Kızıl Deniz sonrası

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

17 Haz 2025 09:59

  • Maddi ve manevi hastalıklar arasında çoğu zaman ters orantı vardır. Maddi sorunlardan kurtulmak bazen manevi hastalıklara yakalanmak anlamına gelir. İsrailoğulları, Hz. Musa’nın (as) rehberliğinde Firavun’un zulmünden kurtuldular. Fakat bu onların manevi ve ahlaki hastalıklardan tamamen kurtuldukları anlamına gelmiyordu. Asrın adamı maddi ve dünyevi sorunlardan kurtulmanın manevi hastalıklara dönüşmemesi için “dünyayı kesben elde etmeliyiz, fakat kalben terk etmeliyiz” formülünü geliştirdi.

    Hz. Musa, Firavun idaresinde yani Mısır devletindeki halk (kiptiler) imana gelmeyince, en azından kendi milleti olan İsrailoğullarının hidayetine vesile olma adına bu zalim idareden çıkarma, uzaklaştırma kararı aldı.

    Kuran, Firavun’un zulmünden kurtulan İsrailoğullarının sonraki hayatları adına ibretlik tablolar sundu. Kızıldeniz, Hz. Musa’nın asası ile mucizevi olarak yarıldı. İsrailoğulları bu mucizeyi iliklerine varana dek duyarak yaşadı. Firavun’un askerlerinin eline düşmeden olağanüstü bir şekilde yarılan denizin ortasından yürüyerek sahil-i selamete ulaşan bir kavimden ne beklersiniz! Bu mucizevi kuvvetin sahibi olan Allah’a şirke yer vermeyecek şekilde iman etmeleri ve Musa'nın peygamberlik ve rehberliğini ihtimal vermeyecek şekilde kabul etmeleri onlardan beklenirdi. Fakat Firavun’un elinden yani ölümden kurtulan İsrailoğulları kendilerinden beklenen performansı maalesef sergileyemediler. İmtihan edildikleri pek çok noktada yalpaladılar, sendelediler, kaybetmenin eşiğine kadar geldiler.

    Neden bu konuya girdim. Hizmet Hareketi olarak son on yıldan beri, bize her türlü zulüm yapmaktan geri kalmayanlar karşısında vatanımızdan İsrailoğulları gibi ayrılmak zorunda kaldık. Meriçler Nil gibi yarılmadı fakat bu muhaceretlerde Allah’ın sürpriz inayetine mazhar olduk, daha çok adaletiyle intişar etmiş olan Batı topraklarına ayak bastık.

    İsrailoğullarının zalim Mısır idaresinden kurtulduktan sonra maruz kaldıkları imtihanlar oldu. Bu tür imtihanlar bizim için de geçerli olabilir. Yani İsrailoğullarının Kızıldeniz’i geçtikten sonra yaşadıkları savrulmalara biz de maruz kalabiliriz.

     

    Çünkü vatanımızda hâkim olan idarenin aşırı otoriter ve baskıcı tutumu sebebiyle, bizim sosyal gerçekliğimiz Peygamberimizin (sav) sahabelerinden daha çok Hz. Musa’nın eziyet gören ümmetine benzerlik gösteriyor olabilir (Allahu alem). Sahabeler de preslendiler. İmtihanlardan geçirildiler. Fakat hiçbir zaman Mısır devleti gibi baskıcı bir büyük devletin paletleri altında ezilerek kimliklerine kadar bir bozulma yaşamadılar. Bu yönüyle biz daha çok kimliklerine kadar kayıp yaşayan İsrailoğullarına benziyoruzdur.

    Şimdi Kızıldeniz’den sonra çeşitli halleri ile imtihan olan İsrailoğullarını ayetlerin ışığı altında ele alacağız.  Fakat bu ayetler Meriçli veya Meriçsiz sınırları geçen günümüzün muhacirleri olarak bizlere de ayna tutuyordur.   

    Samiri’nin Buzağısı:

    Kızıldeniz’den kurtulduktan sonra Filistin topraklarına doğru giderken karşılaştıkları bazı kavimlerden Samiri, Buzağı yapma sanatını(!) öğrendi. Fakat Samiri, Hz. Musa (s.a) İsrail oğullarının elitleri ile o toplumdan ayrılıp Tur Dağı’na bir tür kamp yapmaya gittiğinde fırsatı değerlendirerek kendiliğinden böğürebilen buzağı putunu yaptı.

    Evet biz de muhacerete maruz kalanlar olarak hem dem olmak zorunda olduğumuz Batı toplumlarının inanç ve akidelerinden etkilenerek asimile olabiliriz, Samiri gibi put yapmayı öğrenenlerimiz olabilir.  Ve bize bulaşan bu şirk zaafı, tam da Musalar yokken, cemaatte ihtilaf ve iftirak meyilleriyle zor günler yaşıyorken fırsatını bulan virüsler gibi kendini gösterebilir. 

    Samiri ve azınlık bir grup böyle bir asimile yaşadılar. Samiri Buzağısını, Cebrail’in ayağını bastığı yerdeki hayattar toprakları kullanarak yaptı. Bu şeytanın sağdan çarpmasından başka bir şey değildi. Neticede Samiri, Allah’a şirk koşulan bir heykel yaptı fakat bunu Cebrail’in ayağını bastığı topraklardan yaptı. (Taha, 96)

    Aslında Samiri’nin Buzağısı hemen pek çok sapıklığın nasıl oluştuğunu gösteren bir dalalet modelidir. Cebrail’in ayağını bastığı toprağa dayanan sapıklıkla Kuran ayetlerine dayanan sapıklık arasında model olarak fark yoktur. Pek çok sapıklık Kuran’daki ayetlere veya hadislere veya kutsal olarak gördüğümüz mefhumlara dayanır. Bizim dünyamızı paylaşanların sapıklığı da Hocamızın kitaplarına veya Risalelere dayanırsa yani kaynağını bu eserlerden alırsa şaşırmamak gerekir. Bir düşünce veya aksiyonun nerelere dayandığı önemlidir. Fakat sonunun nerede bittiği daha önemlidir. Bir iş Cibril’de başlayıp putta bitmemelidir, şirkle noktalanmamalıdır. Harici hareketinde olduğu gibi “Ahkemul hakimin” ayetinde başlayıp serkeşliklte son bulmamalıdır.

    Tanzimat Fermanı (1839) da Samirin Buzağısı gibidir. Ferman, şeriatten (şer-i şerif) ayrıldığımız için sosyal, siyasi ve askeri sorunların oluştuğunu tespitle başlar. Fakat fermanın sonunda çözümün adresi Batılılaşmak olduğu ısrarla vurgulanır.

    Başka sapıtmalarla mücadele etmek kısmen mümkün ve kolay olsa da kökü sende olan sapıklıkla mücadele etmek daha zor ve daha çetindir.  Hz. Musa’nın yaptığı gibi kökü bizde olan sapıklıklara karşı kesin ve kararlı tavır almak gerekir. Samiri’nin yaptığı Buzağı putu bize bunu anlatır.

     Hz. Harun’un (a.s) Basiretli Mücadelesi :

    Tur Dağına giderken Hz. Musa kendi yerine kardeşi Harun’u bıraktı. Onun Tur Dağı’nda olduğunu fırsat bilen Samiri ve arkadaşları da bir put yapıp tapınmaya başladılar. Hz. Musa kendisine ilahi olarak verilen levhalarla kavmine döndüğünde bu sapıklıktan biraz da kardeşi Harun’u sorumlu tuttu. Sakalına yapıştı. Onların sapıklığından dolayı Harun’u azarladı; Samiri ve arkadaşları İsrailoğulları şirk bataklığına doğru sürüklerken elin armut mu topluyor demeye getirdi. Fakat Harun’un cevabı ve tutumu çok basiretliydi. Harun (a.s) sözünün tam dinlenmediği bir yerde Samiri ve arkadaşlarına müdahale etseydi toplumda bir ihtilaf, ayrışma ve birbirinden uzaklaşma meydana gelebilirdi. Böyle ayrışmış bir toplumu, safları belli olmuş bir yapıyı artık bir araya Musa (a.s) da getiremeyebilirdi. Harun (a.s) basiretli davrandı, gücünü aşan müdahaleden çekindi ve işi zamana ve Musa’ya bıraktı:

    “(Harun:) Anam oğlu dedi, sakalımı, başımı bırak benim, gerçekten de, sözüme tam uymadın da İsrailoğullarının arasına ayrılık saldın diyeceğinden korktum...” (Taha, 94)

     

    Hz. Harun Efendimiz, bugün dahi içimizde zaaf ve iftirak gösterenlere karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği ile alakalı basiretli bir davranış sergiledi. Cemaat içinde zaafa düşenleri düzeltmek adına yapılan müdahale parçalanmaya sebep oluyorsa işin sahibini veya zamanını beklemek en iyisidir. Hz. Yusuf’un uzun müddet kardeşleriyle görüşmemesinde de böyle bir sır vardır. Hz. Yusuf kardeşleri en zayıf kendisi de mevkice en yüce olduğu bir zamanda onlarla görüştü, gerçeği ifade etme yolunu seçti.   

    Sen Rabbinle savaş, biz oturuyoruz:

    İsrailoğulları Mısır’ın zalimlerinden kurtulduklarında vadedilen topraklara geldiler. Amelikalılar bu topraklara hakimdi. Hz. Musa,  İsrailoğullarının Amelikalılarla savaşarak vadedilen topraklara yani Hz. Yakup (a.s) dönemindeki Kenan topraklarına sahip olacaklarını söyledi. Fakat onlar savaş edip sabır göstermek yerine vazifeden el çekmeyi tembellik göstermeyi tercih ettiler. Sen git Rabbinle beraber bu Amelikalılar’la savaş. Biz burada oturuyoruz dediler.

    Evet bir davada haklı olmak, karşı tarafın haksız olması başarılı olmak için yeterli değildir. Haklı olanların hakkını almaları hususunda gayretli de olmaları gerekir. Yoksa aramızda haklılığımızı karşı tarafın yaptığı zulümleri anlatıp anlatıp suni bir tatmin yaşar dururuz. Zalimin yaptığı zulümlerden şikayet edip duranlar iş başa düştüğünde nasıl davranıyorlar? Bu çok önemlidir. Vazife ve sorumlulukların altına girip risk alıyorlar mı? Yoksa bir tür münafıkça mazeretler bulup keyiflerine mi bakıyorlar?  Elini taşın altına koymadığı halde arkadaşlarına akıl vermekten de geri durmayan içimizdeki gevezelerin, Hz. Musa’ya “Rabbinle beraber git savaş” aklını verip hiçbir risk almayarak oturmayı tercih eden İsrailoğullarından pek de farkları yoktur. 

     

    Evet, Kuran kıssaları kıyamete kadar ders almamız için tekrar edip duran kıssalardır. Fakat değişik bir nazarla yeniden okunmaları gerekir.

    17 Haz 2025 09:59
    YAZARIN SON YAZILARI