Sultan Abdülhamid Bediüzzamanı neden tımarhaneye attırdı? (2)

Cuma Karaman

Cuma Karaman

20 Ağu 2021 12:47
  • İnsanı önceleyen, şefkat, merhamet ve muhabbet hislerini hayatının merkezine yerleştiren ve eserlerini de bu güzel hasletler ışığında örgüleyen ender bir şahsiyet olan Bediüzzaman Said Nursi’nin mücadelesini inançsızlığa karşı ve hukuksuzluğa karşı olmak üzere iki katagoride ele alabiliriz. Bediüzzaman, bu mücadelesi boyunca savuna geldiği hakikatleri vicdan, izan ve imanı merkeze koyarak çeşitli aklî, ilmî ve mantıkî temsillerle zihinlere yaklaştırmıştır. onun İlme vukufiyeti ve meselelere getirdiği yorumlar, çağdaşı olan ya da geçmişteki birçok ilim erbabına nazaran çok daha ikna edicidir.
    Tarihte örneğine ender rastlanan mücadeleci kişiliğiyle Bediüzzaman, devrin hukuksuzluklarına baş kaldıran örnek bir hürriyet savuncusu olmuştur. Hayatı boyunca şahsi bir gaye peşinde olmamış; sultanların, paşaların maaş ve makam tekliflerine itibar etmemiştir. Müstağniliğinden, ahlakî ve izzetli duruşundan asla taviz vermeyen Bediüzzaman, milletin selameti uğruna maddi-manevi her türlü fedakarlıkta bulunmuş cefakâr bir kişilik ve abide bir şahsiyettir.
    Hayatı boyunca zamanını hep ilim ve ibadetle geçirmiş, israf ve lüksten uzak durarak daima iktisatlı yaşamış, insanlardan asla yardım veya hediye kabul etmemiş olan Bediüzzaman, pak ve sade giyimiyle bilinirdi. Bu tavrıyla ömrü boyunca ilmin izzetini koruyan, hiçbir maddi ve manevi gösterişe tenezzül etmeyen, hele methedilmeyi hiç sevmeyen Bediüzzaman, sohbet ve tavsiyelerinin muhatabının kendi nefsi olduğuna hep dikkat çekmiş ve “Ben nefsime konuşuyorum, eğer kabul ederseniz siz de bunları nefsinize söyleyebilirsiniz” demekle yetinmiştir. O, hayatının ve düşüncesinin merkezine akide (iman), ibadet ve ameli almış, vefat ettiği ana kadar da bu çizgisini hep aynı aşk ve heyecanla korumuştur.
    Deha ve zekavetiyle zaman zaman çağdaşlarının çekememezliklerine ve ihanetlerine maruz kalmış olsa da Bediüzzaman, konu her ne olursa olsun hep ifrat ve tefritten uzak durmuş, fikri mücadelesinde vasatı ve dengeyi esas almıştır. Gelenekler kadar yeniliklere, yenilikler kadar da geleneklere önem veren Bediüzzaman, aşırı akımlara karşı hep itidali tavsiye etmiş, kendisi de meselelere itidalle yaklaşmıştır. Herhangi bir fikre topyekûn karşı olmak yerine o fikrin güzel ve faydalı yanlarını almakta bir beis görmemiş, zararlı gördüğü taraflarına ise dikkatleri çekmiştir. 
    İfsad ve tahripçilere karşı ıslah, inşa ve tamir düşüncesini merkeze alarak mücadele eden Bediüzzaman, her koşul altında müspet hareketi düşünce sisteminin ve davasının ana sütunlarından biri haline getirmiştir. Şahıslarla uğraşmakyerine hep ilkeleri savunmuş, Müslümanların perişaniyetinin sebepleri üzerinde durmuş, çağın hastalıklarına çözümler sunmuştur. Çağın getirdiği sorunlara çare olarak dini ilimlerlefen bilimlerinin beraber okutulmasını öneren Bediüzzaman, yerel veya bölgesel sorunların çözümünü de din, dil ve inanç özgürlüğünde görmüştür. Gayenin bir olması şartıyla farklı meşrepleri asla bir sorun olarak görmemiş, farklı fikirleri bir zenginlik olarak değerlendirmiştir. 
    Sorunlara çözüm aramak/bulmak yerine sorun üreten günümüzün bazı ilim ve fikir insanlarının aksine Bediüzzaman, gerçek bir alim ve mütefekkire yakışır şekilde, toplumsal sorunlara çözümler sunmaya çaba harcamıştır. Alimler arasında bitmek bilmez münakaşalara konu olan ciltlerle ifade edilemeyecek meseleleri kısa ve özlü izahları içeren birkaç satırla halledebilen Bediüzzaman, mantıkî, felsefi konulara ve hadiselere çok farklı bakış açıları getirmenin yanı sıra literatüre niyet, nazar, mana-i ismi, mana-i harfi gibi birçok terim ve kelime de kazandırmıştır.

    Doğayı aşk dercesinde seven, eserlerindeki örneklerin ekserini doğadan ve kainattan veren, hayvanlara aşırı derecede şefkat gösteren bir şahsiyet olan Bediüzzaman’ın çorbasının tanelerini karıncalarla paylaştığına, odasındaki bir sineği dışarı çıkarmaya çalışan talebelerine dışarıda havanın soğuk olması gerekçesiyle engel olduğuna ve benzeri hadiselere dair örnekler sıklıkla anlatılır. 
    Bediüzzaman, savaş, şiddet ve güç kullanımının yol açtığı maddi ve manevi tahribatlara dikkat çekmiş ve medeniyet çağında güce ve şiddete artık başvurulmaması gerektiğinin altını çizmiş ve medenilere galebenin icbar ile değil ancak ikna ile olabileceğini savunmuştur. Bu doğrultuda eğitim ve ilmin önemini sürekli vurgulamıştır. 
    Hep insanlığın hayrı için yaşamış, düşünmüş, yazmış olmasına rağmen hayatı hep esarette, zindanlarda ve sürgünlerde geçen çilekeş bir şahsiyet olan Bediüzzaman, tüm bu zulümler karşısında asla yılmamış, en zor şartlar altında ve imkansızlıklar içinde bile bir an dahi olsa hak bildiği mücadelesinden geri durmamıştır. Mücadeleyle geçen hayatından geriye maddiyat adına hiçbir şey kalmamış, ancak içine yüz küsur eserden oluşan muazzam bir külliyatı sığdırdığı örnek bir hayat bırakmıştır.

     Bizde nedense yabancı mücadele insanlarını tanımak/tanıtmak için yoğun bir çaba harcanırken kendi fikir kahramanlarımızın mücadeleci hayatları hep görmezden gelinir. Bu çarpık durum muhafazakâr kesimlerde olduğu kadar laik kesimlerde de görülmektedir. Hatta bazıları daha da ileri gitmekte ve bu türden mücadele ve fikir insanlarını kendi siyasi veya sosyal çıkarlarına alet etmekten geri durmamaktadırlar. Ne yazık ki, Bediüzzaman da kimliği ve kişiliği bazı grupların fikri taassup ve çıkarcı anlayışlarının gölgesinde kalan mütefekkirlerimiz arasındadır. Öyle ki, bazı bağnaz grupların Bediüzzaman’ı aşırı sahiplenme duygusu ve çabası geniş kitlelerin ve nesillerin onu tanımasının önünde ciddi bir engel oluşturmuştur. 
    20 Ağu 2021 12:47
    YAZARIN SON YAZILARI