Demokratik açılımın öteki yüzü


Demokratik açılıma sert tepki gösterenler iki şeyi öne sürüyor; ama bir şeyi de tam manasıyla unutuyorlar. Reaksiyonun ana sebebini oluşturan iki şey, terör örgütüyle devletin nasıl olup da masaya oturabileceği ile bu açılımın arkasında ABD'nin olduğu iddiasıdır. Aslında bu iki şey, ABD'nin isteğine direnemeyen Türkiye'nin, terör örgütü ile anlaşmak zorunda kalması manasına gelen tek bir yaklaşımla ifade edilebilir. Unutulan ise oradaki halk gerçeğidir. ABD'nin süper güç olarak dünyanın çeşitli yerlerinde ve bizim coğrafyamızda birtakım değişiklikler yapma iradesinin varlığı zaten bilinen bir şeydi. Sadece ABD değil, İran, Rusya, İsrail, Çin ve AB'nin de kendilerine göre bölgesel ve küresel tasarımları var. Türkiye ilk defa başkalarının tasarımlarını konuşmaktansa kendi güvenliğini, çevresindeki ülkelerin güvenliği ile birlikte ele alma iradesini koydu ortaya. Problemlerin korkusuyla büzülerek yaşamayı bırakıp, çözüm üreterek kabuğundan çıkmayı tercih etti. Eğer bir ülkenin içinde huzursuzluk sebepleri yoksa yabancı devletler o ülkenin içinde rahatlıkla problem çıkartabilir mi? Bugüne kadar hep yabancı devletlerin Türkiye üzerindeki oyunları konuşuldu. Ama devletimizin kendi halkının kırgınlıklarını giderip, yaralarını sararak dış güçlerin kartlarını elinden alma hamlesi yeterince konuşulmadı. Şimdi hem dış güçlerle seviyeli diplomasi yürütülüyor, hem de içeride yaralar sarılarak problemler çift taraflı çözülmeye çalışılıyor. Sadece Kürt meselesi değil, bir taraftan Ermeni diasporasını çıldırtan adımlar atılıyor, diğer tarafta Alevi çalıştayı ile bir başka iç kanamanın çareleri aranıyor. Yabancı ülkelerle ilişkiler sıkı tutulup, halkımızın yaraları şefkatle sarılırsa eğer, terör örgütü muhataplık davası gütmek bir yana, başını sokacak yer bile bulamaz. Cumhurbaşkanından mahallenin muhtarına kadar devletin temsilcileri var. Sadece asker ve polis değil, öğretmen de sağlık memuru da devlet demek. Zaten devletin sıcak yüzünü, güvenlik görevlilerinden daha çok öğretmenler, sağlıkçılar, kaymakamlar gösterme imkânı bulabiliyor. Güneydoğu ve Doğu illerinde yapılan en ciddi araştırmalar iki gerçeği ortaya koyuyor: Birincisi öğretmenlerin halk üzerindeki etkisi, ikincisi de İstanbul, İzmir, Mersin gibi şehir varoşlarında büyüyen gençlerin örgüte katılma oranı açısından bölge gençlerinin önüne geçmesidir. Bu durumda problemi bölgesel kabul edip, dış güçlerin entrikalarını bölgeyle sınırlı görmek ciddi bir eksikliktir. Zaten farklı çözüm yolları üretmek varken çözüm yollarını kapatmak için uğraşanlar, bugün içinde bulunduğumuz durumu analiz etmek yerine yüz yıl öncesinin örnekleriyle vahameti anlatmaya çalışıyorlar. Problemin çözümü büyük oranda içeridedir; dışarıda değil. Bunun için herkese vazife düşüyor. Tıpkı Diyarbakır'daki bayan öğretmen gibi... Öğretmen hanım ülkenin batısından gitmiş Diyarbakır'a. Belki de Diyarbakır'ı ilk duyduğunda derin bir korku hissetmişti. Ama gitti ve görevine başladı. Bir de ne görsün sınıfta bir çocuğun ayakkabısı yok. Haftalar geçiyor; çocuğun ayağında hâlâ bir çift pabuç yok. Yaklaşık üç ay böyle geçiyor. Bu arada öğretmen hanım da ortama yavaş yavaş alışıyor. Derken bir gün ders çıkışında ayakkabısız çocuğun elinden tutup bir dükkâna götürüyor. Henüz paradan sıfırların atılmadığı günlerde on iki milyon liraya bir ayakkabı alıp çocuğa giydiriyor. Ve öğretmen-veli o civardaki Kürtler aylarca bu öğretmen hanımın davranışını konuşuyor. Bu olayı dinleyince öğretmen hanıma sordum: Bir de o çocuğa Kürtçe olarak "Beğendin mi?" deseydiniz ne olurdu? Hiç tereddüt etmeden "Uçardı." dedi. Değmez miydi bir cümlecik Kürtçe söze? Devletin sıcak yüzünü temsil eden o şefkatli öğretmen bu bir cümleyi esirger miydi yalınayak öğrencisinden? Hakkında uydurulacak müzevir sözlerinden ve fişlerden korkmasa tabii ki esirgemezdi. Çözümün öteki yüzü buradan geçiyor. Ve millet olarak bizim tabiatımız buna çok uygun.
<< Önceki Haber Demokratik açılımın öteki yüzü Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER