Bu isim
bölgeyi 1876 yılında istila ve işgal eden Çin Kuing Hanedanı tarafından verilmiş olup Çin yönetimleri tarafından bugüne kadar hep bu isimle anılmıştır. Bugün de bölgenin resmî Çin adı
Sincan Uygur Özerk Bölgesi'dir.
Anlattığımız gibi Şincan, anlamının da ifade ettiği gibi işgal ve sömürgecilerin amaçlarına uygun verdiği kabul edilemez bir isimdir. Bölgenin tarihî ve gerçek ismi
Doğu Türkistan'dır ve burada yaşayan milletin ismi de Uygur Türkleridir.
Oysa, bu gerçeklere rağmen bugün hâlâ hem
yabancı ve hem de
yerli medyanın çoğu, bölgeyi Sincan olarak anmaktadır ve Çin'in propagandasına adeta alet olmaktadır. Neyse ki, bu söylem son olaylarla birlikte yavaş yavaş da olsa değişmekte, bölge gerçek ismiyle anılmaya başlanmaktadır. Yeri gelmişken bu
gazete ve benim bu konu geçtikçe bölgeyi hep Doğu Türkistan ya da Uygur bölgesi olarak andığımızı da hatırlatalım. Ben kendi hesabıma zaten Doğu Türkistan konusuna yeri geldikçe yıllardır temas eden birisiyim. Nitekim, daha geçen ay Guantanamo'dan serbest bırakılan Uygur gençlerle ilgili bir yazı yazmıştım. Daha da ötesi, Zaman'da yıllarca önce Mehmet Hazret her hafta Doğu Türkistan mektubu da yazardı. Bu bakımdan Doğu Türkistan konusunda bizim içimiz rahat; çünkü biz yıllardır üstümüze düşeni yapıyoruz. Diğer medya ise Doğu Türkistan'ı ve acılarını daha yeni öğreniyor.
Bugünkü yazımda vurgulamak istediğim ilk konu böyle. Diğer konu ise hem yabancı hem de yerli medyanın önemli bir kısmının son kanlı olayları durmadan 'etnik çatışma, etnik gerginlik, etnik
kavga' şeklinde
manşet yapması, böylece en az 60 yıllık bir büyük acı ve zulmü bu kadar basitleştirmesi ve imaen olayları sadece Uygur Türkleriyle Han Çinlileri arasında patlak veren kavgadan ibaret olarak görmesi.
Bu yaklaşım ve değerlendirme hiçbir şekilde gerçek değil; zira Urumçi'deki son olaylar bile başlangıç itibarıyla bir etnik kavga olarak nitelenemez. Gerçekte, son olaylar çoğunluğu üniversite öğrencisi birkaç yüz Uygur Türkünün Urumçi'ye binlerce kilometre uzaklıkta bulunan Guangdong'da bir
oyuncak fabrikasında çalışan Uygur işçilerin öldürülmelerine tepki gösterip sorumluların bulunup yargılanmalarını talep eden barışçı protestosuna karşı Çin güvenlik güçlerinin ateşle karşılık vermesi, yüzlercesini öldürmesi, birçok Uygur'u da tutuklaması sonucu meydana gelmiş bulunuyor. Bu olaydan sonra da Çinli çetelerin önlerine çıkan
Uygurlara saldırmaları, mahallelerini basmasıyla olaylar büyüyerek genişliyor.
Bu durumda son olaylar şüphesiz etnik kavga olarak asla nitelenemez; çünkü protestocu Uygurlar önce Çin güvenlik güçlerinin, daha sonra da Çinli çetelerin saldırısına maruz kalmış bulunuyorlar. Olayların başlangıcında Çinli makamlar protestocu gençlerin taleplerini dinlemeyi, onları yatıştırmayı
tercih etselerdi, bugün yaşananlar yaşanmayacaktı. Dolayısıyla yaşananların gerçek ve asıl sorumluları Çinli makamlardır, Uygurlar asla değildir.
Esasen, Uygurlar sömürgeci, baskıcı, asimilasyoncu Çin devlet politikasına karşı yıllardır (hatta yüzyıllardır başkaldırmaktadırlar. Mesela 19. yüzyıl Kuing Hanedanı döneminde en az 42 başkaldırı meydana gelmiş, tarihçilere göre en az 1 milyon insan katledilmiştir) başkaldırmaktadırlar. Komünist dönemde ne kadar başkaldırı olduğu tam bilinmemektedir; zira Çin kapalı ve sansürcü bir ülkedir; ancak geçmiş yıllarda Gülce'de, Aksu'da, Kaşgar'da ve başka yerlerde başkaldırılar olduğunu da biliyoruz.
Özetle söylemek gerekirse bunların sebebi de Çin'in sömürgeci, baskıcı, ceberut, asimilasyoncu, insan haklarını tanımayan zalim politikalarıdır. Bu politikalar ve nüfus politikası sonucu bugün Doğu Türkistan'ın Uygur Türk milleti yok olma ile karşı karşıyadır. Bu millet de buna karşı koymaya çalışmaktadır. Meselenin özü budur...
Bir millet yok olmakta ve dünya bunu seyretmektedir. Ve bazıları Çin'den suçluların bulunup yargılanmasını, şeffaf davranmasını istemektedir. Bu, ham hayaldir. Çin'in 60 yıldır yaptığı ortadadır; bundan sonra yapacağı da bugünden az-çok bellidir.
Ey dünya! Bir millet yok ediliyor. Artık uyan ve üstüne düşeni yap...