ömer’in hicret ederken peşinden gelme ihtimali olanlara hem de güpegündüz Kâbe’ye giderek  ‘Ben  Medine’ye HİCRET  ediyorum. Karısını dul, çoluk –çocuğunu yetim bırakmak isteyen peşimden gelsin’  demesi ve ayrılması gibi bir ayrılıştır. Evet, onlarınki de bir firardır ama Kur’an’ın ifadesiyle ‘Allah’a firar edin’  (51/50) mazmununca Allah’a firardır ve Allah’a sığınmadır.”

“İkincisi: Böyle bir BAŞKALDIRMA ve ardından kaybolma, onların temsil ettiği düşüncenin o topluma zamanın yorumlarıyla farklılaşarak yeniden aksetmesine vesile olmuştur. Bu yiğitçe ve yürekten kükreyiş, kimbilir o toplumun içinde nicelerinin kafalarını allak-bullak etmiş ve nicelerinin gönüllerini yumuşatmıştı. Tıpkı toprağa atılan bir tohum gibi bu düşünceler ve bu yiğitlerin tavırları da ağızdan ağıza, dilden dile, gönülden gönüle nakledilerek, o topluma mâl oldu ve zamanı geldiğinde de açan filizler, semere veren başaklar gibi bütün bir toplumu çepeçevre kuşattı.”

Netice itibariyle yiğitçe bir direniş ve dik duruş  çok problemleri halleder. 
<< Önceki Haber [Safvet Senih yazdı] Yolun kaderi Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER