Göçmenlik ve Küresel Eşitsizlik

Göçmenlik ve Küresel Eşitsizlik


“Mülteci, sığınmacı, muhacir, sürgün, göçmen” gibi farklı kavramlarla tanımlanmaya çalışılan göç olgusu, çoğu zaman kavram kargaşası yaşanan ve kapsamı kolaylıkla anlaşılamayan çok boyutlu bir meseledir. 21. yüzyılda küresel göç eğilimleri tarihsel olarak en yüksek seviyelerine ulaşmıştır. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ve Birleşmiş Milletler verilerine göre, günümüzde yüz milyonlarca insan doğduğu ülkenin dışında yaşamaktadır.
2024 verilerine göre yaklaşık 281 milyon kişi uluslararası göçmen statüsündedir; bu rakam dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 3,6’sına karşılık gelmektedir.

Bu göçmenlerin önemli bir kısmı ekonomik nedenlerle başka ülkelere çalışmak üzere gitmiş olsa da (yaklaşık 168–170 milyon kişi iş gücü göçmeni olarak kayıtlıdır), uluslararası göç olgusu yalnızca ekonomik arayışlarla açıklanamayacak kadar karmaşık ve çok katmanlıdır. Bunun yanı sıra, mülteci ve sığınmacı gibi uluslararası koruma statüsüyle tanımlanan nüfus da ciddi boyutlara ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre 40 milyonun üzerinde mülteci ve milyonlarca sığınmacı bulunmaktadır. Bu sayı, devam eden çatışmalar, zulüm ve şiddet ortamları nedeniyle her yıl artmaktadır.

Hak Arayışı

Bu bağlamda, günümüzün en önemli küresel meselelerinden biri göçmenlerin Batı ülkelerine yönelmesi ve temel haklara erişim arayışıdır. Aşırı sağcı ve popülist siyasetçilerin iddia ettiği gibi ortada bir “göçmen istilası” ya da basit bir “sınır güvenliği krizi” yoktur. Asıl karşı karşıya olduğumuz durum; yönetilemeyen küresel eşitsizliklerin, derinleşen iklim krizinin ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan insan hakları rejiminin günümüz koşullarına cevap vermekte yetersiz kalmasının oluşturduğu çok boyutlu bir krizdir.

Neden Göç Ediyorlar?

Milyonlarca insan bugün göç etmek zorunda kalmaktadır; ancak bu hareketliliğin temel nedeni yalnızca daha iyi bir ekonomik yaşam umudu değildir. Birçok insan için göç, yaşadıkları coğrafyanın artık fiziksel olarak yaşanamaz hâle gelmesi anlamına gelmektedir. Deniz seviyesinin yükselmesiyle sular altında kalan yerleşim alanları, artan kuraklık nedeniyle çölleşen topraklar ve geçim kaynaklarını yok eden çevresel tahribat, insanları doğup büyüdükleri yerleri terk etmeye zorlamaktadır.

World Migration Report 2024 verileri, iklim değişikliğine bağlı ani doğa olaylarının ve uzun vadeli çevresel bozulmaların, günümüzde silahlı çatışmaları geride bırakarak en önemli yerinden edilme nedenlerinden biri hâline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Buna karşın Avrupa ve Amerika ülkeleri, önleyici tedbirler gerekçesiyle göç ve mültecilere yönelik fonlarda kesintiye gitmekte, insani yardım bütçelerini daraltmaktadır. UNICEF gibi küresel kuruluşlar dahi bu mali daralmaya göre planlamalar yapmak zorunda kalmaktadır. Gelişmiş ülkeler, kendi sınırları dışındaki ihtiyaç sahibi bölgelere aktarılan fonları azaltarak, daha çok içe dönük politikalara ağırlık vermektedir.

Göçmenlerin Katkısı

Oysa göçmenlerin ev sahibi ülkelere sunduğu katkılar ve ekonomik getiriler göz ardı edilemeyecek düzeydedir. Ekonomik açıdan bakıldığında göçmenler Avrupa’ya; işgücü sağlar, vergi ve sosyal güvenlik primleri öder, ekonomik büyümeyi destekler, girişimcilik ve yenilikçilik getirir ve sosyal sistemlerin sürdürülebilirliğine katkı sunar. Dolayısıyla göç, doğru ve kapsayıcı politikalarla yönetildiğinde Avrupa için bir yük değil, aksine ekonomik ve demografik bir kazanımdır.
Nitekim 2023 yılında Avrupa Birliği’nde 2,9 milyon AB dışı göçmen aktif işgücüne katılmış, bu sayı toplam iş gücünün yaklaşık yüzde 6’sını oluşturmuştur. (2010 yılında bu oran yalnızca yüzde 2 seviyesindeydi.)

Müzik, Sanat ve Mutfak

Göçmenler yalnızca ekonomik katkılarıyla değil; mutfakları, müzikleri ve sanatlarıyla da göç ettikleri ülkelere büyük bir kültürel zenginlik sunmaktadır. Döner, kebap, baklava, falafel, nata, ramen, taco, couscous, sushi ya da pho gibi yemekler bugün Avrupa şehirlerinde sadece “etnik” seçenekler değil, ana akım mutfak kültürünün ayrılmaz parçaları hâline gelmiştir.

Avrupa’da hip-hop, rap, Alla Turca, folklorik ve caz müziklerinin önemli bir bölümü göçmen kökenli sanatçılar tarafından şekillendirilmiştir. Türk, Arap, Afrika ve Latin kökenli ritimler; Alman, Fransız ve İngiliz müzik sahnelerinde yeni anlatı biçimleri üretmiştir. Bu müzikler kimlik, aidiyet ve eşitsizlik gibi temaları görünür kılarak genç kuşaklar arasında ortak bir kültürel dil oluşturmuştur.

Benzer şekilde göçmen kökenli sanatçılar; resim, sinema, edebiyat, tiyatro ve modern sanatta farklı bakış açıları sunmaktadır. Göç, sürgün, hafıza, aidiyet ve çok kültürlülük temaları Avrupa sanat dünyasının temel tartışma alanlarından biri hâline gelmiştir. Mehcer edebiyatı* ise edebiyat alanında yeni perspektifler ve anlatım zenginliği kazandırmıştır.

Değerlendirme

Sonuç olarak göçmenlik çoğu zaman bir tercih değil, mecburiyettir. Göç edilen ülkelerde göçmenlerin hak arayışı bir lüks değil, insan onuruyla doğrudan ilişkili bir meseledir. Bununla birlikte, göç edilen ülkenin yasalarına saygı göstermek, ırkçı ve dışlayıcı tutumlardan uzak durmak ve yaşanılan topluma katma değer sunmak da ev sahibi toplumun meşru beklentileridir.
Göçmenler gittikleri toplumların kültürlerini hem alıcı hem de verici olarak dönüştürür; kültürler bu etkileşimle melezleşir ve zenginleşir. Bu süreçte bize düşen ise hem yaşadığımız topluma uyum sağlamak hem de kendi kültür ve ahlaki değerlerimizi yaşatmak olsa gerek.

* Mehcer edebiyatı (Arapça Edebü’l-Mehcer), 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın ilk yarısında, özellikle Osmanlı coğrafyasından Amerika kıtasına göç eden Arap edebiyatçıların oluşturduğu edebî harekettir. “Mehcer” kelimesi göç edilen yer, gurbet diyarı anlamına gelir. Yani bu edebiyat, köklerini Doğu’da bırakıp yeni bir dünyada tutunmaya çalışanların edebiyatıdır.

https://open.spotify.com/episode/2FKCeLa5cDAvnRTgA33sOP?si=KmyJBmrmTYy8vLPM7vykuw

YAZARIN SON YAZILARI