Tarihe siyasi değil, inşa edilen medeniyetler penceresinden bakış 1

Prof. Dr. Osman Şahin

Prof. Dr. Osman Şahin

16 Ağu 2021 11:21
  • SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 16


    Bediüzzaman hazretleri Muhakemat adlı eserinde “Araştırmacı dalgıç olmalı, zamanın tesirlerinden sıyrılabilmeli; mazinin derinliklerine dalmalı; mantığın terazisiyle tartmalı; her şeyin kaynağını bulmalıdır” demektedirler.

    Kur’an tarihe gayb demektedir. Fethullah Gülen Hocaefendi “Gayba atılan taşların baş yaracağını bilmek lazım” diyerek, bu hususta dikkatli hareket edilmesi gerektiğinin altını çizmektedirler.

    Fethullah Gülen Hocaefendi, “Çatla Sodom-Gomore” başlıklı bamtelinde tarihi şahsiyetler ve özellikle sahabeler ele alındığında çok temkinli olmak gerektiğini ifade ederken, önemli bir kriter elimize vermektedirler: “Bugünden durup o günde cereyan eden hadiseleri içinde yaşamış vakanüvis gibi değerlendirip birilerini bir yere birilerini de bir yere koymak recmen bi’l-gayb olur. Bu da doğru değildir. Karanlıkta taş atmak gibidir. İsabet edip etmeyeceği belli değildir.

    Asr-ı Saadet ve sahabeler (radıyallahu anhüm) başlı başına bütün insanlığa birer prototip, birer güzel misal teşkil etmişlerdir. Onlar o günden bugüne kadar örnek alınabilecek en güzel modeller olmuşlar ve bütün problemlerin çözümlerinde başvurulan birer ışık kaynağı haline gelmişlerdir. Kur’an’da ve Allah Rasûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanlarında sahabe (radıyallahu anh) methedilmiş ve tabi olunması gereken insanlar olarak nazara verilmişlerdir. Kur’an’ı ve Allah Rasûlü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) en güzel anlayarak bunları hayatlarına hayat kılmışlar ve kendilerinden sonra gelenleri en güzel bir şekilde yetiştirerek emaneti onlara en sağlam bir şekilde teslim etmişlerdir.

    Müslümanlar tarafından çok parlak medeniyetlerin inşâ edildiği bir dönem olmasına rağmen, bu devirde de, Allah’ın (celle celâluhu) nice hikmetlere binaen izin verdiği bir çok menfi hadiseler meydana gelmiş, Cemel ve Sıffin yaşanmış, insanlar özellikle Yezid olmak üzere, bazı Emevi ve bazı Abbasi halifeleri dönemlerinde ağır imtihanlara maruz bırakılmışlardır.

    Sahabe efendilerimiz, yaşanan bu fitnelerin motive edip zorlamasıyla, dinin muhafazası adına, inanç ve amele müteallik hususların tespiti için seferber olmuşlar ve bu dönemde ortaya çıkan çeşitli düşünce akımları ile mücadele ederek, gerçek İslam’ın bütün boyutları ile ortaya konmasını sağlamışlardır. Ayrıca, bu olaylarda sahabeler (radıyallahu anhüm), bu hadiselere yaklaşım tarzlarının ve böyle durumlarda mü’minlerin birbirlerine muamelelerinin nasıl olması gerektiği gibi birçok konuda, sonrakilerin kendilerine uyulabilecek en güzel örnekler haline gelmişlerdir.

    Fethullah Gülen Hocaefendi, ‘Cemel, Sıffin ve Kerbelâ Vak'aları” başlıklı yazıda buna temas etmektedirler: “Bu durum, bazı hâdiseler itibariyle Müslümanları karşı karşıya getiren bir içtihat neticesinde ortaya çıkmıştır. Burada Müslümanların hakperestliklerini kullanmasını bilen İslam düşmanları da kendilerine düşen rolü iyi oynamışlardır. Ancak Cenab-ı Hakk'ın hikmet eli, böylesi korkunç fırtınalar içerisinde bile Müslümanların faydasına olarak bazı güzel şeyler ortaya koymuştur. Cemel ve Sıffin vak'alarına işte bu hikmetler açısından bakmak gerekir. Bu elim vak'aların cereyan etmesiyle birlikte neticede bazı hayırlar da elde edilmiştir”

    Hasılı, yaşanan bu fitneler, belalar ve musibetler İslam binasının tamamlanması mevzuunda katalizör etkisi yapmışlardır. Hocaefendi’nin tespitiyle bütün bunlar bireylerin ve bünyenin en sağlam olduğu bir zamanda birer aşı vazifesi görmüşler ve böylece kıyamete kadar devam edecek bir bağışıklık kazanılmasını sağlamışlardır.

    Hocaefendi, yazısında bu menfi hadiselerden elde edilen hayırlı neticelere şöyle dikkat çekmektedirler: “Çünkü Müslümanlar bu fitneleri gördüklerinde, bir taraftan Kur'an'a sahip çıkmış, onu istinsah edip çeşitli beldelere göndermişlerdi. Bir diğer taraftan ise Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) şeref sudur olmuş, akideye ait meseleleri bir araya getirmiş ve bu mevzuda ciddi tahşidat yapmışlardı. Böylece, terminolojisi teşekkül etmiş ve herkes tarafından objektif olarak benimsenmiş olan İslamiyet’in esasları karşısında bâtıl fikirler tutunamamıştır.

    Eğer bu hadiseler yaşanmasaydı, bir avuç Karmati ve Bâtıni’nin ortaya çıkaracağı korkunç fitneler öyle şiddetli olacaktı ki, yeryüzünde Ehl-i Sünnet'ten daha fazla bâtıl mezheplere sahip kimseler bulunacaktı. Allah'a binlerce hamd ve sena olsun ki, her dönemde Sünni düşünce Müslümanların büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiş ve korunmuştur. Bâtıl fırkalar ise hep azınlıkta kalmıştır. Biz, seleflerimizi daima hayırla yâd ederek onların
    hayatlarından dersler çıkarmalı ve yolumuza devam etmeliyiz.”

    (O dönem olaylarındaki hikmetler için ayrıca Cemel, Sıffîn Olayları, Adalet-i Mahza Ve İzafiye 1 yazısına bakılabilir.)

    ZULÜMLERE RAĞMEN MEDENİYET İNŞASI HEP DEVAM ETMİŞTİR

    Bütün bu hadiseler yaşanırken bir taraftan da Kur’an ve Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile başlatılmış olan maddi ve manevi her alandaki gelişmeler son hızıyla devam etmiş ve çok büyük bir medeniyetin inşasına da muvaffak olunmuştu. Hukuki, askeri, adli, idari, haklar (din ve vicdan hürriyeti, kadın vs.), farklı kültür, din ve millet mensuplarının bir arada yaşayabilmesi, maddi ve manevi ilimler (Matematik, coğrafya, fizik, astronomi, kimya, tıp, tefsir, fıkıh, hadis, kelam vs.) sahalarında çok büyük mesafeler alınmıştı.

    Zaman zaman, siyasi ve idari alanda problemler, bazı zalimlerin yol açtığı zulümler yaşansa da, toplumda var olan umumi kalite ve kaliteli insanlar sayesinde maddi ve manevi ilimler alanında çok büyük işler yapılmaya devam edilmiştir. Bazı zamanlarda bazı yerlerde, dağların başında kış, tipi, boran, kar olsa da vadilerde Cennet-âsâ baharlar yaşanıyordu.

    Batı dünyasında, ancak 20. Asrın ikinci yarısından sonra elde edilebilen birçok haklar ve insanı değerler, Asr-ı Saadet’te ve sonrasında kurulan medeniyetlerde yaşanılır hale gelmiştir. Fakat, bütün bunlar tarihi değerlendirirken yapılan bazı hatalar ve yaklaşımlar sebebiyle çokları tarafından bilinememekte, görülememekte veya üstü örtülmektedir.

    Maddi ve manevi ilimler alanında ulaşılan seviyeyi ve yapılanları anlamak için, Fuad Sezgin Hoca’nın orijinali Almanca olup Türkçe’ye tercüme edilmiş olan “İslam Kültür Dünyasının Bilimler Tarihindeki Yeri” adlı beş ciltlik eserinin sadece girişinde özetini yaptığı kısım (kitabın daha sonraki bölümlerinde ise her bir alan, ayrıca, teferruatıyla ele alınmıştır) miladi 7. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar İslam dünyasının ilim ve fenler adına ortaya koyduklarını anlama adına, yeterli bir fikir verecektir.

    Bu çalışma Fuad Sezgin Hoca’nın benzer konularda Almanca olarak telif ettiği yaklaşık 18 ciltlik eserin sadece bir parçasıdır. Eserin asıl büyük kısmı ise tercüme edilmeyi beklemektedir. Kim bilir belki de günümüzde mecburi hicretle o diyarlara gitmiş ve Almanca dilini öğrenmekte olan Hizmet insanlarının bu eserlerin tercüme edilmesine de katkıları olacaktır.

    Ayrıca, , “Bilginin Haritası” adlı kitabında, Oxford’da çalışan tarihçi Violet Moller’in bazı tespitlerini, genel bir fikir vermesi için buraya alalım: “Müslüman bilim adamları dünyanın çevresini ölçerken, yıldızlar üzerinde yeni tekniklerle çalışırken, yeni bilimsel metotlar keşfedip uygularken, yeni bir dünya haritası üretirken, bugün kullandığımız modern sayı sistemini ve geometriyi geliştirirken, yeni tıp teknikleri ve bir çok hastalığın semptomlarını belirlerken; Müslüman dünyada bir kaç asırdır hastaneler, pratik tıbbi aletler ve cerrahi müdahale ekipmanları varken Avrupa’da bunların hiçbiri yoktu… Harizmi, Razi, Kindi, Benu Musa kardesler gibi bilim adamları geniş ilgi alanlarıyla, bir kaç yüzyıl sonra Avrupa’da doğacak Rönesans’ın öncüleri oldular. Buluşları, tıbbi yenilikleri, ‘bilimsel metot’ olarak sonraki çağlara miras kaldı…

    İslam medeniyetinin büyük şehirlerinde büyük kütüphaneler kuruldu ve buralardan İbn-i Sina, Biruni, El Tusi ve İbn-i Heysem gibi yeni bilim adamları yetişti… Birçok buluşu olan ve Müslüman İspanya’nın Leonardo Da Vinci’si denilen Abbas İbni Firnas, Endülüs sarayında astrologdu… Zahravi’nin Tıbbın Metodu kitabı Avrupa’da, İbn-i Sina’nın Tıbbın Kanunu kitabı ile birlikte doktorların başucu kitabıydı. Zahravi’nin otuz bölümden oluşan kitabında her bir hastalığın ayrı tedavi metotları, ilaçlar ve kürler vardı, kitabın son kısmı ise cerrahiye ayrılmıştı… Endülüs’te yaşayan Müslüman astronomi alimi Zarkali’nin kullandığı usturlab, o zamana kadar Müslüman alimlerin geliştirdiği en etkili astronomi aletiydi ve Avrupa’dan Hindistan’a kadar her yerde kullanılmaya başlandı. Kortoba’daki kütüphanede 400 bin eser varken, Avrupa’daki en büyük kütüphane olan Fransa’daki Abbey of Clunny’de sadece birkaç yüz eser vardı.”

    İnşaallah bir sonraki yazıda bu konuya devam edelim.

    16 Ağu 2021 11:21
    YAZARIN SON YAZILARI