Tahir Hocam

Ercümend PERVER

Ercümend PERVER

02 Mar 2017 18:49
  • 17 - 25 Aralık'tan yaklaşık iki yıl evvel sağda solda hizmet hareketine çakmalar başlamış, hatta kimileri açıktan dillendirir olmuştu içindeki gayzını. Günler ilerledikçe bu şer cephesi suret-i Hak'tan görünüp büyüğümüze iltifatlar ederken fedakâr hizmet mensuplarına ağır ithamlarda bulunuyorlar daha sonraki yaşanacak olaylara zemin hazırlıyorlar(mış)dı. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de her şeyden haberi olan büyüğümüz, bu art niyetli insanların niyetini bildiği için hem yanına ziyarete gelen İktidar mensuplarına hem de abilerle iktidarın başındaki talihsize gönderdiği mesajlarla hem de “Herkulnâğme”de yayınlanan sohbetlerinde; işin aslından halkın haberdar olması için, şimdi kelimesi kelimesine yazamasam da o gün mana olarak kısaca; “Bizim arkadaşlarımızdan herhangi biri suça bulaşmışsa amir de sizsiniz, hâkim de. Gereğini yapın. Suçlu kimse cezasını çeksin. Ama, (bilemiyoruz suçlu mu değil mi) bir kişi yüzünden koskoca camiayı zan altında bırakıp gönülleri incitmeyiniz...” 

    O dönem bu tür mesajlara sessiz kalan hatta “Estağfurullah” çekenler bir süre sonra “Roma’yı da cemaat yaktı” diyecek kadar zıvanadan çıktılar. Cumhuriyet tarihini bırak, Türk tarihinde ne kadar suç varsa günah keçisi yaptıkları Hizmet Hareketine yıktılar. Hatta hızını alamayan havuzun sazanları, 1916 Yılında kurulan “Brooklyn Enstitüsünü bile Hoca Efendinin kurduğunu söyleyecek kadar ilkesizleştiler. İlk zamanlar bu ilkesizliğe şaşırıp “Yuh” çekerken ilerleyen zamanlarda sadece kervanın yol emniyeti için işimize bakmaya başladık. Zira etrafta o kadar havlayan vardı ki hangi birine “Hoşt” diyelim. 

    Saflar her geçen gün netleşirken, hizmet hareketine mideden bağlı olanlar da yavaş yavaş yollarını ayırmaya başladılar. Hiçbir zaman aynı yolun yolcuları olmamasına rağmen hizmet müesseselerinden rızkını temin edenler ise dışardaki işsizliği görüyor, kâh sağa, kâh sola yalpa yapıyorlardı. Tam bu arada haydutlar hizmet müesseselerine el koyunca yıllardır ekmeğini yedikleri müesseseyle birlikte beraber olduğu arkadaşlarını satanlar çıktı ortaya. 

    Onu da çektik sineye. Zâlim durmak bilmiyordu zulmünde. Sarstıkça sarsıyordu ömrü yarım asrı geçmiş koca ağacı. Yıllardır hasedinden kuduranlar fırsat bu fırsat deyip baltalıyorlardı dalını budağını. Baltası olmayanlar da kuduza müptela mahluklar gibi pis salyalarını akıta akıta kemirmeye kalkıyordu kökündeki kabukları. Ama çürük meyveleri düşürmenin dışında bu kutlu ağaca hiçbir zarar veremiyorlardı. 

    Bazı arkadaşlar burada hemen itiraz edebilir “Nasıl zarar vermediler” diye. Arkadaşlar, zalimler bizim mallarımıza kayyım atadılar. Kalbimize ve irademize değil. Onu iradesine kayyım atananlar düşünsün. Bizim bazı arkadaşlarımız müesseselerimizin fiziki mükemmeliyetine bakarak gururlanıyorlardı. Müesseseler dediğimiz kuru beton yığınları. Onları mânalandıran misyonleri idi. Onu da şakirtlerle yapıyorduk. Şakirtler kalplerine baksınlar. Şevklerinden bir şey eksilmişse işte zarar bu, yoksa Allah’ın izniyle mahiyeti itibariyle çok da değer ifade etmeyen bazı şeyler sanatkarın elinde günlerce işlene işlene paha biçilemeyen değerlere nail olabiliyor. Hem de bizim yıllarca uğraşıp da nail olamadığımız sevapları kazanmamıza sebep olunuyor. 

    Biz Rabbin rızası nail olmak için çıktık yola. Dünyada muvaffakiyet, muzafferiyet değil vazifemiz. Hz. Musa’ya, “Kahrımı da lütfumu da bir bilmedikçe bana hakkıyla kul olamasın” diyor Allah. Bu yazıyı okuyan süreç mağduru abilerimiz, ablalarımız, kardeşlerimiz; suizan etmek istemiyorum ama olur da “Hariçten gazel okumak kolay” diyen olursa... Haklılar. Ama bilsinler ki ben de süreç mağdurlarından biriyim. Belki hapis hayatı yaşamadım ama işimden, aşımdan, yurdumdan oldum. Aylardır eşime, yavrularıma, anneme ve sayısız dostuma hasretim. Bedenimde saymak istemediğim bir sürü dertle boğuşuyorum. Hem ne dertler. Yalnız kaldığım odamda belki bir gün cansız bedenimi bulacak dostlarım. Ama size şu kadarını söyleyeyim, 1983’ten beri Hizmet hareketinin içerisindeyim. Mümkün mertebe manevi yaşantıma dikkat eden birisiyim. Ama ben hayatımın ve davamın şu son süreçte mânalandığına inanıyorum. 

    Şimdi bana binlerce mağdur mesajları geliyor. Öyle mesajlar var ki zerrece vicdanı olan, hatta ömrünce iki damla gözyaşı dökmemiş sert tabiatlı insanları bile hüngür hüngür ağlatacak zulümler irtikap ediliyor. Ama hiçbir mesajda yandık, bittik, mahvolduk diyeni görmedim. Hep “Hamd ve şükürle” biten cümleler. Hele o polislerin arasında elleri kelepçeli giderken başı dik etrafına tebessümler saçan abilerimiz, ablalarımız yok mu; işte zalimi kahreden bu hareketler. Dün bir kardeşimiz adliye koridorunda babasıyla çektirdiği resimle birlikte bir mesaj göndermiş. Resme baktım canım hocam bir deri bir kemik kalmış. Ama ne yiğit duruşu var görseniz. O kardeşim benimle şunları paylaşmış: 

    “Ercümend abi, babamı biliyorsunuz 71 yaşında emekli öğretmen. Yıllarca vatana millete hayırlı nesiller yetiştirmek için didindi durdu. Ağır hastalığına rağmen yaş haddine kadar çalıştı. Hem ne çalıştı; öğretmenliği okul binasıyla sınırlandırmadı. Öğrencileriyle baba evlat gibi ilişki kurdu. Dertleriyle dertlendi neşeleriyle neşelendi. Şimdi dünyanın dört bir tarafına yayılmış hizmet hareketine mensup belki yüzlerce talebesi var arkasından dua eden. Babam şimdi ellerinde kelepçe olmasına rağmen öyle huzurlu ki ve biz öyle mutluyuz ki belki zalimin zulmünden sağ olarak kurtulamayacak ama hayatını bu şekilde hitame erdirmesi onu ziyadesiyle mutlu ediyor. Senden dua istiyor. Bizi de dualarına dahil et abi” diyerek bitirmiş mesajını. Kardeşimin mesajında bahsettiği benim çok sevdiğim dünyalar tatlısı “Tahir” hocam. Biraz ondan bahsetmek istiyorum şimdi size. 

    Bundan yıllar evveldi. Tahir hocam, suç oranı nüfusuna göre oldukça yüksek, kuş uçmaz kervan geçmez küçük bir ilçeye din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olarak tayini çıktı. Tayini çıktığı yer o kadar sapa bir yerdi ki doğru dürüst yolu bile yoktu. O ilçede devletin yaptırdığı bir cami vardı ama ezan okunmuyordu. Müftülük binası olmasına rağmen diyanet müftüyü ve cami imamını can güvenliği gerekçesiyle il merkezinde tutuyordu. Tahir hocamın oraya tayini çıktığını duyan “Siyasal İslam” düşüncesine mensup tanıdıklardan birçoğu geldi, Tahir hocamın “Oraya gitmemesi gerektiğini” saatlerce dil dökerek anlattı. Hatta bizzat şahit olduğum o görüşmeden çıkarken o dönemin hızlı mücahitlerinden(!) birisi “Ya bu adam hep böyle burnun dikene gidiyor. Gitsin de görsün hanyayı Konya’yı. Canı çıksa üç ay dayanır o komünist terörist yuvasında” demişti.

    Hocam hiçbir tehdide ve olumsuz önyargılara aldırmadan gitti. Tahir hocam o ilçeye vardığında günlerce ev aramasına rağmen kimse evini kiraya vermedi. En sonunda diyanetin boş duran imam evini kiraladı. O gün bahsettiğimiz bu ilçede bütün gazetelerin toplam tirajı 29 adetti. Uzatmayayım, bir yıl sonra diğer gazetelerin toplam tirajı yerinde sayarken “Zaman Gazetesinin tirajı 31 olmuştu. Size öğrencilerle bir diyaloğundan bahsedeyim. Malum liselerde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenine “Dinci” denir. Daha doğrusu kimyacıya “Kimyacı” fizikçiye “Fizikçi” dendiği gibi ama Tahir Hocaya “Dinci” derken üslup farkı vardı. Alaycı ve aşağılayıcı bir tarzda “Dinci aşağı dinci yukarı” derlerdi. 

    Derse kimse girmez, girenler de bir zamanların meşhur iman hakikatleri hakkında milletin beynini bulandıran “Turan DURSUN’nun” herzelerinden “Her şeyi Allah yarattı (hâşâ) Allah'ı kim yarattı” Gibi yüzlerce küfür kokan sorular yöneltiyorlar. Tahir hocam hiçbirine kızmıyor “Aferin oğlum! Senin sözlü notuna 10 veriyorum. Şimdi cevabını dinle” deyip başlıyor iman hakikatlerini anlatmaya. O ilçeden üniversiteyi kazanan neredeyse kimse yok. Liseyi bitiren çok az öğrenci var bitiren de ya dağa çıkıyor ya da büyük şehirlere gidip suç şebekelerinin tuzağına düşüyorlardı. Bazen dersi terk edip bahçeye çıkan öğrencilerinin yanına varıp “Arkadaşlar içeri sıkıcı oluyor, dersi dışarıda yapalım mı? Hatta (okulun yanından geçen) dere boyunda yürüyerek de yapabiliriz” diyerek dersi muhabbet kıvamında anlatmaya başlıyor. 

    Aradan çok değil bir yıl geçiyor. Tahir hocamın evini ziyaret etmediği öğrenci kalmıyor. Bir yılın sonunda o mahrumiyet bölgesine yakın, biraz daha gelişmiş bir ilçe var. “Hizmet Hareketine ait” bir de dershanenin olduğu bu ilçeye mezun olan öğrencileri götürüp; parasını biraz ailelerinden biraz da kendisinin varlıklı insanlardan topladığı yardımlarla “Üniversite hazırlık kursuna” kayıt yaptırıyor. Aynı zamanda okudukları dershanenin yurdunda kalan öğrenciler oldukça bedevi. Kırmalar, dökmeler, kavgalar gırla. Tahir hocam yurt ve dershane yönetimini uyarıyor: “Bunlarla ilgili ne şikâyetiniz olursa bana anında bildirin. Sakın öğrencilere benden habersiz müdahale etmeyin” 

    Dershane ve yurt yönetiminin de basiretli tutumuyla çok fazla sorun olmadan eğitimlerini tamamlayıp, öğrencilerin büyük çoğunluğu üniversiteyi kazanıyorlar.

    İş burada da bitmiyor. Tahir hocam kazandıkları şehirlerle irtibata geçip onları Hizmet Hareketine ait “Işık evlere” yerleştiriyor. Üniversiteyi kazanamayanları ise o dönem “Orta Asya’ya” Üniversite tahsili için gönderiyor. Çocuklar hem buradaki suç şebekelerinden kurtuluyorlar, hem hizmet müesseselerinde vatana millete hayırlı fertler haline geliyorlar. Dikkat edin bu çocuklar Hizmet hareketinin dünya görüşüne hiç de uyuşmayan vatandaşlarımızın çocukları. Bize karşı bakış açıları belli. Derken tam sekiz yıl kalıyor o ilçede Tahir hocam. Ve o ilçeden yüzlerce insan iman hakikatlerini idrak ederek şakirt oluyor. 

    Ve bir gün Tahir hocamın kendi isteğiyle tayini çıkıyor. Bunu duyan ilçe halkı ayaklanıyor “Siz sırf biz Tahir Hoca’yı seviyoruz diye onun tayinini çıkarttınız değil mi” deyip, Kaymakamlık binasını basıyorlar. Kaymakam Tahir hocaya haber gönderiyor: “Hocam yetiş! İlçe ayaklandı, şunlara işin aslını anlat” 

    Tahir hocam geliyor bin bir türlü dil döküp halkı ikna ediyor ama bir şartla: “Tayinini geri çekeceksin, en az iki yıl daha kalacaksın” 

    Olurdu olmazdı, bir yıl daha kalmak üzere pazarlıkla anlaşıyorlar. Haa bu arada Diyanet ilçeye imam gönderiyor. Müftü görevinin başına dönüyor. İlçede beş vakit ezan okunuyor.

    Tahir hocam şimdi hapishanede. Suçu ne? Mâlum paralel yapı herzeleri. Ağır şeker hastası. Her gün defalarca insülin iğnesi yapılması gerekiyor. Üç damarında stent takılı, birine daha takılması gerekiyor. Fakat şeker hastalığı bu operasyona müsaade etmiyor. Beyin damarlarında sıkıntı var. Kanama riski çok yüksek. Ağır prostat hastası. Tek böbrekle idare eden Tahir Hocam aşırı kilo kaybetmiş ama azminden zerrece bir şey kaybetmemiş. 

    Oğlunun bana gönderdiği resimde de tebessümü hala en tatlı haliyle yüzünde. Gazan mübarek olsun canım hocam. Allah sizden ebeden razı olsun. Size bu zulümleri reva görenleri de tez zamanda kahr-u perişan eylesin.  Amin elfü elfi âmin… 

    Ercümend PERVER
    02 Mar 2017 18:49
    YAZARIN SON YAZILARI