Demokrasi farkı


Başbakan Erdoğan dün gece televizyondan yayınlanan Ulusa Sesleniş konuşmasında, “Türkiye’yi prangalarından kurtaracak iki temel hedefe ulaşmayı hedefliyoruz. Bu hedefler, terörün artık sona erdirilmesi ve demokrasi standartlarının en üst seviyeye yükseltilmesidir” dedi. Erdoğan’ın gerek bu cümlesini, gerekse Türkiye’de artık tek bir insanın bile “etnik kökeninden, inançlarından, hayat tarzından ve fikirlerinden dolayı mağdur edilmemesi” olarak özetlediği “Demokratik Açılım” kapsamında aktardığı somut adımları, “yeni bir Türkiye’nin habercisi” olarak selamlayabiliriz. Erdoğan bunu böyle söylemedi ama bugün Türkiye’nin ayağındaki en ağır pranga, askeriyenin sivil iktidar üzerindeki vesayetidir. Ve şâyet “Demokratik Açılım” tamamına erdirilebilir, Başbakan’ın deyimiyle “demokrasi standartları en üst seviyeye yükseltilir” ise, değişecek olan şey de, esasen bu vesayettir. Zira gerçek bir demokraside, seçilmiş hükümetlerin, emirlerindeki üniformalı memurlarla iktidar savaşı vermesine gerek yoktur. Gerçek bir demokraside, ordu askerî görev sınırlarının dışına asla çıkmaz, darbe yapmaz, halkına karşı komplo planlamaz. Türkiye gerçekten demokratikleştiğinde olacak olan tam da budur. O yeni Türkiye’nin ordusu, sivil denetime tâbi, siyasi makamlar karşısında şeffaf ve hesap verebilir, dolayısıyla da gerçek anlamda güçlü ve güvenilir bir ordu olacaktır. Henüz oraya gelmedik. Henüz oraya gelmediğimizi, Taraf’ın iki yıllık yayın hayatında ısrarla üzerine gittiği Dağlıca ve Aktütün baskınları, Darbe Günlükleri, JİTEM Davası, Lahika, AKP ve Gülen’i Bitirme Planı, son olarak da Poyrazköy cephaneliği ve Kafes Planı gibi haberlere gösterilen tepkiler bize tekrar tekrar hatırlattı. Genelkurmay, bu haberler karşısında gereğini yapmaktan çoğu zaman imtina etti; Karargâh’tan sızan suç belgelerini “kâğıt parçası,” toprağın altından çıkan LAW silahlarını “boru” diye geçiştirmeye çalıştı; belgelerin ima ettiği suçları soruşturmak yerine soruşturmayı talep edenleri tehdit etmeye kalkıştı; çeşitli olaylardaki askerî ihmali ortaya koyan raporların, görüntülerin karanlıkta kalmasını tercih etti, bunlar dışarı sızdığında ise sızdıranlara ve yayımlayanlara hücum etmekten başka pek bir şey yapmadı. Oysa gerçek bir demokraside, ordunun sivil iktidarla ilişkisi gibi, basınla ilişkisi de farklı oluyor. Gerçek bir demokraside, ordunun sivil iktidardan ve parlamentodan bazı bilgileri gizlediğini ortaya koyarak “suç” işlediğini ima eden bir belge bir gazetede yayımlandığında, sorumlular gereğini yapıyor. İşte Almanya’da yaşanan tam da budur. Bild gazetesi dün çok önemli bir manşetle yayımlandı. Haber, 4 Eylül 2009 günü Afganistan’ın Kunduz kentinde NATO şemsiyesi altında görev yapan Alman komutanın, Taliban tarafından kaçırılmış iki yakıt tankerinin havadan vurulmasını emretmesiyle ilgiliydi. Söz konusu hava saldırısında toplam 142 kişi ölmüştü ve bunlardan birçoğunun masum siviller olduğu sonradan anlaşılmıştı. Bild, Alman Genelkurmay Karargâhı’ndan sızan bilgi ve belgelere dayanan haberinde, askerî yetkililerin bu hava saldırısında sivillerin ölebileceğini başından itibaren bildiklerini, ancak bu bilgiyi hükümet ve parlamentoyla paylaşmadıklarını yazdı. Gazete ayrıca, bugünkü sürmanşetimizde bir karesini göreceğiniz video görüntülerini de websitesine koydu; Alman komutanın vurulmasını emrettiği tankerleri gösteren bu videoda, tankerlerin çevresindeki sivil kalabalık da fark ediliyor. Bild’in haberi Berlin’de bomba etkisi yaptı... Ve Almanya Genelkurmay Başkanı General Wolfgang Schneiderhan, Türk muadilinden feyz almamış olacak ki Taraf’ın “Aktütün baskınını havadan izlemişler” haberini video görüntüleriyle birlikte yayımlaması üzerine Orgeneral Başbuğ’un yaptığı gibi televizyona çıkıp parmağını havada sallamadı, Bild gazetesini tehdit etmedi; gazetenin atıf yaptığı askerî raporları “kâğıt parçası” diye geçiştirmedi; “Bild, Alman ordusuna karşı asimetrik savaş başlatmıştır” demedi; ya da “yargı süreci tamamlanıncaya dek suçsuzum” diye özetlenebilecek bir “masumiyet” savunmasına tenezzül etmedi. Almanya Genelkurmay Başkanı farklı davrandı; haberin çıktığı gün paşa paşa istifa etti. Ve bu istifa haberini, bütün Almanya ve bütün dünya, Savunma Bakanı Karl Theodor zu Guttenberg’in, ülkenin parlamentosu olan Bundestag’da yaptığı açıklamayla öğrendi. Nitekim her gerçek demokraside olduğu gibi Almanya’da da, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı’nın “âmiri”... Kunduz’daki operasyonla ilgili askerî rapor ve bilgilerin, kendisinden ve görevi bir ay önce devraldığı selefinden gizlendiğini, Bild’in haberi üzerine öğrenen Bakan Zu Guttenberg ilk iş, “memuru” Genelkurmay Başkanı Schneiderhan’ı çağırıp “Bu nedir” diye hesap sordu. General Schneiderhan’ın cevaben, “Ortada bir hata var, sorumluluğu üstleniyorum, lütfen istifamı kabul ediniz” dediğini de, yine bizzat Bakan Zu Guttenberg, Bundestag’da açıkladı. Olayla ilgili diğer ayrıntılarla, Kunduz operasyonuyla ilgili hata, ihmal ve karartmanın Berlin’deki sivil bazı yetkilileri de işinden etme ihtimalini, yazarımız Cem Sey’in Berlin’den geçtiği haberden öğrenebilirsiniz. Bu haberi okurken, gerçek bir demokrasi ile Türkiye arasındaki farka hayıflanmanız pekâlâ mümkün. Ya da bayram sabahına, daha iyimser bir bakışla başlayabilirsiniz... Başbakan’ın “demokrasinin standartlarını en üste çekme” vaadine inanmayı tercih edebilir ve elinizde tuttuğunuz gazetenin, bu vaadin gerçek olması için, hiçbir tehdide aldırmadan çaba göstermeyi sürdüreceğinden emin olabilirsiniz. İyi bayramlar...

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER